Dosya Haber: Murat Büyükyılmaz
Türkiye’de neredeyse her akarsu üzerine, devlet destekli özel şirketler eliyle kurulmak istenen Hidroelektrik Santralleri (HES), neden olduğu doğa tahribatının yanı sıra, kurulmak istenen yörelerin halkı ve çevre aktivistlerinin büyük tepkisi sonucu, ülke gündeminden hiç düşmüyor.
Devletin enerji ithalatını azaltarak döviz ihtiyacını düşürmek amacıyla desteklediği ve projelendirdiği HES’ler aynı zamanda ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi için gereken yeni yatırım alanları olarak ifade edilmişti.
Ancak, devlet tarafından projelendirilerek kullanım hakkını devrettiği akarsuların üzerine kurulmaya başlanan HES’ler, daha inşaat aşamasından itibaren ekosisteme zarar vermeye başladı; kesilen ağaçlar, açılan yeni yollar ve vadilere boşaltılan hafriyatlar ile birlikte bölge halkı ve çevre aktivistlerinin şiddetli tepkilerine neden oldu. Projelerin neden olduğu tahribata karşı tepkiler, hem sokaklarda, vadilerde hem de ÇED toplantılarında ve mahkeme salonlarında yankılandı.
Aradan geçen yılların sonunda, toplumsal muhalefetin yaygın ve etkili direnişi sayesinde planlanan HES projelerinin önemli bir bölümü gerçekleştirilemese de haklarında verilen yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarına rağmen ciddi miktarda HES projesi de tamamlandı ve işletmeye alındı.
HES’lerin ekosisteme zarar verdiği görüşü, artık genel kabul gören bir gerçek olsa da tüm direnişlere rağmen inşa edilen HES’ler bölgelerde ekosistemi tahrip etmeye devam ediyor. Ortaya çıkan bunca tahribata karşın ise ne devlet ne de şirketler umduğunu bulabilmiş değil.
Türkiye genelinde yaşanan kuraklık, özellikle elektrik üretimleri giderek düşen küçük ölçekli HES’lerin karlılığını ve elektrik üretimini tehdit ediyor. Elektrik üretiminin en yüksek seviyede olduğu bahar aylarına kadar kuraklığın devam etmesi ihtimali, pek çok HES’i kapanma riskiyle karşı karşıya bırakabilir.
Küçük kapasiteli HES’lerde durum buyken, elektrik üretiminde aslan payını karşılayan baraj tipi HES’ler ise düşük verimlilikte çalışıyor. Bir görüşe göre, barajlı HES’lerin verimliliği artırılarak küçük ve zaten hali hazırda risk altında olan verimsiz HES’leri gereksizleştirmek mümkün.
Toplumsal muhalefet ve uzmanlar ise gereksizleşen ve ekosistemi tahrip eden HES’lerin yıkılarak, meydana gelen tahribatın bütünsel olarak tespit edilip rehabilitasyon süreçlerinin başlatılması talebinde ortaklaşıyor.
Uzmanlar ve çevre örgütlerinin temsilcileri ile HES’lerin şu andaki durumunun fotoğrafını çekerek, ortaya çıkan ekolojik ve toplumsal tahribatın akıbeti üzerine konuştuk, çözüm önerilerini ve taleplerini dinledik.
HES karşıtı mücadelenin tanınan ismi Av. Yakup Okumuşoğlu, Türkiye’deki akarsuların neredeyse tamamının HES’ler ile doldurulduğunu belirterek mevcut durumu şöyle anlatıyor:
“Açılan davalarla iptal edilen HES projeleri var, iptal edilen yerlerle ilgili yeniden HES yapmak üzere girişimler devam ediyor. Mesela ÇED iptal ediliyor ve yeniden ÇED alma girişimleri oluyor. Bu şekilde ikinci hatta üçüncü HES iptal için açtığımız yerler var. Onlar devam ediyor. Bir kısım bölgeler korunan alan ilan edildiği için, o bölgeler şimdilik zarar görmemiş durumda.
Bu noktadan baktığınızda, Türkiye’de akışı olan derelerin, ırmakların tamamının HES’lerle doldurulduğunu söyleyebiliriz. Bundan sonra artık verimli olabilecek, HES yapılabilecek dere kaldığını düşünmüyorum. Maalesef Türkiye coğrafyasının biyolojik sisteminin desteği olan, can damarları, kılcal damarları olan bütün akarsuların borulara, tünellere alınmasıyla korkarım ki gelecek dönemde Türkiye’de su ile ilgili olarak ve suya bağlı etkilerin görüleceği pek çok yeni problemle karşı karşıya kalacağız.”
Dünyadan rehabilitasyon örneklerini aktaran Okumuşoğlu, şöyle devam ediyor:
“Kuzey Amerika’da 1960’larda yapılan hidroelektrik santraller dere yataklarından sökülüyor şu anda. Buna dere rehabilitasyonu diyorlar. Derelerin üzerinde bulunan bu tıkaçları kaldırıp ekosistemi yeniden eski haline döndürülme çabası var. Çünkü fark ettiler ki evet elektrik üretiyorsunuz ama elde ettiğini kazanç orada kaybettiklerinizden çok daha az. İnsanların hobilerini gerçekleştirebildikleri, balıkçılık yapabildikleri, dere manzarası olduğu için o bölgelerdeki yerleşimler gibi şeyler, derenin suyunun kesilmesiyle bağlantılı olarak alandan uzaklaşıyor. Ekosistem uzaklaşıyor, biyolojik çeşitlilik uzaklaşıyor. Balık yok oluyor, insanlar dereye girmiyorlar, o bölgelerdeki ekonomik hareketlilik ve insan hareketliliği azalıyor. Bütün bunları değerlendirdiklerinde derelere HES’lerin yapılması konusunda hem ekosistem açısından hem de ekonomik açıdan HES’lerin karlı olmadığını, zarar verdiğini fark edip dereleri rehabilite ediyorlar.”
Gelinen süreçte HES’lerin verdiği zarara ve dünyadaki emsal uygulamalara bakarak Türkiye’deki HES’lerin yıkılarak derelerin ve vadilerin rehabilite edilmesinin gerekip gerekmediğini konusuna da açıklık getiren Okumuşoğlu, “söz konusu talebin, hukuken ve toplumsal olarak savunulması mümkün mü?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:
“Hem mümkün, hem savunulabilir hem de savunulmalıdır. Ben böyle düşünüyorum ama bugünün siyasetinin buna elverişli olduğunu düşünmüyorum. Bunların bugünden talep edilmesi gerekiyor çünkü her tıkanan dere ekosisteme inanılmaz zararlar veriyor, insan yaşamına zararlar veriyor. Binlerce, yüz binlerce biyolojik çeşitliliğe zarar veriyor. Yaşam ortamlarını yok ediyor. Türkiye coğrafyasını alın ve su haritasını çıkarın ve önünüze koyun, göreceğiniz şey şudur; tıpkı insan vücuduna benzer, dereler kılcal damarlar gibidir. Bir insanın vücudundaki damar sistemi neyse dereler de öyledir. O damarlar o organları besliyor. O dereler o coğrafyaları besliyor. O coğrafyadaki doğal ortamları besliyor. Biyolojik çeşitliliği besliyor. Siz bunları tıkadığınız zaman, oradaki biyolojik çeşitlilik yok olacaktır. Sizin damarınızı tıkadıklarında olacak olan şey neyse dereler tıkandığında da olacak olan şey odur. Her tıkanan damar, kalp krizi geçirmeye sebebiyet verir. O coğrafyayı öldürüyor, öldürdü bile belki de. O yüzden rehabilitasyon talebinin derhal istenmesi gerekiyor. Ama biz bunu anlatamadık. Bu tıkaçları yapan, bu HES’leri bu derelere sokan, bunlara izin veren bir irade var. Bu irade halen bunu yapmaya devam ediyor. Bugünkü siyasi iradenin, siyasi iktidarın olduğu bir dönemde bu zor bir iştir. Ama gelecek kuşaklar bunu görecek ve gelecek iktidarlar da bununla ilgili olarak mutlaka tedbir almak zorunda kalacaklar.”
23 yıllık mesleki kariyerine başladığından bu yana HES’lerle ilgili davalar açtığını belirten Okumuşoğlu, şunları anlatıyor:
“Bütün HES’leri yıkalım diyemiyorum ama bunun uygulamasının çok ciddi hatalı olduğunu söylüyorum. Dünyanın pek çok yerinde de HES’ler yapılıyor, ama suyun yüzde 90’ını dere yatağında bırakıp yüzde 10’unu alıyorlar. Bizde ise yüzde 90’ını alıyorlar, yüzde 10’unu derede bırakıyorlar. Eğer siz oradaki doğal yaşamı devam ettirebilecek mekanizmayı kurmazsanız bu bir felakete dönüşecek. Türkiye’de yüzde 90’ını alıyorlar, yüzde 10’unu can suyu olarak bırakıyorlar. Bu bir can suyu değil, kanalizasyon oluğu, kanalizasyon suyu. Hiçbir işe yaramaz, o dereler sağlıklı dere yataklarına sahip değil, çöplük haline gelmiş.”
Derenin gövde oluşturduğu yerden denizle buluştuğu yere kadar merdiven gibi HES’lerle doldurulmuş vaziyette olduğunu anlatan Okumuşoğlu, 30-40 km.lik bir yatak boyunca bir derenin aktığını göremez hale geldiklerine söylüyor:
“Birinin bıraktığını öbürü alıyor, öbürünün bıraktığını bir diğeri alıyor. Siz 40 km boyunca dereyi dere yatağından akıtmazsanız ya da yüzde 10’unu bırakırsanız olacağı söylüyorum. Elbette ki HES’ler elektrik üretsin ama yöntem bu değil. Bizdeki mantık şuydu biliyorsunuz; “su boşa akıyor” ya da “su akar Türk bakar”, “su boşa akmasın”. Hayır sular boşa akmaz, güneş boşa doğmaz, arılar boşa uçmaz, rüzgar boşa esmez… Bu dünyanın dengesidir, canlılığı sağlayan şeydir. Ama bizim kafamız böyle çalışıyor ve böyle çalıştığı için bu derelerin yüzde 90’ı gidiyor.”
Yapılması gereken şeyin HES’lerin tekrar gözden geçirilip, hiç olmayacak yere yapılanların dere yataklarından temizlenmesi olduğunu söyleyen Okumuşoğlu, sözlerini şöyle noktalıyor:
“Olabilecek olanların rehabilite edilmesi, yeniden projelendirilmeleri lazım. Ama uzun vadede bütün bunların derelerden çıkartılması gerektiğini düşünüyorum. Elektrik üretmenin pek çok yöntemi var. Türkiye’nin hiçbir yerinden daha fazla güneş almayan Almanya, Türkiye’nin toplam HES’lerden elektrik üretimi miktarı kadar elektrik üretiyor. Türkiye bundan çok daha fazlasını yapabilir, yapmalı. Aslında bu elektrik üretmekle de ilgili değil çok fazla, suların özelleştirilmesi, kamudan çıkartılıp özel sektöre bir meta haline getirilmesi, alınıp satılabilmesi, bunun üzerinden para kazanılabilmesi ile ilgili. Bir yanıyla da devlete sular üzerinden kaynak yaratmaktır. Devlet Su İşleri, her bir metreküp suya kullanım anlaşması yapıyor. Yani firmalardan para topluyor. O firma da 49 yıllığına o derenin sahibi oluyor. Veya uzatarak 98 yıllığına dereye sahip oluyor. Dolayısıyla bir yönden de suyu ticarileştirme, metalaştırma projesi. Güneşi böyle kontrol etme şansları yok. O yüzden onunla çok fazla ilgilenen yok. ”
- TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası verilerine göre, Türkiye’nin elektrik enerjisi üretimi için sahip olduğu kurulu gücü 94.801 MW iken, bu kurulu gücün, barajlı HES’lerden 22.520,8 MW ve akarsu üzerine kurulan HES’lerden 8.027,1 MW olmak üzere toplam 30.547,9 MW’lık kısmı, yani yaklaşık yüzde 33’ü HES’lerden oluşuyor.
- Türkiye’deki hidroelektrik santrallerinden, 2019 yılında 88.850.170.000 kilovatsaat elektrik üretimi yapıldı.
- Kayıtlı 665 santral ile gerçekleştirilen elektrik enerjisi üretiminin Türkiye’nin tüketimine oranı ise yüzde 26,57.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Sinan Erensü ise HES karşıtı toplumsal muhalefetin başarılarını vurgulayarak başladığı değerlendirmelerinde şunları kaydediyor:
“Bir yandan bir sürü HES yapıldı, ama bir sürüsü de yapılamadı. HES meselesi, 2009-2010 yıllarında zirvesindeyken, patladığında yani, cebinde biraz parası olanın HES yapmaya heveslendiği yıllarda, planlanan HES’lerin sayısı çok fazlaydı. Bu sayı ciddi bir şekilde düştü. Birçok HES yapılamaz hale geldi, birçok şirket yapmayı planladığı HES’ten çıkmak durumunda kaldı. Bunların çeşitli sebepleri vardı. Önemli bir sebep tabii ki sahadaki toplumsal muhalefettir. Toplumsal muhalefet, bu projelerin bazılarının yapılmasını geciktirdi, vadilere girilmesine müsaade etmedi, mahkemelerde davalar açtı, o davalar uzadıkça o HES’lerin karlılığı düştü ve yapılamaz hale geldi. Yapılamaz hale gelenlerin bazıları tamamen gündemden düştü. Bekleyebilenler, bunları rafa kaldırdı ve uygun bir zamanı kollamaya başladı.
Türkiye’nin içerisine girdiği ekonomik kriz halinin de bazı HES’leri yapılamaz hale getirdiğine vurgu yapan Erensü, “Bunların üzerine bazı HES’lerde fark edildi ki bölgede tahmin edilen su potansiyeli aslında yok. Dolayısıyla orada yapılması beklenen HES rantabl değil. Bütün bu etmenler yapılması planlanan HES’lerin neredeyse yarı yarıya kadar düşmesine sebep oldu. Burada krediyi toplumsal hareketlere vermek lazım” diyor.
Pandemi sürecinin fırsat bilinmesiyle HES’lerin tekrar hortlatılmaya çalışıldığını ifade eden Erensü, şöyle devam ediyor:
“Ama öte yandan, bazıları rafa kaldırıldı ve uygun zamanı bekliyordu dedik. Pandemi sürecinde, insanların sokağa çıkmamasından yararlanarak bazı projelerin tekrar hortlatılamaya çalışıldığını görüyoruz. Fırsattan istifade, durumu olmuş olabilir. Ama geriye dönüp baktığımızda, başarısız bir toplumsal hareketten bahsedemeyiz, aksine çok başarılı olmuştur. Evet, birçok vadide direnişlere rağmen yapılan HES’ler var ama bir yandan da ciddi başarıları olmuş bir toplumsal hareketten bahsediyoruz. Birincisi, bir sürü HES yapılmaz kılındı. İkincisi, Türkiye’de çevreci hareketin hem coğrafi olarak hem toplumsal karşılık olarak yaygınlaşması ve çeşitlenmesi bu hareket sayesinde bir miktar gerçekleşmiş oldu. Bunun önemli bir değişim, dönüşüm olduğunu düşünüyorum.
Sinan Erensü, HES karşıtı hareketlerin, Türkiye’de çevre meselesine dair bir takım taktiklerin, bir takım söylemlerin kaynağı olduğuna da dikkat çekiyor: “Çevre hareketinin repertuarını doldurmuş sağlamış oldu HES karşıtı hareketler. O bakımdan, HES karşıtı mücadelenin ciddi etkisi oldu diye düşünüyorum. Yani hak ettiğinden daha az kredi veriliyor.”
HES’lerin inşaat aşamasından itibaren olumsuz sonuçlarını ortaya çıkardığını belirten Erensü, “Bu inşaatlar yapılırken, neredeyse istisnasız bir şekilde, inşaat hafriyatları vadilere bırakılıyor. Dolayısıyla inşaat döneminde başlayan bir etkisi var; HES’lerin yapılması için yeni yollar açılıyor, el değmemiş coğrafyalarda bölünmeler meydana geliyor, bu mekanlardaki kırsal hayat etkileniyor, bunu daha da uzatabiliriz” diyor.
HES’lere itirazın ötesinde bir rehabilitasyon talebinin olması gerektiğini belirten Erensü, değerlendirmelerini şöyle sürdürüyor:
“Bu noktadan sonra bir rehabilitasyon talebi söz konusu olmalı. Bölgeye verilen kısa vadeli ve uzun vadeli zararlar kayıt altına alınmalı. Özellikle toplumsal ve kültürel zararlar da bu zararlar kümesi içerisine eklenmeli.
Birincisi, “Neydi, ne oldu…” anlamında bir fikri takip için bu yapılmalı. İkincisi, neredeyse yarı kurak bir dönemden geçiyoruz, bu kuraklığın ne kadar derinleşeceğini bilemiyoruz. Önümüzdeki aylarda bu kuraklık daha da derinleşebilir ve yaza doğru zirveye çıkabilir. Kuraklık olduğunda hidroelektrik santraller bundan doğrudan etkilenir. Bazı hidroelektrik santraller çalışamaz hale gelebilir. Ya da çok az karlı hale gelebilir. Belki bu durumun neticesinde bazı şirketler borçlarını ödeyemez hale gelecektir, batma ihtimali söz konusu olacaktır. Çünkü bu santrallerin yapılması için çok büyük paralar gerekti, bu paraların ciddi bir kısmı yurtdışından döviz olarak borç alındı. Şirketler de böyle bir taahhütün altına girdi. Hem döviz tepetaklak oldu hem de bu yıl yaşanılması ihtimali olan kuraklık, böyle bir iflas riskini de ortaya çıkardı.”
Böyle bir durum söz konusu olduğunda, burada toplumsal hareketlerin de hazır ve nazır bekliyor olması gerektiğini ifade eden Erensü, ” Yani, ‘zararları şöyle olmuştur; toplumsal, ekolojik, mekânsal zararları böyle olmuştur, zaten biz bunları burada istemiyoruz’ deyip, üzerine bir de rehabilitasyon talebi yaygınlaştırılmalı. Belki zor duruma düşen HES’lerin, genelde devlet enerji santrallerini kurtarma çabasına giriyor, kaynak ayırıyor ve borçlarını aslında ödüyor ya da yeniden yapılandırıyor. Yeniden yapılandırırken yardım etmiş oluyor. Buradaki tartışmanın içerisine girmek kıymetlidir” diye konuşuyor.
Erensü’ye göre, “Burada siz kimi kurtarıyorsunuz, aslında kurtarılması gereken, aslında kaynak ayırılması gereken buradaki rehabilitasyon ihtiyacıdır” şeklindeki alternatif söylemi mücadele alanında dile getirmek çok önemli. Zira, HES’lerle ilgili kaynak aktarımı aslında derenin, vadinin bir kısmının toplumsal toplumsal kullanımdan, müşterek kullanımdan alınıp bir özel şirkete kiralanması hikayesi. Yani, bir servet transferi…
Bu şirketler zarar açıkladıkça sıkıntıya düştükçe, servet transferinin maliyetinin de artarak devam ettiğini kaydediyor Erensü:
Madem böyle bir kaynak var, buranın rehabilitasyonu için ayrılmalı. Hatta belki de bu HES kapatılmalı ve onun dönüşümü için bir proje gerçekleştirilmeli. Böyle bir tane proje gerçekleştirilse, batmak üzere olan, batan, karlılığı azaldığı için şirketin ilgisini geri çektiği bir noktada olan bir HES’in rehabilitasyonu halkın katılımıyla gerçekleşse, böyle bir örnek çok ufuk açıcı olacaktır. Tüm bu sebeplerden, böyle krizlere hazırlıklı olunması, mücadelenin devam etmesi, tazminat taleplerinin dillendirilmesi, zararların somut bir şekilde ekolojik, kültürel ve toplumsal zararların da üzerinde çalışılması gerektiğini düşünüyorum.”
Derelerin Kardeşliği Platformu dönem sözcüsü Ömer Şan da “HES’lerde çok büyük çıkar bekleyenler, yani devletin yol verdiği şirketler/firmalar üretim anlamında umduğunu bulamadı ve bir anlamda hayal kırıklığına uğradı” değerlendirmesinde bulunuyor.
Şan, “Devlet/kamu zarara uğradı, doğal yaşam alanlarına dönüşümsüz zararlar verildi, doğa katledildi” diyerek, şunları ifade ediyor:
“HES’lerle mücadele edenler olarak biz, yine haklı çıkmış olmaktan hoşnut değiliz, ‘haklı çıktık’ demek istemiyoruz. Haklı çıktığımız konuda bütün kötü sonuçlarını biz yaşıyoruz ama haklı çıktık maalesef. Bundan 10-12 yıl öncesinde, “’Susuzluk yaşayacağız, kuraklık geliyor, dereleri rahat bırakın, suları tünellere almayın, derelerin önünü açın’ demiştik. Derelerin önünü kapatmışlar, HES yapmışlar, şimdi çıkıp susuzluktan bahsediyorlar. Bu noktadayız.”
HES’lerin ekosistemde yarattığı tahribatları da şu şekilde ayrıntılandırıyor Ömer Şan:
“1 MW üzerindeki kapasitelerde 2800 civarında HES projesi söz konusuydu, HES derken tünel tipi, kanal tipi ve baraj tipi HES’lerden söz ediyoruz. Bütün bu HES’ler ekosistemi bozarak o bölgenin iklimsel değişikliğine neden oluyor. Örneğin, Kaçkarlar’ın yaklaşık 600 yıldır duran buzulları erimeye başladı. Aynı zamanda oradaki iklim değişikliğinin, ılıman iklime dönüşün etkilerini Fındıklı‘da, Solaklı’da, Salarha’da yaşadık. Bitki örtüsü, doğal yaşam değişiyor. Son 4-5 yıldır bu aya kadar çay toplanıyor oralarda.
Nem ve kuraklık noktasına baktığımız zaman, o bölgedeki ekolojik değişikliği, orada yaşayanlar daha iyi görebiliyor. Kuşların göç zamanından tutun da bitki örtüsündeki değişikliklere kadar bunu görebiliyoruz. Mesela o bölgede “vampir kelebek” denilen böceğin ortaya çıkışı yaklaşık 10 yıllık bir döneme denk geliyor. İklim değişikliği sebebiyle kuşların bir hafta önce yumurtlayarak bir hafta önce kuluçkadan çıkıp göç etmeye başlamaları ile örtüşüyor bu dönem. Bütün bunlar barajların, dinamitlemelerin, yer altı sularının kaybolmasının ortaya çıkardığı sonuçlar. Son 4-5 yıldır Rize ve çevresinde insanlar kar yağışı seyredemiyor.”
Şan, tünellere hapsedilen derelerin ekosistemle bağının koparılmasının ortaya çıkardığı sonuçlara da vurgu yapıyor:
“Suyu kilometrelerce hapseden -ki en küçüğü 3,5 km’den 15 km’ye kadar uzuyor- bu tünellere baktığımızda suyun asli unsuru olduğu ekosistemle bağlantısının kesildiğini görüyoruz. Bu, aynı zamanda suyun, bizim şu anda kuraklık diye nitelendirdiğimiz, su döngüsünün önünü kesilmesidir. Suyun ekosistemle bağını keserseniz, yağışın yayılmasını önlersiniz, lokal yağışların meydana gelmesinin önünü açarsınız. Bunlar da sel ve heyelana neden oluyor. Bazı bölgelere ise tamamen kuraklık yaşatıyor.”
Tünellere sokulup tirbünlere çarparak çıkan suyun, ıslatmak dışında bir işe yaramayacağını anlatan Şan, şunları dile getiriyor:
O suyla ancak elinizi yüzünüzü yıkarsınız. O suda hiçbir yaşamsal öge bulamazsınız. Sadece ıslatır. Tünele giren su ölür, ölü sudan da hayat olmaz. O suyun yeniden hayat kazanabilmesi için en az 2 km boyunca serbest akış ve düşüş yapması gerekir. Ki böyle bir alan yok. Tünele giren su ölür ve yeniden yaşatmaz.”
Yapılması planlanan pek çok mikro HES’den vazgeçildiğini ifade eden Şan, sözlerini sürdürüyor:
“Bunları göz önüne aldığımızda, yapılması planlanan 2800 civarındaki HES’lerin yanında (ki bunların 750’si Doğu Karadeniz’de planlanıyordu) bir de 4000 mikro HES, yani değirmen tipi denilen, 1 MW altındaki HES’ler vardı. Onlardan vazgeçildi, az sayıda yapıldı denebilir. Bugüne baktığımız zaman yaklaşık 180 civarında HES tamamlanarak üretime alınmış ve bunların 100’e yakını yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen inşaatına devam edilip tamamlanmış. Tüm uyarılara rağmen ve mahkeme kararlarına rağmen HES’ler yapıldı ama devlet ve enerji şirketleri umduklarını bulamadı.”
Şan, HES’lerin kurulu kapasitelerinde çalışmasının mümkün olmadığını belirterek, “Üretime alınan HES’lere baktığımızda, bir kere hiçbir HES’in yüzde yüz kapasiteyle üretim yapma durumu yok. 10 MW’lık HES yaptım, 10 MW elektrik enerjisi üreteceğim diye bir şey yok. Bu akla, mantığa, bilime ve HES’lerin çalışma şekillerine aykırı. Devlet ve enerji şirketleri bu sebeple de umduklarını bulamamışlardır” şeklinde konuşuyor.
HES’lerin yıkılması ve rehabilitasyon talebine de değinen Şan, dünyadan örnekler veriyor:
“Diğer yandan mesela ABD’de baraj tipi HES’lerin yıkılması için ciddi miktarlarda bütçe ayrıldığını da hatırlatmak gerekiyor. Çünkü metan gazı kaynağıdır buralar. HES’ler suyun taşıdığı her şeyi göletlerin dibine biriktiriyor ve metan gazı oluşumuna sebep oluyor. Bu, iklimi, doğayı, ekosistemi ve bir çok şeyi değiştiriyor. Ve yeraltı sularının kaybolmasına neden olduğu için, ABD’de HES’lerin yıkılarak bölgenin rehabilitasyonu için ciddi bütçeler ayrılıyor. HES’leri yıkarak ekosistemin yeniden eski haline dönmesini sağlamaya çalışıyorlar, derelerin, akarsuların önünü açıyorlar.”
Ömer Şan’ın aktardıklarına göre, Türkiye’deki durum ise şöyle:
Ülkemize baktığımızda ise, Atatürk Barajı veya Deriner Barajı’ndan söz edebiliriz, bizdeki en verimli HES’ler yüzde 40 civarında verimlilikle üretim yapabiliyor. Kaçaklar önlenerek bu rakamlar yüzde 50-60’lara çıkarılabilir. Büyük 5-6 tane barajı yüzde 50’ye çıkardığımız zaman ülkemizin yaklaşık yüzde 10-12’lik enerji ihtiyacını karşılamış oluyoruz. Hali hazırda var olan barajların verimliliğini yüzde 10 artırarak ülkemizin yüzde 10-12’lik ihtiyacını karşılamış oluyoruz. Bunun yanında iletim hatları ile kullanım alanlarına gidinceye kadar ortaya çıkan kayıp kaçaklar ise bunlardan daha fazla bir oran oluşturuyor ki bu da yüzde 15-20’leri buluyor. Yapılması planlanan 2500’ün üzerindeki HES projesinin genel elektrik üretimine katkısı yüzde 5-7,5 arasında olacaktı. Bu durumda mevcut potansiyele dair önlemler alındığında ihtiyaçtan fazlası ortaya çıkıyor. Yani HES’lere gerek dahi kalmıyor.”
HES’lerin elektrik ihtiyacı ve üretimi açısından gereksizleştiği noktada, sebep oldukları olumsuzlukların tespit edilerek ortadan kaldırılmasına, ekolojik ve toplumsal rehabilitasyonuna girişilebileceğini ifade eden Şan, “Gereksizleşen HES’ler yıkılarak derelerde, vadilerde bütünsel bir rehabilitasyon çalışması yapılmalıdır, bunu talep etmeliyiz” diyerek sözlerini sonlandırıyor.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…