Kategoriler: Röportaj

Beril Sözmen: “Hayvanları rahat bırakmak en büyük kazanım”

Bir kurban bayramı daha geride kaldı… Arkasında bıraktığı görüntüler malum. Bu görüntüler hayvanseverlere, vejetaryenlere neler hissettiriyor? Onların durduğu yerden bayram nasıl görünüyor, Yeşiller Partisi Hayvan Hakları Çalışma Grubu üyelerinden Beril Sözmen’e sorduk. Bu günlerde o görüntüleri görmemek için basından uzak durduğunu söyleyen Sözmen’e göre aslında hayvanları rahat bıraksak yeter…

– Bir hayvansever olarak kurban kesimi görüntüleri size ne hissettiriyor?

Görüntüleri görmüyorum çünkü bugünlerde evden çıkmıyorum, gazete ya da televizyona bakmıyorum. Dayanabildiğim görüntüler değil bunlar. Ama bunun nedeni “hayvanseverlik” değil. Hayvanların, insanların kullanımına sunulmuş mal olarak görülmesine itirazım, onları sevmemden değil; hissedebilen, acı çekebilen, dilekleri, ümitleri, beğenileri, arzuları ve korkuları olan canlılar olarak onlara saygı duymamdan kaynaklanıyor. Karşımızdaki hayvan, kendinin ve karşısındakinin farkında olan, çıkarları ve istekleri olan, acı çekebilen ve türünün gerektirdiklerine göre yaşamak isteyen bir yaratık. Buna saygı göstermeyi, gereksinimlerini karşılamayı ya da en azından ona saldırmaktan geri durmamızı gerektiren nedenler söz konusu olduğunda, bu yaratığın insan ya da insan-dışı bir hayvan olması ilgisiz bir faktör.

– Bu görüntülerin çocuklar üzerinde ne gibi etkileri var?

Görüntülerin çocuklar üzerindeki etkileri ile ilgili bir araştırmadan haberdar değilim; izlenimlerim sadece kendi deneyimlerim ve bana anlatılanlara sınırlı. Burada da yelpaze epey geniş. Benim için bu günler çocukluğumun en kahredici günlerindendi çünkü sadece hayvanların öldürülmesine, üstelik böyle bir çerçeve içinde öldürülmesine üzülmekle kalmazdım. Ek olarak, insanların ne kadar acımasız ve vahşi yaratıklar olduğu ile yüzleşmek zorunda kalırdım. Ama farklı çocukların farklı tepkileri olduğunu gördüm. Bazılarının hoşuna giderdi hayvanın üzerindeki bu iktidar hissi. Bir çoğunun, oynayıp okşadıkları hayvana saldırılıp öldürülmesini büyük bir şok olarak yaşadığına eminim. Ama bu çocukların anne-babaları olayı, çocuğa “hayatın gerçeklerini” ve sululuk yapmamasını öğretmek için bir fırsat olarak kullandıklarını tahmin ediyorum.

– Çağdaş hukuk sisteminde hayvan nasıl algılanıyor?

Uygulamalar ülkeden ülkeye değişiyor ama hayvanlara eziyet, artık doğal olarak hukuk sisteminde yer alıyor. Türkiye’deki büyük eksiklik, bilindiği gibi hayvanlara yapılan kötü muamelenin ceza değil kabahatler kanununda yer alması. Ancak ben hukuk sisteminde hayvanlar ile ilgili yapılan düzenlemelerin uygar insan figürünü pohpohlayıcı bir süsten başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Bir çok insanı rahatsız eden, hayvanlara nasıl davranıldığı değil, bu tür davranışların insanları nasıl gösterdiği kanımca. Et yiyen bir çok insanın kurban bayramında rahatsız olmasının nedeni de bu. Vahşet, kan ve gereksiz işkence istemiyoruz; törpülenmiş ruhlarımıza çirkin geliyor. Oysa insandışı hayvanların en temel haklarının, yani yaşam, sağlık ve özgürlük haklarının sistematik bir biçimde çiğnenmesine, besin kaynağı, denek ya da eğlence objesi olarak kullanılmasına bildiğim kadarıyla hiç bir hukuk sistemi itiraz etmiyor. Bunun bir nedeni ahlak ve hukuk felsefesinin tarihine, ahlaki/hukuki özneyle ahlaki/hukuki nesnenin eş koşulmasına dayanıyor. Hak ve özgürlüklerin, yaratıkları belli iktidar kategorilerinde (yurttaş, erkek, yetişkin, toprak sahibi vs) sayılmalarına göre değil, çıkar ve isteklerine göre düzenlenmesi gerektiği fikri daha çok yeni.

– Neden vejetaryen beslenme?

Vejetaryen ve vegan beslenmenin iki temel nedeni var. Birinci neden doğrudan hayvanların yaşam, sağlık ve özgürlük hakları ile ilgili. Bir hayvanın sadece insana sağladığı yarar temelinde değil, kendi yaşamının öznesi olarak bu haklara sahip olduğu düşünülüyorsa eğer et yemek, bir hamleyle onların bu üç hakkını da ihlal eder. Endüstriyel hayvancılığın nasıl işlediğini düşünürsek et dışındaki hayvansal ürünler de aynı şekilde bu üç hakkı ihlal eder çünkü süt ve yumurta gibi hayvanın canlı olmasını gerektiren ürünlerin sağlanması da et üretimiyle iç içedir. Vejetaryenliği ve veganlığı gerektiren ikinci neden ise ekolojik. Hayvansal besin üretiminin su, toprak ve orman kaynaklarını nasıl tükettiği ve küresel ısınmaya nasıl katkıda bulunduğu artık yaygın olarak bilinen şeyler. Kesim hayvanlarını beslemek için üretilen bitkisel besinler doğrudan tüketilse, ekolojik kıyımın önemli ölçüde önüne geçilebilir. Bu iki temel nedenden dolayı Yeşil hareket ve hayvan hakları ya da hayvan özgürleşmesi hareketleri geleneksel olarak birbirine yakın durmuşlardır. Gerçekten de vejetaryenlik ya da veganlık, yeşil ilkelerin sınandığı bir turnusol testi olarak görülebilir.

“Hayvan hakları sol partilerin aşil tendonu”

– Siyasi partilerin programlarında hayvan hakları neredeyse hiç yer almıyor. Yeşiller Partisi hariç. Parti programında hayvan hakları ne şekilde yer alıyor? Bir hayvansever olarak yeterli buluyor musunuz?

Yeşiller Partisinde hayvan haklarının yer alması çok doğal çünkü Yeşiller hareketi ilk oluşumundan beri, yukarıda bahsettiğim geleneksel özne-nesne karışıklığı hatasına düşmeyenlerden. Sadece insandışı hayvanlar değil, canlı ve cansız doğanın da insanlar için işlevsel değer taşıyan varlıklar değil, içkin değer sahibi varlıklar olduğu fikrinin ana akıma yayılmasında Yeşil hareketin katkısı hiç kuşkusuz çok büyük. Türkiye Yeşiller Partisinin programının Hayvan Hakları Bölümünün ilk ilkesine göre de, “Tüm haklar hayvanlara da tanınmalıdır”. Temel haklar yaşam, sağlık ve özgürlük ise, bundan daha kapsamlı ve eşitlikçi bir ana ilke düşünemiyorum. Eşitlik ilkesinin insanlar arasında anaakım olması yüzyıllar, hatta binyıllar sürdü. Bu ilkenin insandışı hayvanlara uygulanmasının normalleşmesini yakın zamanda beklemek ütopik olur ama er ya da geç insandışı hayvanlara yapılan muamelenin, bugün kölelik, cinsiyetçilik, engizisyon gibi bir zamanların yaygın uygulamaları gibi değerlendirileceğini düşünüyorum.

– Bu anlamda sol partiler nerede duruyor?

Hayvan haklarının, sol partilerin aşil tendonu olduğunu düşünüyorum. Yeşil hareketin siyasete kazandırdığı, tam da solun sıkışıp kaldığı, insandışı doğayı meta olarak gören, hala bir nevi 19.yüzyıl sanayileşme devrimi nostaljisi içeren kalkınma fantezilerinden beslenen insanmerkeziyetçilik eleştirisidir. Dünyanın bir çok yerinde Yeşil düşünce öğeleri, daha geleneksel sol partilerin de programında yerini aldı aslında. Ama solun büyük eksikliği, ekoloji ile haşır neşir olmaya çalıştığı zamanlarda bile, merkeze insanı koymaktan vazgeçememesi. Bu sadece bir tercih sorunu değil, sol akımların antropolojik ve etik alanında aydınlanmanın bize miras bıraktığı kategorilere eleştirel yaklaşamamalarından kaynaklanan bir eksiklik.

“Bağış yapılabilir ama nereye olduğu önemli”

– Hayvanlara yönelik pozitif ayrımcılık uygulanması gerekiyor mu? Neden?

Çok ilginç bir soru bu. Hayvanları sadece rahat bıraksak zaten o kadar büyük bir kazanım olacak ki… Pozitif ayrımcılığın amacı tazminat değil, yani bir grubun üyelerine geçmişte yapılan haksızlıkları telafi etmek değil, gelecek kuşaklarda haksızlıklara neden olan uygulamaların önüne geçmek. İnsandışı hayvanlar söz konusu olduğunda kanımca bunun yolu büyük ölçüde pozitif değil, negatiftir; örneğin sağlık sorunları gerektirmediği sürece onlara müdahele etmemek ve yaşam alanlarını tahrip etmemek. Bugüne kadar verdiğimiz zararları telafi etmemiz de gerekir tabii; yok olan yaşam alanlarını rehabilite etmek, yok olmakta olan türleri korumak vs. Ama öncelikle yaşam, sağlık ve özgürlüklerine saygı göstermeliyiz yani onlara saldırmaktan kaçınmalıyız.

– Bir hayvan hakları savunucusu olarak kurbanda kesmek yerine bağış yapmak geleneğini nasıl buluyorsunuz?

İnancı gereği bir fedakarlık yapması gerektiğini düşünenlerin kurban kesmek yerine bağış yapması yerinde bir seçim olur tabii ki, bağış yaptığı yer Horoz Dövüştürme Derneği ya da Rimel Test Merkezi olmadığı sürece.

– Dinlerin hayvana yaklaşımı da insan odaklı mı?

Kabaca Semavi dinlerin yaklaşımı insanmerkezci ama Hint ve Uzakdoğu dinlerininki o kadar değil. Semavi dinlerin en ilginç yanlarından biri, insanların Tanrıyı kendi suretlerinde yaratmış olmaları – daha doğrusu, insanı kendi suretinde yaratan bir Tanrı tasarlamış olmaları. Canlı ve cansız doğa da onların hükmetmesi ve kullanması için yaratılmış. Bu görüş tabii ki şovenizmin, yani kendi grubunu kayırmanın en klasik örneklerinden biri. Tasarlanan sadece hiyerarşik, herkesin görevi ve yeri belli olan ve ahlaki açıdan doğrunun bu verili görev ve yere olarak yaşamak olduğu bir evren olmakla kalmıyor; bir de bu sistemdeki en yüce mertebe insana veriliyor. İnsanlar arasında da doğal olarak yetişkin, sözkonusu dinin mensubu erkeklere. Semavi dinler hayvanlara köle ya da mal olarak yaklaşımın nedeni de olabilir, sonucu da. Ancak göze çarpan bir faktör, sekülerleşmeyle birlikte bir çok insanın yaşamlarında bu dinlerin dünyayı açıklayan ve doğru davranışları belirleyen bir otorite olarak inandırıcılık ve değer kaybetmesine rağmen, insandışı doğa ve özellikle de diğer hayvanlarla ilgili görüş ve davranışlarımızı aynı eleştirellikle ele almaktan kaçınmamız.

Röportaj: Işıl Sarıyüce – Yeşil Gazete

Paylaş
Yazar:
Işıl Sarıyüce