Son zamanlarda ekonomi dünyasındaki gelişmeler herkesi düşündürüyor. Kur ve faiz cephesindeki gelişmelerin hayatımızı nasıl etkileyeceği konusundaki belirsizliklere açıklık getirmek üzere Yeşil Gazete olarak uzmanlardan görüş aldık. Momentum Danışmanlık ve George Washington Üniversitesi uzmanlarından Abdullah Akyüz ve Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Erol Katırcıoğlu sorularımızı Yeşil Gazete okurları için yanıtladı.
Mevcut ekonomik göstergeler ve siyasi gelişmeler ışığında bizi bekleyen bir krizden söz edebilir miyiz? Neden?
İyi yönetilmediği takdirde bizi krize götürme olasılığı yüksek olan bir sürecin içinde olduğumuzu düşünüyorum.
Olası bir krizin etkilerinin en çok hangi reel alanda hissedileceğini düşünüyorsunuz? Konut, tarım, otomotiv?
Eğer bu süreç bir krize yolaçarsa öncelikle yurt dışı finansman akışı durma noktasına gelecek, içerideki fonlar da çıkma yoluna gidecektir. Bu durumdan yurt dışı finansman bağımlılığı yüksek ve döviz kazanma kapasitesi düşük olan kesimlerin etkilenmesi kaçınılmaz.Bu çerçevede alarm veren bir gösterge, firmaların yabancı para açık pozisyonlarının artmakta olmasıdır. Yani, yabancı para ile borçlanan şirketlerin yabancı para cinsinden varlıklarının borçlarının artık ancak yüzde 35’ini karşılar hale gelmesi. Bankacılık kesimi başta olmak üzere finans sektörü de, yurt dışı finansman bağımlılığı yüksek olduğundan, bundan belli ölçüde etkilenecektir. Ayrıca, bankaların verdiği krediler kanalıyla satışlarını finanse eden gayrımenkul, otomotiv, beyaz eşya ve benzeri mal ve hizmet satan sektörler etkilenecektir. Bu sektörlerin etkilenmesi ise dalga dalga bütün ekonomiye yayılacak, işsizlik ciddi bir şekilde yükselecektir.
Krizden çıkmak için Hükümete bir formül önermek ister misiniz?
Kısa vadede, siyasi ortamdaki gerginliğin düşürülmesi şart. Yolsuzluk soruşturmalarının engellenmesine son verilmeli, bu sürecin şeffaf bir şekilde, kural ve kişilerle oynanmadan sürdürülmesi sağlanmalıdır. Yargıyla ilgili adımlar bireysel tepkilerle değil, üyesi olmaya çalıştığımız AB’nin normlarıyla atılmalı. 2015 yılında yapılacak genel seçimler erkene alınarak en geç 2014 Sonbaharında Türkiye’nin seçim sürecinin getirdiği belirsizliklerden çıkması sağlanmalıdır. Ayrıca, Merkez Bankası’nın tam anlamıyla bağımsız bir şekilde hareket etmesine imkan verilmelidir. Orta-uzun vadede yapılması gerekenler ise ayrı bir tartışma konusu. Kısaca, bir krizin zaten yaptıracağı ve maliyetinin çok yüksek olacağı bir yola girmek yerine, araba duvara çarpmadan gereken adımlar atılmalıdır.
Ekonomide neler oluyor?
Likiditenin azalmakta olduğu bir dünyada, ve de ekonomik başarısı büyük ölçüde likidite bolluğuna dayanan Türkiye’de işlerin Amerikan Merkez Bankasının likiditeyi azaltma kararından sonra eskisi gibi gitmeyeceği, yani sermaye girişlerinin azalacağı, TL’nin değer kaybedeceği, enflasyonun ve de işsizliğin artacağı yönündeydi. Bunun anlamı ise faizlerin yükselmesi, yatırımların azalması ve iç talebin düşmesi beklenmeliydi. Tam bu sırada Türkiye’de Gezi olaylarının çıkmasının açıklayıcısı olarak bir “faiz lobisi” söyleminin hükümet tarafından ortaya atılması, faizleri artırarak yeni duruma ekonomiyi adapte etmeye çalışan Merkez Bankası üzerinde bir baskı oluşturdu. Yeni dönemin ortaya çıkarttığı döviz talebi TL’nin değerini düşürürken, Merkez Bankası, “faiz lobisi” korkusundan faizleri artırmak yerine elinde zor kazanılmış döviz rezervlerini satmak durumunda kaldı.
Türkiye gibi “cari açık”tan kaynaklanan kırılganlıkları olan ülkelerde yeni dönemin daha yüksek faizler anlamına geldiği bir dönemde, hükümetin tamamen ekonomi biliminin dışında bir tavırla bir “faiz lobisi” korkusu ortaya salması öyle anlaşılıyor ki cehaletten değilse bile siyasettendir. Hükümetin gerek Gezi’de kaybettiği moral üstünlüğün ve gerekse cemaatin kaybettirdiği “güçlü hükümet imajının” yol açacağı seçim kaybetme korkusu ekonomiden sorumlu yetkililerin de yanlışlar yapmasına neden olmuş ve ekonomiye ciddi maliyetler yüklenmiştir.
Olası bir krizin etkilerinin en çok hangi reel alanda hissedileceğini düşünüyorsunuz?
Merkez Bankası faiz artırım kararının etkisiz kalma korkusuyla bir seferde oldukça yüksek faiz artışına gitmesi açıktır ki önümüzdeki dönemde özellikle çalışanları zora sokacaktır. Yüksek faizin ekonomi içi dengeleri sarsacağı, enflasyonu ve işsizliği tetikleyeceği çok açıktır. Özellikle İnşaat sektöründe yaratılmış konut arzının yüksek konut kredi faizleri karşısında nasıl tüketileceği, inşaat sektörünün ortaya çıkacak daralmanın nasıl bertaraf edileceği, daha doğrusu ciddi iflaslara yol açmadan nasıl aşılacağı henüz belli değildir.
Krizden çıkmak için Hükümete bir formül önermek ister misiniz?
Özetle bol likidite koşullarında “iç tüketime” dayalı bir büyüme patikasının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Yeni bir dönemin başındayız. Bu yeni dönemde “iç tüketime” dayalı modelden “ihracata dayalı” bir büyüme patikasına geçmemiz gerek. Tıpkı siyasette de “temsili demokrasi”den “kapsayıcı ve katılımcı yeni bir demokrasiye” geçmemiz gerektiği gibi. Tabii her iki alandaki geçişlerin de kolay olmayacağı, çeşitli sıkıntılarla aşılacağı açıktır.
(Yeşil Gazete)
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…