Bir foto-muhabirin gözünden deprem -1: Keşke Süpermen olsaydım

Haber ve Fotoğraflar: Gürcan ÖZTÜRK

Drone: Cevat EZGİN

*

İlk gün

Depremi sabah haberlerinde öğrendim ve ilk düşüncem orada olmak, tanık olmak, fotoğraf çekmek ve insanlara yardım etmek oldu… Birlikte gitmek için, drone pilotu arkadaşım Cevat Ezgin’i aradım. Tereddütsüz “Tamam” dedi ve yönetmen arkadaşımız Ulaş Beşoklar’ı da aramıza almamızı önerdi. Haklıydı, aradım: “Hemen çıkalım” dedi.

Hazırlıklarımızı ve alışverişimizi yaptıktan sonra akşam Cevat’ın evinde buluştuk. İstanbul’da ve bölgede kar vardı. Nurdağı’nda araçların yolda kaldığı haberleri geliyordu. Cevat’ın arabasıyla deprem bölgesine gidecektik. 4X4 bir jeepti ve kar lastikleri vardı. Ayrıca, çadırlarımız, uyku tulumlarımız, kamp malzemelerimiz, yedek yakıt depolarımız, teknik malzememiz ve gıda ile su için en uygun bagaja sahip arabaydı… Zorda kalırsak içinde de uyuyabilirdik.

Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıktık. Bolu’da çok kar vardı ve yollar çok kalabalıktı… Ailelerine yardıma gidenler, yardım tırları, ambülanslar, itfaiye araçları, cenaze araçları… İlk hedefimiz akşam Adana’da olmak ve dinlenip sabahın ilk ışıklarıyla Hatay’a geçmekti… Akşam, Adana’ya vardık ve Acıbadem Hastanesi’nde misafir olduk… Hastanenin bahçesi, avlusu ve odalar depremzedelerle doluydu.

İSKENDERUN

Sabah.. İskenderun’dayız.. Gökyüzünü siyah/gri bir bulut kaplamış durumda ve liman yanıyor.   Ortalık toz duman, kimyasal kokuları insan kokularına karışmış. Şehre ilk girdiğimizde karşılaştığımız manzara gerçeküstü. Şehrin, sokakların, binaların, eşyaların, arabaların, insanların tabiatı alt üst olmuş…Film setine bırakılmış figüran gibiyim. Yardım çığlıkları, ambülans sesleri, yangın uçaklarının sesleri, iş makinelerinin sesleri, hayvanların sesleri… Sesler, birbirine karışıyor, karlı Amonos dağlarından sekiyor ve yüzüme tokat gibi vuruyor.  Art arda…Henüz kendimde değilim, yalnız, çaresiz ve olanı biteni anlamaya çalışıyorum. İçimde yükselen tek duygu; keşke Süpermen olsam.

Cevat’ın öğrencisi Paul’un babası, profesyonel bir Fransız arama kurtarma ekibinden yardım istemiş. Villardry Patrick liderliğinde toplam 8 kişiden ve 4 köpekten oluşan bir ekip. Ekibe, İskenderun’da yaşayan Alperen rehberlik yapıyor. Telefonlar çekmiyor, sokakların ve caddelerin silüeti değişmiş, yollar kapalı… İskenderun’daki ekibi bulmamız ve buluşmamız üç saatimizi alıyor… Tanışıyoruz, telsizlerimizden birini Alperen’e veriyoruz ve kendimizi toparlayıp çalışmaya başlıyoruz.

Ulaş, Fransızca bildiği için, ekibe tercümanlık yapıyor, Cevat da uçup şehrin havadan görüntülerini fotoğraf ve film olarak kaydediyor. Ben de fırsat buldukça fotoğraf çekiyorum. Şehirde tam bir kaos ve panik havası var. Organizasyon yetersiz ve planlı bir şekilde arama ve kurtarma çalışmaları yapılmıyor. Hatta henüz insanlar enkaz altındayken inşaat makineleri enkazların üzerinde çalışmaya başlamış bile. Her enkazdan, her sokaktan yardım çığlıkları geliyor.

Yakınlarını arayanlara bu ekip enkazdan sadece canlı insan çıkarıyor, demek çok zor. Acılı, çaresiz insanların yüzüne bakamadan bunu söylerken, çok utanıyor, çok üzülüyoruz.

Bir enkazın altında canlı olduğu, ses geldiği ihbarını alır almaz, ekiple birlikte bildirilen sokağa gidiyoruz. Sekiz katlı olduğunu öğrendiğimiz binanın yüksekliği sadece üç metre kalmış, gerisi toprağın altında. Beton ve eşyalar bütünleşmiş, kitaplar ve fotoğraflar etrafa saçılmış: Düğün fotoğrafları, bebek fotoğrafları, tatil fotoğrafları… Patrick, küçük deliklere bile girebilen bir kamera ile görüntü taraması ve ses dinleme cihazıyla ses dinlemesi yapmaya başlıyor. Kulaklıklar takıldı; ortamda mutlak sessizlik ve hem endişeli hem umutlu bir bekleyiş.. Sigaralar yeniyormuşçasına içiliyor, dualar ediliyor… Uzaklardan ambülansların siren sesleri.

Artık üzerime battaniye örtmek istemiyorum

Ekip, enkazın altında zamanla yarışarak yaklaşık bir saat boyunca çalışıyor ve maalesef 14-15 yaşlarında, upuzun saçları olan gencecik bir kız çocuğunun  cansız bedenini çıkarıyor. Saatlerdir enkaz başında, sesini duyarak bekleyen ailesi, şokta… Çığlıklar, acılar ve öfke göğe yükseliyor.

Bedenini battaniyeye sarıyorlar. Sokaklar, kaldırımlar, battaniyeye sarılmış ve toprağa kavuşmayı bekleyen bedenlerle dolu…  Kimilerinin başında bekleyeni var, kimileri kimsesiz. Artık üzerime battaniye örtmek istemiyorum!

Enkazın hemen karşısında, 50 metre ilerisinde başka bir enkazda, bebek sesleri duyulduğu ihbarı alıyoruz. Hızlıca o tarafa geçiyoruz… Enkazda AKUT gönüllüleri çalışıyor, biz de yardıma girişiyoruz. Patrick, AKUT takım lideriyle hızlıca bir durum muhakemesi ve çalışma planı yapıyor. 17 deprem görmüş, inanılmaz tecrübeli, işbirlikçi ve insan psikolojisini çok iyi okuyan biri Patrick ve yönetimi ele alıyor. Herkes o kadar gergin, yorgun ve öfkeli ki, onun bu sakin ve yatıştırıcı  tavrı çalışmaları kolaylaştırıyor. Birlikte dinleme yapıyorlar… Ve o enkazdan sadece bir canlı kedi çıkarıyoruz. Moralimiz biraz düzeliyor…

Zaman koşarak ilerliyor… Yeni bir enkazın başındayız… Patrick, binada yaşayanlara merdiven ve apartman kapısının yerini soruyor. İnsanların  merdiven boşluğunda olabileceğini düşünüyor. Kimi kuzeyi gösteriyor kimi güneyi… Bina yerle bir; çevresinde nirengi alınacak binalar da öyle. İnsanlar yön duygusunu kaybetmiş. Nasıl kaybetmesinler ki? 10 katlı binanın çatısındaki çanak antenle, zemin kattaki kağıt gibi ezilmiş araba kaportası yan yana…  Merdiven kalıntılarının olduğunu tahmin ettikleri  bölümde çalışmalara başlıyoruz… Patrick kulaklıklarını taktı… Ben de kulaklıklarımı taktığımı hayal ediyorum, The Doors’tan Love Street dinliyorum ve içimden ritm tutuyorum… Tekrar, tekrar, tekrar… Çığlıklarla ve seslerle baş edebilmek istiyorum…

Depremden bu yana yaklaşık 60 saat geçti.

Enkazın üzerindeki biri, bir kadın sesi duyduğunu bağırarak duyuruyor. Biraz önce orada bir kepçe çalışıyordu… Sessizliiikkkkk!…

Herkes, enkazın o bölümüne kulak kesiliyor: Evet gerçekten bir ses, ince bir ses. Hepimizin kalbi hızla artmaya başlıyor, hep birlikte hızlıca ellerimizle enkazdaki betonu açmaya çalışıyoruz. Ses giderek yükseliyor; sanki bir inleme gibi.

Ve…. Molozların arasından küçük bir köpek bize bakıyor… Evet, evet yaşıyor… Hemen isim koydum, Pambuk. Ekipte ve insanlarda bir mutluluk, bir umut… Çıkma anını cep telefonumla ölümsüzleştiriyorum ve Yeşil Gazete ile paylaşıyorum.

Güneşin batması yakın, her anlamda çok yorgunuz. Bir arabanın bagajında çorba dağıtıyorlar. Mercimek çorbası, sıcacık… Ekip gece Fransa’dan geldi ve artık dinlenmek istiyorlar. Köpekler dahil herkes perişan halde. Arsuz’daki Deniz Kızı pansiyonun yolunu tutuyoruz… Bize üç oda ayırmışlar. İkisinde Fransız ekip, birinde biz kalacağız. Sezon olmadığı için açık değilmiş, bizim için açıyorlar. Geceleri çok soğuk ve denizden gelen nem ayrı bir üşütüyor. Şükür elektrik var, makine ve drone için şarj problemimiz olmayacak. Pansiyonda su var ama sıcak değil. Sadece elimizi yüzümüzü yıkayabiliyoruz. Kamp tüpünde yaptığımız pratik noodle enfes bir şefin elinden çıkmış gibi.

Ulaş ve Cevat ile bir kısa toplantı yapıp, Fransızların yaptıkları işin çok önemli olduğu ve bize ihtiyaçları olduğunu görüp onlarla yola devam etme kararı alıyoruz. Cevat’ın bir öğrencisi bizim Pambuk’un videosunu atmış Tik Tok’tan… Meğerse viral olmuş video. Yapılan yorumlar hüzün ve yorgunluğumuza bir nebze de olsa yardımcı oluyor.

Başta devlet, insanlar, hayvanlar, araçlar, eşya… Hepsi enkazın altında. Sadece tek bir şey var depreme yenilmeyen: İnsanların dayanışma ve yardımlaşma ruhu…

Bayılır gibi uyku tulumlarına girip uykuya dalıyoruz.

Devam edecek…

 

 

 

 

 

 

 

 

Paylaş
Yazar:
Yeşil Gazete