Kategoriler: Dış Köşe

Yunan solunun imtihanı: Hangi Avrupa? – Vangelis Kechriotis

Geçen hafta müzakere süreci zirveye ulaşırken Atina Syntagma Meydanı birbirine zıt iki eyleme sahne oldu. Çarşamba günü kemer sıkma politikasına karşı çıkan ve hükümete destek veren bir grup toplandı. Ertesi gün ise hükümete karşı ve “ Avrupa ’da kalıyoruz” temel sloganını savunan bir grup vardı. Komünist Partisi KKE dışında bütün muhalif partilerin katılımıyla bu eylemler özellikle son beş ayda Yunanistan’da gelişen iki siyasi kanat arasındaki gerginliğin son safhasıdır. Fakat göze çarpan iki nokta vardı bu defa. Birinci nokta, ikinci eylemin sloganının ilk eylemin talebini sanki Avrupa’dan ayrılmakmış gibi göstermeye çalışmasıydı. İkincisi ise, ellerindeki İngilizce olarak yazılmış “Yunanistan son Sovyet ülkesi olmasın” ya da “Stalinizme Hayır” mesajlı küçük dövizlerin kameraların hepsini toplu olarak görebilmesi için aynı yerde toplanmış olmasıydı ki zaten amaç Avrupa medyası üzerinde bir etki yaratmaktı. Yani, devletçilik, popülizm ya da ayrımcılık değil, ki Yunan devletinin çok yaygın hastalıklarıdır bunlar, doğrudan 60’lara dönerek herkesin unuttuğu bir dönem canlandırılmaya çalışılıyordu.

Bu insanlara göre ya da bu dövizlere göre şu anki Yunan hükümeti Stalinist bir hükümet, Sovyet bir ülke kurmaya çalışıyor ve asıl mesele bu. “Avrupa’da kalıyoruz” talebini savunan eylemde bu çok tuhaf kaçmamalı. Üç ay önce France 24 kanalında bir panelde Hıristiyan Demokrat Alman Avrupa milletvekili Inge Gresle, SYRIZA Avrupa milletvekili Stelios Kuloglu’na doğrudan “biz sizi istemiyoruz çünkü siz komünist bir hükümetsiniz” dediğinde bu dedikleri pek tepki çekmedi Avrupa’da. Ayrıca geçen gün Alman sosyal demokratları lideri ve hükümetin başkan yardımcısı Zigmar Gabriel yine aynı şekilde “biz yarı komünist olan Yunan hükümetine karşı Alman işçileri korumalıyız” dedi. Syntagma meydanındaki eylemcilerin muhatapları ve mesajların alıcısı bu tip insanlardı yurtdışında.

Bu hükümeti onlarca sebeple suçlayabiliriz. Seçimden önce abartılı sözler ve vaatler vermesi, 25 Mart milli bayramında inanılmaz popülist ve milliyetçi bir kutlama yapmaya çalışması, ki bu Milli Savunma Bakanı Kammenos’un eseriydi, Alman tazminatlarını müzakerenin başında böyle bir bağlama yerleştirmiş olması, müzakere sırasında agresif ve amatör bir dil kullanması vesaire. Fakat aylardır süren bu müzakerenin temel bir paradoksu ortaya çıkıyor. Yunanistan’da Avrupa’dan ayrılmak isteyen çok az kişi varken bu “Avrupa’da kalıyoruz” talebinin arkasında şöyle bir eşleşme var: Avrupa bir proje, vizyon ve bir kültür olarak Avrupa Komisyonu ya da Avro Grubu gibi kurumlarla yer değiştiriyor. Dolayısıyla Avro Grubu ya da Avrupa Komisyonu’nu eleştirmek insanı otomatik olarak Avrupa karşıtı yapıyor. Çok düz bir mantıkla, kurumları eleştiren herkesi milliyetçi ve Avrupa karşıtı durumuna getiriyor. Sanki kurumların dediklerini harfiyen kabul etmek bir Yunan için onur meselesidir.

Belki de Frankfurter Allgemeine ve Süddeutsche Zeitung ya da Handelsblatt sayfalarından bol bol yanlış bilgiyle hükümetin hatalarını okumuş olabilirsiniz. Bunlara rağmen Yunan hükümeti üç temel konuda ısrarlı oldu ve görünen şu ki başarmak üzere. Bir, belli kırmızı hatlara sadık kalarak kendi önerilerini sunarken kurumlar müzakere çerçevesi dışında öneri sunduğunda masadan kalkmaya hazırdı. İki, baştan bu sorunun çözümünün sadece ekonomik ya da bürokratik olmayacağına, nihai sonuca siyasi bir kararla varılabileceğine inancı tamdı. Yani Yunanistan kurtulursa sadece parasını geri vermek için değil, Avrupa’nın bütünlüğünü korumak için olacak beklentisi. Üç, Rusya’yla yürüttüğü tehlikeli yakınlaşma politikası her ne kadar Avrupa’nın mutabakatından çıkma olarak görünse de aslında herhangi pratik bir sorun teşkil etmiyor. Ne Putin’den para istedi, ne de AB’nin uyguladığı ambargonun dışına çıktı. Özellikle enerji politikasında yeni kurulan gaz boru hattından dolayı bir panik yarattığı doğru ama hala oradan çok uzağız.

Buna karşılık Avrupa Birliği içinde durum iyice karışık ve bu sadece Yunan meselesinden kaynaklanan bir durum değil. Görünen o ki çeşitli konularda üç farklı blok oluşmuş durumda. Bir, İspanya, İtalya, Portekiz gibi güney ülkeleri hem krizden daha çok etkilenmiş ve Yunanistan Avro Bölgesinden çıkarsa en yüksek tehlikede olacak ülkeler hem de göçmen sorunuyla en vahim şekilde boğuşan ve diğer ülkelerden bekledikleri dayanışmayı bulamayan ülkeler. İkinci blok, Hollanda’dan Almanya’ya kadar kuzey ve orta Avrupa ülkeleri, ki onlar ne göçmenlerden ne de krizden doğrudan etkileniyor. Üçüncü olarak Doğu Avrupa ülkeleri ki onların en büyük korkusu hala Rusya’dır ve Rusya’ya doğru herhangi bir yakınlaşma çabasını hayati bir tehlike olarak görüyorlar. Bu mozaik içinde Fransa’nın yeri çok özel tabii çünkü aslında bütün bu blokları bir araya getirmek için en büyük çabayı harcayan ve Yunanistan’a en büyük desteği veren ülkedir. Avrupa bürokratlarının alması gereken karar Yunan sol hükümetini bu yapı içine entegre edip edemeyeceği olacak. Diğer tarafta, SYRIZA’nın seçimden önce başladığı yoldan yani komünist olmayan bir sol partiden evirilip merkeze doğru kaymaya devam edip etmeyeceğine karar vermesi gerekiyor. Aslında Avrupalıların istediği onun merkeze kaymasıdır.

Şu anda Avrupa’daki liderler arasında Yunanistan’ı kurtarma operasyonu ağır basmış gözüküyor, çünkü bir Grexit’in veya Graccident’in sonuçlarının sadece Avrupa Bölgesi için değil dünya piyasaları için büyük bir sarsılma yaratabileceği konusunda herkes mutabık artık. Tabii ki Yunanistan için büyük bir felaket olacaktır bu. Yine de, müzakere sırasında ve farklı tekliflerin sunulduğu bir dönemde en çarpıcı olgu tam bir anlaşmaya varmak üzereyken bu hafta içinde IMF’nin müdahalesiyle ve Almanların desteğiyle Yunan hükümetinin tedbirlerine veto konması. Kurumların argümanı uzun vadede gelişimi ve yatırımı engellememesi için varlıklılara fazla vergi konmaması gerektiği, bunun yerine yağ ve süt gibi temel gıda ürünlerine yüzde 23 katma değer vergisi konması. Böyle bir müdahale sömürgeci bir mantığın göstergesi olmakla beraber dünya ekonomik kurumlarının nasıl bir toplumsal model tahayyül ettiklerini açıkça ortaya koyuyor. Dolayısıyla, asıl burada eğer bir anlaşma imzalanırsa ve anlaşma içerisinde SYRIZA parti programından çok taviz verilecekse, ki öyle görünüyor, Yunanistan içinde nasıl karşılanacak ve iç siyasette uzun vadeli sonuçları ne olacak sorusu çok önemli. Parlamentoya sunulacak bir anlaşmanın hükümet milletvekillerinin büyük bir kısmından oy almaması muhtemeldi. Tabii, bu anlaşmayı ülkesine nasıl sunacağı Tsipras’ın alması gereken çok kritik bir siyasi karardı. Dün akşam (26 Haziran) kurumların nihai teklifinden memnun olmadığını açıklayan Yunan Başbakanı sonunda anlaşma meselesini gelecek pazar bir referanduma götüreceğini belirtti. Böyle bir referandumda bu kötü anlaşmanın kabul edilme ihtimali yüksek. Bu durumda hem Yunanistan Avro bölgesinden çıkmayacak hem de Tsipras hükümeti bu sorumluluğu tek başına üstlenmemiş olacak. Tabii zaman çok daraldı ve kurumların da birçok Avrupa ülkesinin de sabırları tükenmiş durumda. Yunanistan da tek başına savaşıyor gibi görünüyor fakat bu süreçte değerlendirilmesi gereken en önemli unsur nasıl bir Avrupa kültürü yaratıldığı ve Avrupa halklarının kendilerini bunun içerisinde ne şekilde konumlandırdıklarıdır.

Vangelis Kechriotis – Radikal

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar