Kategoriler: Dış Köşe

Venedik’te bir Türkiye hayali – Cengiz Çandar

Venedik, sanırım görmüş olan herkes aynı duygudadır, büyülü bir şehirdir. Dünyanın en önemli sanat bienallerinden birinin 120 yıldır sular üzerinde yüzen dünyanın belki de en güzel bu özel şehrinde yapılıyor olması bir rastlantı olamaz.

Venedik Bienali, 56’ncı kez kapılarını dünya kültürüne, mimarisine, estetiğine çok şeyler sunmuş bu şehirde dünyaya açtı. 2015 Mayıs’ının ilk haftasının sonundan Kasım ayının son haftasına kadar dünyanın her köşesinden yüzbinlerce insan Bienal için Venedik’e gelecek.

Venedik Bienali’nin (La Biennale di Venezia) Başkanı Paolo Baratta ile yapılmış bir söyleşi okudum. “Çok kez medeniyetler çatışmasından söz edildiğini duyuyoruz. Bienal medeniyetleri bir araya getiriyor…” diye başlayan bir soruyu keserek şu cevabı vermişti:

“Yüksek gerilimlerin damga vurduğu karmaşık dönemlerin en büyük tehlikelerinden biri muhtemel yanlış anlamalarda yatar… Bilginin en iyisi diyalogtur… Kriz dönemlerinde ortaya çıkan ekonomik, siyasi ve toplumsal teorilerin boşluklarını, hayal gücü ve yaratıcılıkla kapatabiliriz.”

Güncel kavramsal sanatın en önemli sunum alanlarından biri sayılan Venedik Bienali’nin bu 56’ıncısının “siyasi mesajlar”ın öne çıktığı bir bienal olacağı başkanının yaklaşımından da anlaşılabiliyordu.

Venedik’te daha önceleri bulunmuştum. Ama,  Bienal amacıyla, daha doğrusu, hazırlanış dönemini özel nedenlerden ötürü gayet yakından izlemiş olduğum Türkiye Pavyonu’nu görmek amacıyla ilk kez gittim.

Türkiye Pavyonu’nu bu yıl büyük sanatçı Sarkis hazırlayacaktı. Sarkis’in İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunda ve Rotterdam’daki Witte de With Güncel Sanat Merkezi’nin direktörü olan Defne Ayas’ın küratörlüğünde, İtalyanca “Nefes” anlamına gelen “Respiro” başlıklı çalışması daha Bienal öncesinden yankılanmaya başlamıştı.

“Respiro”nun içeriği kadar, 1915’in 100. yılında Venedik Bienali’nin Türkiye Pavyonu’nu İstanbul doğumlu, 77 yaşındaki bir Ermeni sanatçının, genç bir Türk sanat insanının küratörlüğünde hazırlayacak olması, siyasi sezgileri güçlü uluslararası sanat çevrelerinin dikkatini doğal olarak çekmişti.

Almanya’nın etkili gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ), 7 Mayıs’ta “Respiro”ya geniş yer verdi ve “Halkların Birbirini Anlaması: Venedik Bienali’nde Türkiyeli Ermeni Sanatçı Türkiye Pavyonu’nu kutsal bir mekâna dönüştürüyor” başlığını kullandı.

O gün, Türkiye Pavyonu’nun açılışına gelenler, bir sergi sunumunun çok ötesinde bir sanat olayıyla, Le Monde’un 8 Mayıs tarihli sayısında boydan boya iki sayfasını ayırdığı ve “bilge” olarak nitelediği sanatçının hayatının muhtemelen en görkemli yapıtıyla karşılaştılar. Bir “kutsal mekân”a ayak bastıkları duygusunu en derinlerinde hissettiler.

Açılış günü, Türkiye Pavyonu’nu ziyaret edenler arasında Fransa’nın Kültür Bakanı da vardı. Hollanda Kültür Bakanı da… Dünya çapındaki sanat adamı Sarkis 1964’ten beri  Paris’te yaşamaktaydı. Ve başyapıtının Fransa Kültür Bakanı tarafından onurlandırılması çok doğaldı. Rotterdam’daki Witte de With ise, Hollanda’da “Yılın En Başarılı Müzesi” seçilmişti ve Hollanda Kültür Bakanı, o müzenin direktörü, Türkiye Pavyonu’nun küratörü olduğu için, açılışı onurlandırmıştı.

“Sivil Türkiye”nin çeşitli renkleriyle yer aldığı, “resmi Türkiye”nin ise İtalya’daki büyükelçi dışında temsil edilmediği bir Türkiye Pavyonu açılışıydı bu.

“Respiro”nun nasıl bir şey olduğunu, nasıl bir amaçla hazırlandığını anlatmak için, serginin “Respiro” adlı katalogunda, küratör Defne Ayas’ın “Sarkis: Eşzamanlılığın Bahçesinde” başlıklı giriş yazısına sözü bırakayım.

Defne Ayas, Sarkis’in daha işin başında kendisine, “Bizim sergimiz pırlanta olacak. Hiçbir zehir sokmayacağız mekânımıza. Herşey bir bebek gibi saf kalmalı” demiş olduğunu yazıyor: “’Elmas küpeler gibi asacağız vitraylarımızı,’ diye ekledi Sarkis. Vitraylarla imgeyi çerçeveliyor, imgenin hatlarını belirliyor, yakalayıp hapsediyor ve böylece Ortaçağ’da başlattığı vitray sanatını, fotoğraf tarihiyle ve ışıkla buluşturuyordu. Vitraylarındaki imgeler ateş, avuçlayan el, direnen kırmızı elbiseli kadın, yükseklerden aşağı bakan mozaik melek tasviri, nar tezgâhının önünde gülümseyen Hrant Dink, ölüm döşeğinde hasta, çiçeğe durmuş ağaç- bir talep ileri sürüyorlardı sanki…

Sarkis’in yapıtları hep buluşmalardan doğar; felsefeyle müzikle, mimariyle, sanat tarihiyle, siyaset tarihiyle. Yarattıklarıyla, sanatın alanlarını hep genişletmiş, zenginleştirmeye çalışmıştır. Acılı tarihlerin açılımlarla iyileştirilebileceğine inananlardanız. Bu yerleştirmeye iliştirilmiş bilinçaltı kodlar tarihe ılık bir nefes getirebilirse eğer, kendimizi amacımıza ulaşmış addedeceğiz…

Sergiyi duraganlığa karşı bir meydan okuma olarak düzenlemek konularında anlaşmış; geçmişin yaralarını deşmek yerine bunların üzerine yükselmeye niyet etmiştik. Ekibimizi kurduk, nefes kelimesinin rehberliğinde yola koyulduk. Nefes alıp vererek, hem tarih ile zaman ve mekân arasında yepyeni ritmler doğurduk, hem de şifre, kod ve referanslardan hareketle, milyonlarca yıllık uzak geçmişin bugünle kesiştiği yerde, eşzamanlılıkta, Sarkis’in zamanındalığı ile zamansızlığında kendini sonsuza değin yineleyen anlam dünyaları kurgulayarak bilinmeze yön verdik, yelken açtık.”

Le Monde 8 Mayıs’ta yayımladığı Sarkis röportajında, sanatçının “Respiro”yu “zihnindeki Big Bang” olarak ifade ettiğini yazdı. Hayatının eseri… Koca mekânın iki ucunda neonlarla kurulu iki devasa gökkuşağı, tam ortada mekânı ikiye bölen aynalar ve bunların üzerinde Türkiye’nin farklı kimliklerine mensup  çocuklarının bıraktıkları parmak izleri ve birer ikona halinde tavandan asılı halde, nefes alıp vererek sallanan vitraylar: Parajanov’dan Hrant Dink’e, Mihrimah Sultan Camii’nin kubbesinden Ayasofya’nın kubbesine, Urartu tanrıça heykelinden Sarkis’in anne ve babasının mezartaşlarına kadar uzanan kişisel ve kolektif imgeler dizisi… Ve bütün bunların üzerinde kâh yükselen kâh alçalan tınılarında nefes alıp veren çok etkileyici bir müzik…

Sarkis, bütün eserinde ortaya koyduğu sanat anlayışını bu başyapıtında taçlandırmıştı: “Acının üzerine çıkarak –ama unutmadan, unutturmadan, inkâra sapmadan- bugüne varıp, yarını ortaklaşa aramak…”

Venedik’teki Türkiye Pavyonu “pırlanta”ydı. “Hiçbir zehir sokulmamıştı” içine.

Sarkis’in istediği olmuştu: “Her şey bir bebek kadar saf kalmıştı.”

Hrant Dink’in yeni yeni yürüyen torunu ile benim yürümenin eşiğindeki torunumun, iki bebeğin birbirlerine sarılıp sergi salonundaki gökkuşağına doğru birlikte yol almaya çalıştığını yaşadım Venedik’te.

Saf bir Türkiye hayali…

Cengiz Çandar – Radikal

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar