Uyanışa dair birkaç not – Ali Buğra Küçük

Gezi Parkı’na polisin gereksiz müdahalesiyle başlayan ve göz açıp kapayıncaya kadar tüm ülkeye yayılan olaylar hükümetçe iddia edildiği gibi provokasyon değil, halkın haklı bir tepkisidir. Bu, iktidar partisi ve yandaşları hariç herkesin açıkça anladığı bir gerçek olmanın yanı sıra, dinamikleri anlaşılır ve duygudaşlık kurulabilir bir durumdur.

Olaylar ilk bakışta çok ani gelişmiş gibi görünse de, aslında 31 Mayıs Hareketi, Kasım 2002 seçimlerinden bu yana iktidar partisi tarafından istemsizce altyapısı hazırlanan bir sosyal harekettir: AKP iktidarının ilk günlerinden başlayarak 2007 sonrasında hızlanan, idari, ekonomik ve hukuki her türlü yolsuzluk ve usulsüzlükler; sürekli ve sık bir biçimde yaratılan ve değişen yapay ve yalan gündemler; medya kuruluşlarının gerek baskı sonucu gerekse kendi rızalarıyla parti tekeline alınması sonucunda yaratılabilen inanılmaz dezenformasyon; kürtajdan çocuk sayısına, alkolden ruj rengine kadar insanların hayat tarzlarına yapılan açık müdahaleler; kadına yönelik şiddetin hükümet tarafından örtülü bir biçimde desteklenmesi; sanat ve sanatçılar her yönden kuşatılırken başbakanın saçma sapan televizyon dizileriyle uğraşmak gibi gereksiz ve amaçsız işler peşine düşmesi; karikatüristlere ve mizaha bile tahammül edilememesi; her türlü protestonun gözaltı ve hapis cezası gibi durumlarla sonuçlanması; bir yanda orta ve alt gelir grubundan insanların tüketmek zorunda olduğu ürünlere ardı ardına gelen rekor zamlar varken diğer yanda yandaş kesimin aşırı ve haksız zenginleşmesi; fakir ve ekonomik olarak güçsüz insanların gözüne sokarcasına her köşe başına yapılan AVM ve lüks toplu konutlar ve bunların bitmek bilmez reklamları; ortalama bir vatandaşın reel geliri giderek düşerken hükümet tarafından 1984’vari bir propagandaya dönüştürülen “ülke büyüyor, dünya lideri oluyoruz” sanrısı; “stratejik derinlik” sayesinde komşularımızla savaşın eşiğine gelmemiz; Roboski ve Reyhanlı katliamlarının hesabının verilmemesi; başbakanın söylemlerinde “benim polisim, benim müsteşarım” vs. şeklinde zuhur eden ve günden güne artan “ben” vurgusu; artık normalleştirilmiş olan etnik ve dinî “biz-öteki” ayrışması; konuşma diline dahi müdahale edilmesi ve hatta sevilmeyen yabancı liderlerin isimlerinin birdenbire farklı telaffuz edilmeye başlanması… Bu liste ciltlerce ansiklopediyi dolduracak kadar uzatılabilir ve ayrıntılı hâle getirilebilir.

Bu şartlar altında, bir halkın tepki göstermesinden daha doğal ne olabilir?

31 Mayıs Hareketi’nin, hep bir düşman yaratarak ve o düşmana saldırarak kitlesinden oy toplayabilmiş iktidar partisini en çok korkutan ve çaresiz bırakan yönü, kendiliğindenci bir hareket olmasıdır. Böylesi lidersiz bir hareket, AKP’nin düşman saptama stratejisini boşa çıkarmıştır; bu nedenle olayların ilk gününden bu yana AKP ve yandaşlarınca sürekli dillendirilen bir kelimeyi duymaktan bıktık: “Marjinal”. İşte tam da bu söylem, iktidarın zihniyetinin dışavurumudur. Oysa gerçek bir demokrasi iki özelliğe sahip olmalıdır:

1-      Çoğulculuk: Hiç kimse toplumun ortalama yaşam biçimini benimsemek zorunda değildir. Politik sistem, ateist, LGBT, komünist, Budist vs. olup olmadığına bakmaksızın herkesin her türlü talebini dinlemek, her ne kadar “marjinal” olursa olsun herkesi optimal mutluluğa ulaştırmak ve farklılıklar arası hoşgörü ortamını sağlamak zorundadır. Ancak bunun yerine politik sisteme egemen olan bir iktidar partisi, psikolojik ve fiziksel baskı araçları kullanarak herhangi bir toplum mühendisliği projesini sürdürmekte diretiyor ve “herkes ya benim gibi olacak ya da bertaraf olacak” mantığında ısrar ediyorsa, toplumu bir mozaik değil yekpare mermer olarak görüyorsa ve bunu dayatıyorsa, o iktidarın yüzde bilmemkaç oy almış olursa olsun meşruluk krizine girmesi normaldir.

2-      Katılımcılık: Sandıktan çıkan oy oranlarından ibaret bir demokrasi anlayışı modası epeyce geçmiş olmanın da ötesinde hastalıklı ve yanlıştır. Hele ki bir iktidar partisinin “ben şu kadar oy aldım, her istediğimi yaparım” demesi daha da yanlış ve kötü niyetlidir. Seçimler ve oy verme davranışları, AKP’nin de her fırsatta yaptığı gibi hile karıştırılabildiği ve manipüle edilebildiği ölçüde, tek başına hiçbir şeyin teminatı veya göstergesi değildir. Önemli olan halk iradesini birkaç yıllık periyotlara indirgemek değil, günlük ve sürekli olarak dikkate almaktır. Katılımcı bir politik sistemin Antik Yunan agoralarından bu yana en kolay somutlaştığı ve sembolleştiği yerler meydanlardır. Meydanlarda kitlesel gösteri, yürüyüş ve mitinglerin çağdaş ve söylemde değil pratikte “ileri” demokrasilerde önem kazanmış olmasının nedeni budur. Ancak ne yazık ki Türkiye’de meydanların ve sokağın önemi henüz tam anlamıyla kavranabilmiş değildir. En azından toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili saçma yasal kısıtlamaların kaldırılması bir hayal midir?

Çoğulculuk ve katılımcılık gibi iki temel prensibin olmadığı, toplum mühendisliğiyle şekillenen ve demokrasinin oy vermeyle kısıtlandığı bir sistem ancak “totaliter demokrasi” olarak isimlendirilebilir ve bu isim, hem oksimoron hem de trajikomiktir.

Görüyoruz ki totaliter demokrasinin baskıcı iktidarının katılımcı, lidersiz ve kendiliğindenci eylemlere cevabı devlet terörü, eylemciler karşısında yine ve yeni bir düşman üretebilmek için üretebildiği tek söylem ise “marjinaller” oldu. Ancak enteresan olan, o “marjinal” insanların, AKP ve yandaşlarınca tahayyül edildiği gibi “bir takım darbeci, anarşist vb. ideolojik odaklar” olmanın çok dışında “Kahrolsun Bazı Şeyler” veya “Slogan Bulamadım” gibi mizahi ve, bir kısım sözde liberalin anlayacağı dilden söylersek eğer, post-ideolojik sloganları benimsemiş bir politik toplum olduğu gerçeğidir. Aslında bu sloganlarla somutlaşan bakış açısı klişeleşmiş ideolojik sloganlardan daha ideolojiktir ve apolitik sanılan gençlik, (büyük ölçüde internet ve çeşitli iletişim teknolojileri sayesinde) tam tersine, fazlasıyla politiktir. Ancak bu eylemlerden sonra ne olacağı da düşünülmeli ve orijinal fikirler üretilmelidir. Hatta belki de şu an en önemlisi budur.

Sonuç olarak, AKP korkmakta haklıdır. İktidar kendi halkına devlet terörü uygulamakta haklıdır. Başbakan korkudan, parayla ve tehditle toplanmış birkaç bin kişiyle günde dört miting yapmakta ve yalanlar sıralamakta haklıdır. Hükümet, sivil polisleri eylemci kılığına sokup polise saldırtarak eylemcileri karalama oyunu oynamakta haklıdır. Medyaya taraflı haber yaptırmakta da haklıdır…

Zira ilk defa belirli bir hedef bulamadılar ve bu kez halkın hedef tahtasında kendileri var.

 

Ali Buğra KÜÇÜK

Kırıkkale Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Araştırma Görevlisi

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Radikalizm ve uzlaşmacılık arasında

Kent yoksullarının adaletsiz ve acı verici konumunun değişip iyileşmesi yerel yönetimlerin toplumla demokratik ve katılımcı bir ilişki kurmasıyla mümkün olabilir mi? 

[Bir şarkının hikayesi] Shine On You Crazy Diamond/ Pink Floyd

'Paralel evrende kaybolan' Syd'e hayranlık ve onu kaybetmenin üzüntüsünü dile getiren 'Shine on you Crazy Diamond', olağanüstü bir yeteneğe, benzersiz bir övgü olarak müzik tarihine geçti. 

Gürcistan Tiyatro Festivali’nde distopik bir geleceğe bakış – Seda Elhan

Distopyanın kapsülünde sergilenen bir gelecek sorgulaması olan 'Home, To Zero' çevre bilinci üzerine kafa yoran herkesin ilgisini çekecek bir yapım. Tiflis'e yolunuz düşerse mutlaka izleyin.

Doyranlılar, nehirlerine HES yapılmasına karşı kararlı: İzin vermeyeceğiz!

Suyu ancak bölge halkının ihtiyaçlarını giderebilen Doyran Nehri 'ne HES projesinin ÇED toplantısı, halkın güçlü itirazlarına sahne oldu.

Kardeşimi kim öldürdü?

Ne Reşit Kibar cinayeti ne Narin Güran cinayeti ne de Ayşenur Ezgi Eygi cinayeti münferit ve tesadüf cinayetler değil. Hepsinin tetikçisi aynı.

EN ÇOK OKUNANLAR