Kültür-SanatManşet

Orhan Pamuk’tan Ömer Kavur’a, Ömer Kavur’dan Mesut Arslan’a “Gizli Yüz”

0

Gazetemizde bir süredir Tiyatro yazılarını paylaştığımız Tiyatro Tek Ağaç’dan Murat Akdağ, 3 Mayıs’ta başlayan 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde oyunları sahnelenecek Tiyatro emekçileri, oyuncuları ve yönetmenleri ile röportajlar yaptı.

Akdağ’ın röportajlarını festival öncesi ve sırasında sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Kendisinin de bu röportajın önsözünde belirttiği gibi, “Tüm tiyatro insanlarımıza iyi icralar, iyi icralara da bol alkışlar dileriz

Röportaj serisini okumak için tıklayınız

***

Tiyatro çalışmalarını, genellikle Belçika’da sürdüren ama zaman zaman Türkiye’de de çalışmalar yapan ve en son, 2012 yılında, 18. İstanbul Tiyatro Festivali (İ.T.F) için, Belçikalı tiyatro oyun yazarı Eric de Volder’in “ODA VE ADAM” adlı oyununu yöneten Mesut Arslan, bu sefer, 20. İ.T.F. için, Orhan Pamuk’un “KARA KİTAP” adlı romanında “KARLI GECELERİN AŞK HİKAYELERİ” başlığı ile yer alan bölümden, yerli sinema tarihimizde müstesna bir yere sahip olan sinema yönetmeni Ömer Kavur’un 1991 yılında sinemaya “GİZLİ YÜZ” adı ile aktardığı işi tiyatro sahnesine taşıyor. Bu heyecan verici çalışma için Mesut Arslan ile bir söyleşi yaptık.

Murat Akdağ : Öncelikle hoş geldin Mesut. Hoş geldin diyorum çünkü senin çalışmaların daha çok Avrupa tiyatrosunda yer alıyor. Biz ancak İKSV sayesinde görebiliyoruz yaptığın işleri. “GİZLİ YÜZ” konuşmadan önce sana, bu sene 20.si düzenlenen festivalimizi sormak isterim. Sen pek çok uluslararası festival deneyimi de olan bir tiyatro insanısın. İstanbul Tiyatro festivali ile ilgili neler söylemek istersin?

Mesut Arslan: Eyvallah. Hoş bulduk Murat. Enteresan bir memleket bizim İstanbul. Hani, “taşı toprağı altın” derlermiş ya eskiler… Onun gibi. Bir de şu meşhur “doğu ve batının birleştiği medeniyet” durumları var. Bu büyük lafın altında yatan en önemli verilerden biri “buluşma”! Evet “buluşuyor da ne oluyor?” Beni en cezbeden buluşmalardan biri bu, doğrusal (çizgisel) olan ile dairesel olanın buluşması.

Mesut Arslan

Mesut Arslan

Ben bunu her İstanbul ziyaretimde, havaalanından otelime giderken yolda, trafikte, randevularımda, toplantılarımda, provalarımda, projelerimde, ve hatta bütün şehri yalayıp yuttuktan sonra üzerime çöken o meşki yorgunluklardan ve yarını ancak yarın düşünebileceğim zamanlardan anlıyorum.

İstiklalde yürürken sadece burada birarada duyduğum yüzlerce çeşit melodiden, ritimden anlıyorum bunu. Çeşitliliğin başkenti İstanbul! Böyle bir şehirde, devlet yardımı olmadan, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin, belki de vizyondan en yoksun bilim ve kültür politikaları ile bireyin kendisi olmaya yani doğanın bir parçası olan insan olmaya uzak durduğu dönemlerden geçerken, kurumsal yapı bütçesi olmaksızın, dünyaca tanınmış, bilinen ve kendisine ait bir tiyatro damarı yaratmış sanatçılarımız olmaksızın, sadece ve sadece festival döneminde iki yakasını bir araya getirmeye çalışırken, bir yerden evrensel tiyatroyu takip edip bir yerden de İstanbul’un kendi dinamiklerine sadık kalarak bir festival yapmak kolay değil.

Ayrıca, son yıllarda festival de kendini yenilemekle meşgul. Daha seçici olmaya çalışıyor. Yerli yapımlara daha çok destek veriliyor. Bunlar güzel gelişmeler. Tabi ki daha seçici olunmalı, daha çok destekte bulunmalı, özellikle yerli projelere ve sadece prodüksiyon gösteren değil de prodüksiyon üreten bir festival olmalı.

Hep beraber görüyoruz ki, 20. yani şu an benim de içinde bir işle yer aldığım festival programı bu anlattığım duruma daha yakın. Tabi hala mekan sorunları devam ediyor. Gösteri mekanını geçtim. Şu koca İstanbul’da prodüksiyon yapacak, yani son 2, 3 hafta ışıkla, sesle, stenegrafi ile oyuncularla kapanabileceğimiz bir üretim mekanı yok. Bunlar önemli!

Beral Madra’nın kitabı geldi aklıma. 2 yılda bir sanat. Kolay değil bu memlekette.

M. Akdağ : Peki, gelelim Gizli Yüz’e. Gizli Yüz, Orhan Pamuk’un “KARA KİTAP”‘ adlı romanındaki bir bölümden, Ömer Kavur’un senaryolaştırdığı ve çektiği, hatta senaryosu yayımlanmış bir iş. Hatta yıllarca, edebil tarafından çok, uyarlandığı sinema filmi ile bilinir oldu. Sen şimdi, edebiyattan sinemaya, sinemadan tiyatroya uzanan bir bağlam oluşturuyorsun değil mi? Sadece Orhan Pamuk’un metni değil senin kullandığın?

M. Arslan : Yüzde Yüz Orhan Pamuk’un metni. Bir film düşünün, onlarca figüran, binlerce fotoğraf, arabalar, ağaçlar, yollar, evler. Metin hem içerik olarak, hem de kelime olarak yarı yarıya indirgendi. Kadın, adam, saatçi ve eskici kaldı sadece sahnede.

22

Hem Orhan’ın yazdığı hem de benim bu metne koyduğum yorumun özünü yakalamaya çalıştık diyebilirim. Metne olan müdahalelerin çoğu teatral olanıyla daha az ilgili ama bir üst atmosfere hizmet eden bir yapı içindi. Karakterlerin kendi hikayelerini barındırdığı fakat daha katmanlı anlatım biçimleri ile belki daha soyut ama daha zengin bir nektar oluşturma çabası da denebilir.

Ben genellikle bir yerleştirme kafası ile düşünüyorum oyunları, sahneleri, daha karışık daha fıragmanlı, bölük pörçük bazen ama bir bütünlük olabiliyor yine de. Yaşamak gibi.

M. Akdağ : Peki senin bu “üst yapı”yı oluştururken hikaye edinmeye niyetlendiğin öğe, çıkış noktası nedir?

M.Arslan : Demin de söylediğim gibi. Benim öyle “bir hikaye edineyim, onu da sahneye koyayım” gibi bir derdim yok. Bu bir derdim olmadığı anlamına da gelmiyor. Metinleri seviyorum çünkü edebiyatı seviyorum. Doğrusal ve çizgiseller. Bir başı, bir sonu var. Doğmak ve ölmek gibi. Bir çizginin iki başındaki noktalar gibi.

23

Ya arası? Hayat orda bence. Yazıldıkları zaman, durum, duygular, düşünceler, ekonomi her şey önemli.. ama en önemlisi özü. Bu da illa bir mesaj değil. Biz davrandığımız kadar doğrusal/çizgisel varlıklar değiliz. Daha dairesel hareket eden bünyeleriz de.. En azından oradan geliyoruz. Mevzular değişmiyor yani.

O yüzden mitler, Shakespeare’ler halen var, Harold Pinter’lar var, Arthur Miller var hepsi var. Değişen ne? Arası. Yani yeni bir bakış gerekiyor. Yeni ve ya başka algılarla oynama, sinemanın yapamadığı ve televizyonun öldürdüğü algılarla. Bence “Happenning” kafasında bir tiyatro bunu rahat yapar ve yapıyor da.

M.Akdağ : Oyunun tanıtım yazısında “kimlik üzerine kurulmuş, günümüzde geçen bir peri masalı” yazıyor. Orhan Pamuk’un eserinde “kimlik” vurgusu ilk bakışta pek öne çıkmıyor. Kimlik okuması daha çok sana ait herhalde değil mi?

M.Arslan : Evet, metin başlı başına bir okyanustur. Yazar, yazarken çok şeyin etkisi vardır. Fakat sadece öyküsel olanın üzerinde dursaydım, yani mesaj vermenin, bunun için tiyatroya ya da benim düşündüğüm tiyatroya ihtiyaç yoktu. Metin bunu zaten yapıyor. Burada da öyle oldu.

Orhan Pamuk çok eski hikayelerden, eposlardan (destanlardan), tarikatlardan fazlaca etkilenmiş. Rahmetli Ömer Kavur ‘un da metafor-sal dünyasını düşünürsek iç içe gecen çök katmanlı ve derin bir metin vardı. Fakat bu katmanlara ulaşmanın yolu kolay olmadı, özüne inip suyunu içmek zordu. Üstelik bu kişisel bir yolculuk , bu tür hikayeleri çoğaltmak ya da evrenselleştirmek çok daha zor.

25

Ferîdüddin Attar’lar dan İbn Arabi’lere, oradan SIMURG’lara oradan tarikatlara giden Doğu ile Batı’nın tam tersi bir anlayışla, algıyla baktığı bir geçmiş ve gelecekten söz ediyoruz. Ama öz aynı. Ve burada bilinç olduğu kadar bilinçaltı da çok önemli, çünkü birçok konuda insanın bilinçaltı bilincinden daha zeki.

Rüyalar bir kapı! Rüyalar, hikayeler, yüzler, ve zaman. Herkes kendi hikayesini nasıl anlatır? Bu sistemin içerisinde “mimetism”den sıyrılarak ne demektir kendi hikayen? Fotoğrafçı ile Eskici arasında şöyle bir diyalog geçiyor…

FOTOĞRAFÇIBu kasabada saat kulesini göremeyeceğim bir sokak yok mu?

ESKİCİ Yoktur. Saati göremeyeceğin tek yer saat kulesinin içidir.

Hadi diyelim, oldu. Kendini zamanın dışına attı insan. Kendi hikayesini anlattı. Eee ondan sonra? Zamanın dışında kalmak enteresan bir yaklaşım. Ermek, bilgelik. Burada da dairesel ve çizgisel yine farklılıklar gösteriyor.

Doğu ve Batı! Mesela Batı’da bilgelik/ermişlik ışığın altında, spotların altında; Isa, Meryem Ana, Saint’ler, kapitalizm, Michael Jackson! Ama doğuda ermişlik karanlıkta; Muhammed, mağaralar, İnzivaya çekilmeler, Sufizm (tasavvuf), Budizm (konuşmama, dışarı çıkmama oruçları). Birisi ışığa , diğeri karanlığa gidiyor. Bir saatlik oyunumda bunu sürekli görüyorsunuz. Çünkü sahnede sürekli hareket eden 6 adet floresan ışığından başka/fazla ışık yok.

M.Akdağ : İlginç! Çok merak ettim yaptığın işi. O zaman bize biraz da oyunun sahne tekniğinde ve bu edebi metni sahneye aktarırken nasıl bir biçim kullandığını anlat?

M. Arslan : Yaklaşık yedi yıldır bu metinle sevişiyor, bir şey yapmayı düşlüyordum. Ama bende yavaş gelişiyor. O yüzden 35’ime kadar biriktirdim, şimdi harcıyorum galiba.

Son yıllarda metni, sahneyi hep bir yerleştirme kafası/algısı ile görüyorum. Burada da öyle oldu. Yıllar önce görsel sanatçı Erki De Vries’in bir işini izlemiştim. Tek bir floresan ışığı 30 metrelik bir ipte yavaşça hareket ediyordu. Âmâ hareket ederken ışığın aydınlattığı alanlar, kişilerin verileri yavaş yavaş beliriyordu, sonra tekrar karanlığa düşmeler. Bu fikri Erki ile alıp “sahneye nasıl hakim oluruz” sorusu ile yola çıkıtık. 10 metre çapında 6 ışıktan oluşan dev bir enstalasyon yarattık.

27

Buradaki floresanların hem çizgisel hareketleri ve hem de dairesel hareketleri oluştu. Bir de buna saat yönü, anti saat yönleri, hızları ve karartma/aydınlatma seçenekleri eklendi. Aslında şöyle geriye bakınca, çok karmaşık bir metin ve sahneleme yapısı bu yerleştirme ile daha kolay algılanabilir ve daha günümüze yakın bir hale getirmeye çalışıldı. Tabi metin ile bizim aramızda gidip gelen rüyalarda.

Ses de öyle.. Mesela seyircinin duyduğu tüm sesler enstalasyonun içinden geliyor, ya canlı (3 mini mikrofon var sahnede) ya kayıt ya da büyütülmüş sesler.. Her şeyin suyunu çıkarttık tabiri caiz ise. Bunu yapmayı seviyorum.

M.Akdağ : O zaman bize biraz da, bu enterasan çalışmayı yaptığın ekipten bahset istersen. Oyuncu ve teknik kadro ağırlıkla Belçika’dan galiba değil mi?

M. Arslan : Bu soruyu İyi ki sordun Murat. Deminden beri hep “ben” deyip duruyorum ama o aslında hep biz. Böyle projeleri yalnız yapmama imkan yok zaten. Büyük ekipler kurmak durumunda kalıyorum. Ama gittikçe daha fazla aynı sanatçılarla çalışmalar oluşuyor. Evet. Bence orada herkes sanatçı.

26

İşlerimde oyunculara da çok büyük isler düşüyor. Metnin yanında formlarla, felsefe ile, yerleştirmelerle, imgeyle, hareketle oynamak lazım. Ama sadece yüz ve duygu aktörlüğü yapan oyuncular için bu kolay değil. Sahnelemede de sürekli aynı insanlar var, görsel sanatçı ve stenograf olarak. Meryem Bayram, Lawrence Malstaf, Erki De Vries.

Ayrıca Işık çok önemli. Ama bence en önemlilerinin başında ve değişmezi de bu dairesel işleyen topraklardan, taşı toprağı altın olan bu şehirden geliyor.

Ata Ünal son yıllarda zevkle çalıştığım, dünyasına kafasına saygı duyduğum, aynı yöne bakabildiğimiz çok ender dramaturglardan. Onun için dramaturgi sadece metin değil. Ata hem doğu ve hem de batı entelektüalizmini biliyor.

Turan Tayar da teknik olarak yıllardır taaa Belçikalara geliyor İstanbul’dan. Belçika’da tekniker mi yok? Var ama Turan yok! Yani dairesel hareket eden teknik adam az. Bir de güzel insanlıklar eklendi mi bu yeteneklere. Dünyanın neresinde oldukları önemli değil buluşup bir iş yapıyoruz sonuçta. Ama ben şahsen röportaj yapsam önce Ata ve Turan ile yaparım.

Bizim yönetmenlerimiz Avrupa’da “Türk Festivalleri”nin gölgesinde oyun yarıştırırken bir dramaturg ve bir teknisyen yıllardır Avrupa’nın göbeğinde sanatsal yetilerini konuşturmak için maaşlı davet ediliyorlar 2, 3 aylığına. Bence bu başlı başına bir haber.

M.Akdağ : Valla haklısın. Ben Ata ve Turan ile röportaj yapma işini de listeme alayım o zaman.

M Arslan : İyi olur. Bu işle ilgili çok özel bir çalışma yaptılar. Anlatacak şeyleri vardır bece.

M. Akdağ : Peki, son olarak oyunun gösterim tarihlerini ve saatini ve yerini öğrenebilir miyim?

M.Arslan : Tabi… Gizli Yüz’ü, 6 Mayıs Cuma saat 20:30 da – 7 mayıs Cumartesi saat 15:00 de matine, 20:30 da suare – 8 Mayıs sat 15:00 de MODA SAHNESİ’nde oynuyoruz.

M.Akdağ : Ben Cumartesi günü matineye geleceğim galiba. Bu güzel röportaj için teşekkür ederim. Şimdiden iyi oyunlar.

M.Arslan : Asıl ben teşekkür edrim Oyundan sonra görüşmek üzere.

28-Murat Akdağ

 

Röportaj: Murat Akdağ

(Yeşil Gazete)

Kategori: Kültür-Sanat

İlginizi çekebilir

Comments

Comments are closed.