Kategoriler: Dış Köşe

Kürtlere akıl vermenin dayanılmaz hafifliği – Meltem Oral

Son günlerde Nuray Mert ve ona cevaben Sırrı Süreyya Önder’in yazılarının ardından çözüm sürecine ilişkin bir tartışma başladı. Aslında Nuray Mert’in yazısında sürece dair belirttiği kaygıları yeni değil. Üstelik konu sadece iki kişi arasındaki bir tartışma da değil. Esasen Nuray Mert’in yazısı ‘çözüm, diyalog, müzakere’ (adına ne derseniz deyin) süreci başladığından beri batıda sol, sosyalist, demokrat çevreler içerisinde geniş bir kesimin argümanlarının bir tekrarı.

Sürece dair ‘şüpheli’ yaklaşımlar birkaç temel argümana dayanıyor: “Demokrasi olmadan barış olmaz, AKP’yle barış olmaz (kısaca barış olmaz yani), neyin pazarlığı yapılıyor, Kürtler başkanlık sistemine onay mı verecek.”

Öncelikle çözüm süreci düz çizgide ilerleyen bir süreç değil. Çıkışları olduğu gibi inişleri de var. Küçümsenmemesi gereken kazanımların verdiği umut gibi Kobane eylemlerinin neticesinin verdiği karamsarlık da var. Söz konusu eylemler ne ‘AKP hep pek iyi’cilerin iddia ettiği gibi pogrom ne de bir iç savaş süreciydi. Bugüne kadar masada süren pazarlığın sokağa taşınmasıydı. İzlediğimiz masanın devrilmesinin sonuçlarına dair kısa bir fragmandı. Önemli olan sadece ‘çıkışlarda’ değil sürecin kendisine sahip çıkmak. O masanın kurulması ve öyle ya da böyle görüşmelerin bir yıldır devam edebilmesi 30 yıl sürdü.

Demokrasi olmadan barış olmaz ne demek?

‘Demokrasi olmadan barış olmaz’ fikrinin ileri sürülüşü yeni değil. İlk bakışta kulağa çok hoş gelen bir özlü söz gibi. Ancak bir gariplik var. Kürt halkı neyin müzakeresini yapıyor? Hakikatleri araştırma komisyonlarının kurulması, anadilde eğitimin kabul edilmesi, vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, Öcalan’ın koşullarının değiştirilmesi, barışın kalıcı olabilmesi için gerekli adımların atılması. Bütün bu başlıkların hayata geçirilmesi nasıl demokrasiden bağımsız olabilir? Bugün Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin tam kalbindeki mesele Kürt sorununun ta kendisidir. Dolayısıyla demokrasi ve barış birbirinden ayrı başlıklarla ele alabileceğimiz iki ayrı olgu değil. Sürece dair umutların tavan yaptığı dönem Batı’ya Gezi direnişi gibi kitlesel bir muhalefetin ihtimalini göstererek etki etmişti. Son haftalardaki ‘krizin’ yani çözümsüzlük ihtimalinin Batı’da siyaseti hızla polarize edebildiğini, kutuplaşmayı derinleştirdiğini görebiliyoruz. Bu ihtimal aynı zamanda Batı’yı topyekun demokrasi için mücadele etme konusunda paralize de ediyor. Sadece barış için değil mesela Validebağ’a sahip çıkmak için de veya ‘makul şüpheli’ yasasına karşı mücadeleyi de atıllaştırıyor.

‘Demokrasi olmadan barış olmaz’ özlü sözüyle ifade edilmek istenen aslında ‘Kürtler barış için müzakere ediyorlar ama AKP giderek otoriterleşiyor ne yani AKP’nin otoriter politikalarına onay mı veriyorsunuz ey Kürtler’. Bu bakış açısındaki en önemli sorun ‘mücadeleye’ dair. Yani mücadeleye inanmayan ve daha da fenası muhalefetin tüm sorumluluğunu Kürtlerin omzuna yükleyen bir anlayış bu. Kürt halkının talepleri karşılanıp da çözüm süreci nihayete erdiğinde dükkanı kapatacak mıyız? AKP’nin neoliberal, antidemokratik politikalarına karşı kitlesel bir muhalefet örülmesinin önündeki engel çözüm süreci mi? Hayır. Mücadele devam edecek. Nasıl Kürt halkı sabırla on yıllardır mücadele edip devleti masaya oturttuysa ve bu bile başlı başına önemli bir kazanımsa AKP’nin antidemokratik politikalarına karşı da aynı sabırla mücadele edeceğiz. Türkiye’deki ezilenlerin, işçi sınıfının bütün sorunlarının çözümünün bu masadan çıkmasını mı bekliyoruz? Öcalan’ın masada ‘YÖK yasa tasarısı’ için de mi müzakere etmesini bekliyoruz? Öcalan ‘gerillaların dönüşü güzel konu ama önce Validebağ’ı konuşalım yoksa masayı deviririm’ demesini mi istiyoruz? Bu tutumun mücadeleye güvensizlik ya da son sürecin getirdiği karamsarlığın neden olduğu bir kafa karışıklığından ibaret olmasını tercih ediyorum. ‘Öcalan masada demokrasiden taviz veriyor’ gibi bir yaklaşım bahsetmeye değmeyecek kadar çirkin. Barıştan yana olan kimsenin ‘Öcalan ve Önder fazla umutlu süreçten müzakere öyle olmaz’ diyerek nasıl barışılacağının aklını da Batı’dan vermeye kalkışacağına inanmak istemem.

AKP’yle barış olmaz

Kimle müzakere etmek istersiniz diye çoktan seçmeli bir soru soruldu da Kürtler ona AKP mi dedi? Son 30 yıldır herhangi bir hükümet döneminde değil de AKP döneminde müzakere ediliyor olmasından dolayı Kürtler kendini suçlu mu hissetmeli? Ne yazık ki bugün Öcalan masanın diğer tarafında AKP gibi bir partinin olması talihsizliğiyle baş başa. Keşke çözüm konusunda oyalayıcı davranmayan, şeffaf olan, barışın dilini tutturan, Kobane’yle dayanışan halkın şiddetle bastırılmasını savunmayan, müzakere ettiği gücü IŞİD’le eşitlemeyen bir parti olsaydı. Ama yok. Kılıçdaroğlu ‘Öcalan’la görüşülmesine karşıyım. Neden Öcalan?’ diye son bir haftadır tepinirken, Bahçeli Kürt sorununun çözümüne kafadan karşıyken AKP’yle barış olmaz diyenlerin önerisi ne? Bu argümanın ‘Kürtler daha makul, içimize sinen bir iktidar gelene kadar savaşmaya devam etsin’den başka gideceği bir yer yok. Dört dörtlük bir müzakerenin nasıl olacağına dair parlak bir fikri olan varsa kendine saklamasın, herkesle paylaşsın. Çünkü sadece ‘AKP’le barış olmaz’ demek ‘Öcalan masayı devirsin ve savaş devam etsin’ demekten başka bir şey değil.

Kendi ev ödevimiz

Bu tutum kendi ev ödevimizi Kürt hareketine havale etmektir. Bugüne kadar barıştan yana olan, çözüme sahip çıkan, hükümetin meseleyi sadece ‘güvenlik sorunu’ olarak ele alan yaklaşımına karşı Kürt halkının taleplerinin gerçekleşmesini savunan kitlesel bir barış hareketinin Batı’da inşa edilememiş olmasının sorumluluğu Kürt hareketinde değil. AKP’nin özellikle de Erdoğan’ın nobranlığına, yolsuzluğuna, demokratik muhalefet hakkını gasp eden otoriter yasalarına karşı mücadeleyi örmek Batı’da kendine sosyalist, demokrat diyen herkesin ödevidir. Bu mücadele boşluğunun getirdiği sıkıntıları Kürt halkının siyasi temsilcilerinin omzuna yüklemek sadece çözüm sürecine karşı olanların işine yarar. Kürt hareketi elbette eleştirilebilir. AKP liderliğinin ve kalemşörlerinin el birliğiyle HDP’yi karalama kampanyası başlattığı şu dönemde Kürt halkının ihtiyacı olan şey akıl değil omuz verilmesi. Bu omuzun en somut ifadesi Batı’da barış isteyenlerin çözüme sahip çıkan sesinin gürleştirilmesi. Batı’yı barış için örgütlemek. Bu örgütlenilmedikçe yapılan eleştiriler aksi iddia edilse de son derece kibirli, elit ve tepeden kalıyor.

“AKP’yle barış olmaz” diyenler sürece dair gelişmelerde ‘somut adım at AKP’ diye hükümete yükleneceklerine coşkuyla ‘hah gördünüz mü bu hükümetle olmaz işte’ diye Kürt hareketine sesleniyorlar. Hükümete somut adım atması için basınç oluşturacak bir barış hareketini örmeye harcanabilecek enerjilerini Öcalan’ı, Demirtaş’ı, Önder’i yermekle harcıyorlar. Madem çözüm masasının devrilmesini istemiyoruz, madem o ‘tıynette’ değiliz Batı’daki bütün emek örgütlerine, barıştan yana olan bütün kesimlere çözüm sürecine, süreçte Kürt halkının taleplerine sahip çıkmaları için seslenelim. AKP’nin neoliberal, güvenlikçi politikalarına karşı antikapitalist bir hareket inşa ederken bu hareketin elinin Diyarbakır’dan uzanan barış elini tutması için çaba harcayalım. Kendi ev ödevimizi hakkıyla yapmamışken Kürt hareketini sınava tabi tutmaktan vazgeçelim.

Bu yazı marksist.org/ dan alınmıştır

 

Meltem Oral

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar