Köşe Yazıları

Halkların Demokratik Kongresi

0

Halkların Demokratik Kongresi, geçen hafta sonu, Kıbrıs’ta askerlik yaparken konduğu disiplin koğuşunda işkence gören 21 yaşındaki Uğur Kantar GATA askeri hastanesinde öldükten 3 gün, BDP’li 5 belediye başkanı görevden uzaklaştırıldıktan 1 gün sonra; ve PKK, Bitlis’te üçü sivil sekiz kişinin ölümüne neden olan bombayı patlattıktan 2 gün, Çukurca’da 24 askeri öldürdükten 3 gün, TSK, sınır ötesi kara harekatı başlatıp savaşı iyice tırmandırdıktan 4 gün önce toplandı.

Bana “sen neden bu Kongre’ye delege oldun?” diye sorarsanız, cevabım budur.

Bu berbat devlet, belki biraz demokratikleşir. Bu savaş belki durur. Belki bir katkımız olur.

***

Kongre çalışmalarının bu noktaya gelebilmesinin (ve belki de başlayabilmesinin) iki nedeni vardı: 1- Yeni girişim, kendini önceki solda birlik ve Çatı Partisi denemelerinden açıkça ayırmayı başardı. 2- Blok bileşenleri 12 Haziran seçimlerindeki başarılı sonucun rüzgarını arkasına alabildi. Türkiye’de solun en önemli iki zaafının aşılmasıydı bu: Toplama işlemi gibi yapılan birlik anlayışının ve yenilgilerden beslenme alışkanlığının…

Sonuçta, Kongre Girişimi sadece 2 aylık bir hazırlık sürecinin sonucunda Halkların Demokratik Kongresi’ne dönüştü. Şimdi önümüzde gerçek bir Kongre kurmak için sabırlı ve (artık) aceleye getirmeden olgunlaştırmamız gereken bir süreç var. Bu süreci başarıyla geçirirsek, o zaman üzerinde birlikte mücadele edeceğimiz bir zemin elde etmek için tarihi bir adım atmış olacağız. Çünkü bize çatı değil, zemin lazım. Bu girişim, bize bu zemini sağlayabilir.

***

15-16 Ekim’de yapılan Kongre kuruluş toplantısında Divan üyesi olduğum için, yaşanan heyecanı da, hayal kırıklıklarını da iki gün boyunca hiç kaçırmadan izleyebildim. Türkiye’nin her yerinden gelen sekiz yüzü aşkın delegenin, coşkuyla ve “belki bu sefer olur” heyecanıyla Kongre’ye katıldığı açıktı. Herkes söz almak, ya da bir şekilde kendini ifade etmek için yarıştı. Kimse seyirci kalmaya gelmemişti. Divana söz istekleri, karar önerileri, değişiklik önergeleri yağdı. Neredeyse hiçbir konu tüketilene kadar tartışılamadı, ama insanlar etkili olabileceklerini düşündükleri bir ortamda olduklarını hissettiler. “Buradan bir şey çıkmaz” kötümserliği hakim değildi. Bu, Kongre’ye, daha yola çıktığı gün açılan büyük bir kredidir. Kıymetini bilmek gerekir.

Öte yandan gerçekten demokratik usullerde işleyen, her şeyin sonuna dek şeffaf ve açık olduğu, herkes her konuda aynı fikirde olmasa da, en azından herkesin her şeyin farkında olduğu bir Kongre başlangıcı yapamadık. Bunun en önemli nedeni bu kadar iddialı bir organizasyonun, delege seçiminden program ve tüzük yazımına, pankartların hazırlanmasından, para bulunmasına kadar her şeyiyle, iki aydan kısa bir sürede başarılmasıydı. Bu kadar kısa bir sürede bu kadar zor ve iddialı bir işe kalkışınca, bu tür bir organizasyonda izlenmesi gereken en basit usuller aksadı. Benim de içinde bulunduğum hazırlık grubunun ağırlığı, delegeleri rahatsız edecek kadar fazla oldu.

Ancak bu durumu aşmak, eğer istenirse, o kadar da zor değil. Hazırlık daha uzun zamana yayılsaydı bile, herkesin birbirini tanımadığı, bu kadar farklı kesimlerin buluştuğu bir organizasyonun ilkinde büyük aksaklıklar yaşanması kaçınılmazdı. Yapılması gereken şey bundan böyle tam katılımcı, tam şeffaf ve her şeyi usulü dairesinde yapan bir işleyiş kurmak. Hemen, her şey mükemmel olacak diye beklememek, eski alışkanlıkların su yüzüne çıktığı noktalarda bile, herkesin değişebileceğine inanmak gerek. Biz dünyayı değiştirmek için mücadele ediyoruz, birbirimizi mi değiştiremeyeceğiz?

***

Kongrenin ismine ağırlığını koyan “halklar” vurgusunun ilginç bir nokta olduğunu vurgulamalıyım. Benim de aralarında bulunduğum bir grup delege “Demokratik Kongre Hareketi” gibi ideolojik yükü olmayan, çok daha jenerik bir isim önermiştik. Hatta kongreye sadece “Kongre” diyelim diyenler de oldu. Ancak herhalde tam da bu nedenle bu önerimiz heyecan yaratmadı. Bu kadar nötr bir isim önerisinin, insanların coşkusuna denk düşmemesini ve heyecan yaratmamasını anlamak mümkün. Peki neden “halklar” vurgusu bu kadar coşkuyla benimsenmiş olabilir?

Ben bunu iki noktaya bağlıyorum. Birincisi “halk” kavramının sol-sosyalist gelenekteki kullanım biçimi. 1989’dan itibaren yıkılmaya başlayan Halk Cumhuriyetleri’ni hatırlayın… Halk kavramı, işçileri, yoksulları, ezilenleri, yani egemen burjuvazi dışındaki kitleyi imâ ediyor. Böyle bir tarihsel-ideolojik gönderme beni pek heyecanlandırmasa da, bileşenlerin ve delegelerin hatırı sayılır bir bölümü bu gelenekten geliyor, bu nedenle halk vurgusunun anlaşılabilir bir vurgu olduğu söylenebilir. Ama tabii yaşadığımız post- “kimlik mücadeleleri” dönemi, tekil bir “Halk” vurgusunu imkansız kılıyor. O yüzden bildiğimiz halk, birdenbire halklar oluyor.

İkinci nokta, işte tam da bu çoğul ekiyle başlıyor. Kendilerini etnik aidiyetleriyle, anadilleriyle veya inançlarıyla tanımlayan geniş kesimler var. Bu kesimler bugüne dek tekil-monolitik devlet anlayışının baskısı altında görünmez kılınmışlar. Kürt hareketinin Türkiye’ye demokratikleşme yönündeki katkısından sonra yaptığı en büyük ikinci katkı, ezilen kimliklerin özgürleşme yoluna girmesi olabilir.

Kongre’nin ilk gününde, açılışta, Türkiye’de konuşulan ondan fazla dilde yapılan selamlama sahnesi görülmeye değerdi. Sadece Kürtçe değil, Süryanice, Ermenice, Pomakça, Lazca, Romanca vb. çok sayıda dilden, herkesi duygulandıran bir selamlamayla açıldı Kongre. Duvarda da yine bütün bu dillerde Birleşiyoruz! Yazısı vardı. İşte bu dil, etnisite, inanç kimliklerinin ve bu kimliklere sahip “halklar”ın Türkiye tarihi boyunca yaşadıkları eziyetlerle yüzleşmenin önemi, kongrenin ismine de damgasını vurdu.

Bu nedenle çok daha geniş kesimleri bir araya getirmesi amaçlanan Kongre’nin isminin sosyalist geleneğe ve kimliklere doğrudan selam göndermesi biraz fazla olsa da (ve halklar kelimesi, toplumsal hareketlerin tamamına dair bir göndermeye sahip olmasa da), ben bile şimdiden bu ismi benimsedim.

Şimdi önemli olan, Halkların Demokratik Kongresi’ni, örgütlerin ve kadroların kongresi olmaktan bir an önce kurtarmak ve gerçekten halkların kongresi kılabilmek.

***

Halkların Demokratik Kongresi, Türkiye’nin geniş emekçi ve ezilen kesimlerinin, ekoloji hareketlerinin, gençlerin, etnik ve inanç kimliği mücadelelerinin, kadınların, farklı siyasi anlayışların, LGBT hareketleri, antimilitaristler, vicdani retçiler gibi alternatif hareketlerin buluşma, hükümete ve sisteme karşı muhalefetin bir araya gelme, yeni bir ülke, yeni bir dünya kurmak için belki de ilk kez birbirine güvenme ve ortak davranma zemini olmayı hedefliyor.

Kongre’nin bu hedefe varabilmesi için bağımsızların, ekolojistlerin, anti-otoriterlerin, feministlerin ve alternatif hareketlerin Kongre içinde çok daha güçlü bir şekilde yer alması gerekiyor. Kuruluş aşamasında Kongre Girşimi’ne şüpheyle yaklaşan aydınların ve akademisyenlerin, liberal-solun ve hatta liberal demokrat ve demokrat müslüman kesimlerin Kongre’ye katkıda bulunmalarının yollarını bulmak gerekiyor. Kongre ancak bu şekilde “yeni” ve “esas” muhalefet odağı olabilir.

Kendi adıma Kürt sorununda şiddetsiz çözümün (yükselen savaşa rağmen) yavaş yavaş farklı kesimler tarafından dillendirilmeye başladığı bugünlerde, Kongre’nin de şiddetsizliği açık yüreklilikle tartışmaya başlayacağını umuyorum. Kürt siyasi hareketinin demokratik özerklik iddiasını “yerinden yönetim ve bölgesel özerklik projesi” olarak bütün Türkiye’ye yaymak da, Kongre’nin hedeflerinden biri olmalı.

***

Bugün Türkiye’de sisteme meydan okuyan iki hareketten birinin ekoloji mücadeleleri olduğu konusunda (diğeri elbette Kürt hareketi) artık hemen herkes birleşiyor. Ekoloji hareketlerinin bambaşka dinamikleri var. Ekoloji hareketlerinin politikleşmesi (ve bu arada sistem içi siyasi dinamiklerden bağımsızlaşması) da hiç kolay değil.

Kongre hareketinin önüne koyduğu en zor hedeflerden biri ekoloji hareketleriyle diğer toplumsal ve siyasal hareketleri buluşturmak. Hatta ekoloji hareketlerini birbiriyle buluşturmak bile iddialı bir hedef sayılabilir. Hazırlık sürecinde bu buluşmaya dair adımlar atıldı. Kongre’de de devam edeceğine inanmamak için bir neden yok.

Ekoloji hareketleri ve yeşil politika, Kongre hareketi için bir renk olarak görülmemeli. Yola çıkarken, daha önce denenmemiş bir işe giriştiğimizi söylemiştik. Böyle bir buluşma zemini nereye gidebilir, neleri başarabilir, ucu hala açık olan, cevabı belirsiz bir soru.

Ancak ekoloji mücadelelerini birbiriyle buluşturmak ve yeşil hareketle buluşmak da, bence Kongre’nin, en az barışın dilini yükseltmek kadar iddialı hedefi olmalı.

You may also like

Comments

Comments are closed.