Kategoriler: Dış Köşe

Dersimiz gazetecilik, konumuz ekoloji – Pelin Cengiz

 

Yeryüzünün aslında ısınmadığına, hatta mini buzul çağının yaklaştığına ilişkin haberler sizce neden bu kadar yaygın?

Bilmem dikkat ettiniz mi, son yıllarda Türkiye’de farklı şehirlere ilişkin giderek daha fazla çevre, doğa ve kent tahribatından, ülkeyi baştan sona zapt eden fosil yakıt endüstrilerinin yarattığı kirlilikten, kentlerin sorunlarını çözmek yerine yeni rant ve talan alanları açan ulaşım projelerinden söz ediyoruz. Gündemimiz bir gün herhangi bir bölgedeki orman katliamı olurken, hemen ertesi gün endüstriyel atıkların nehirleri kirletmesi ya da HES, termik santral, nükleer karşıtı mücadele verenlerin uğradığı zulüm veya madenlerde yüzlerce insanın katledilmesi oluveriyor. Hızla kalkınan, büyüyen bir ülkede tüm bunlar normal bir sürecin parçası gibi görülürken, tanıklık ettiğimiz bu yakıcı gerçeklikleri en fazla bir hafta sonra unutuyoruz.

Kuraklıktan, su kaynaklarının kirlenmesinden ve giderek yok oluşundan, tarımın içinde bulunduğu çıkmazdan, sel baskınlarından, soyu tükenen türlerden, aşırı iklim olaylarından, atmosfere saldığımız karbon emisyonlarından, bir türlü değiştirmek için adım atmadığımız üretim ve tüketim alışkanlıklarımızdan konuşmak, günlük alışkanlıklarımızı sorgulamak pek işimize gelmiyor. Örnekleri çoğaltılabilecek tüm bu saydığım konularla ilgili genel algılarımız ve kanaatlerimiz, şüphesiz farklı medya araçlarından edindiğimiz bilgilenme ile gerçekleşiyor. Tam bu noktada, spesifik olarak ekoloji ve medya ilişkisini, medyada çevre, doğa ve kent haberciliğini, medyanın bu meseleleri kendi içinde algılayış ve sunuş biçimini detaylandırmak istiyorum.

Bu saydığım ekolojiye dair meselelerin çok büyük bir bölümü günümüz dünyasının kapitalist ekonomik modelinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı için, bu haberler genellikle ekonomi sayfalarının, kısmen dış haberlerin ya da toplum/yaşam sayfalarının konusu oluyor. Ekonomi gazeteciliği disiplininden gelen biri olarak, topyekün ekolojiyi ilgilendiren haberlerin hangi ezberlerle, hangi doğru bilinen yanlışlarla ele alındığını anlatmaya çalışacağım.

Ekonomi haberciliği, klasik iktisat teorisinin bize anlattıklarından çok farklı icra edilmiyor. Ülkelerin ne kadar büyüdüğüne, o ekonomilerin yatırım çekip çekemediğine, ne kadar istihdam yarattığına, cari açığına, para biriminin güçlü olup olmadığına, üretim, tüketim ihracat, ithalat ve tasarruf rakamlarına bakarak, haberin içeriğini oluşturuyorsunuz. Dünyadaki genel algının bir uzantısı olarak, Türkiye’de de ekonomiyi büyütmek, istihdam yaratmak için gerekli olan şeylerin temelde yeni sanayi ve enerji yatırımları olduğu düşüncesi hâkim. Hemen her gazetedeki inşaat, gayrimenkul, enerji sayfaları da bu yapıyı destekler nitelikte.

Ekonomi ile ekoloji arasında birbiriyle çelişen bir ilişki varmış gibi bir algı yaratılmasının ardında, doğanın metalaştırılarak ekonomik düzenin kâr hırsına teslim edilmiş olması yatıyor. Endüstrileşme ile gezegenin kapasitesinin sınırlarına dayandığımızı ne kadar fark edebiliyoruz? Fark ettiğimiz noktada üretim ve tüketimde gelenekselleşmiş alışkanlıkları değiştirmek için ne yapıyoruz? Burada ortaya çıkan en büyük çelişki, doğal kaynakların sonsuz olduğu ve ekonomik kalkınma için doğanın insanın kullanımına sunulduğu temel yanılgısıdır. Bu yanılgıyı aşabilmenin birinci adımı, doğal kaynakların sonsuz olmadığını, çevresel konuların tüm insanlığın meselesi olduğunu, evrenin de herkesin müşterek yaşam alanı olduğunu kabul etmekten geçiyor. Bir diğer önemli yanılgı da, ekolojiyi içeren konulardaki hassasiyetlerin ekonomik büyümenin önündeki en büyük engellerden biri olarak görülmesi.

Haberlerin verilişinde de birkaç unsur öne çıkıyor. Bunların en belirgin olanları arasında, sayfalarda haberleri kısa veya küçük görme, sayfada boş kalan yerler için dolgu malzemesi olarak kullanma, haber dilini magazinleştirme, propaganda malzemesi haline getirme, konuyu gerçek boyutundan ve bağlamından koparma gibi unsurları sayabiliriz. Bu haberlere gereken duyarlılığı göstermek, farkındalık yaratmak ve medyanın temel görevi olan kamuoyunun bilgilendirme görevini yerine getirmek zorundayız. Bu haberleri sayfalarda kısaltmak, kesip biçmek aslında bir anlamda geleceğimizi kısaltmak demek.

Ekoloji meselesine ilişkin haberlerin sunumuna yönelik yukarıda saydığım yanlışlara gerek uluslararası alandan gerekse Türkiye’den birkaç çarpıcı örnek vermek istiyorum. Medyanın en sevdiği haberlerin başında küresel iklim değişikliğinin olmadığını iddia eden haberler geliyor. Yeryüzünün aslında ısınmadığına, hatta mini buzul çağının yaklaştığına ilişkin haberler favoriler arasında. Bunlar, ağırlıklı olarak iklim değişikliğinin en büyük müsebbibi konumundaki fosil yakıt endüstrisine ait şirketler tarafından finanse edilen kuruluşların sözümona bilimselmiş gibi sızdırdığı haberler oluyor. Bu tür haberlerin, genellikle güvenilirliği son derece tartışmalı, asparagas haberciliğin kalesi konumundaki Daily Mail gibi gazetelerde yer alması da tesadüf olmasa gerek. Türk medyasının anlı şanlı gazetelerinin de herhangi bir sorgulamaya, uzman görüşü almaya gerek duymadan bunları manşetlerine taşıdığına yılda birkaç kez tanık oluyoruz. Yine bir diğer örnek de Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesine ilişkin. Buzulların erimesiyle yeni enerji rezervleriyle ilgili daha rahat arama çalışması yapılabilecek olması ya da Uzakdoğu’dan Batı’ya giden gemilerin rotalarının kısalacak olması müjdeli bir haber olarak sayfaları süslüyor.

Buzulların eriyip suların yükselmesiyle haritadan silinecek küçük ada devletleri çok uzakta ve iklim değişikliği sadece onları ilgilendiriyormuş gibi yapmak işimize gelirken, Gökçeada’nın sele ve su taşkınlarına esir olmasının iklim değişikliğinin bir sonucu olduğunu kimse aklından geçirmiyor. Yine aynı şekilde Keban Barajı Gölü’nün 40 yıl sonra kuraklık nedeniyle kuruması sonucu daha önce balıkçılık yapanların şimdi kuruyan alanda tarım yapıyor oluşunun iyi bir haber gibi sunulmasının ardındaki, yine medyadaki bilinç ve bilgi eksikliğinden başka bir şey olmasa gerek…

Çevre alanında habercilik yapmak üzere yola çıkan gazetecilerin hemen hepsi kendi kişisel ilgi alanlarını profesyonelliğe çevirmiş gazetecilerden oluşuyor. Ekoloji gazetecileri, hem kamuoyunu bilgilendirme hem de farkındalık ve bilinç yaratma işlevini aynı anda icra ediyor. Uzmanlaşma için hem uluslararası alanda hem de yerel düzeyde bilgi sahibi olmak, hukuksal ve yasal süreçleri takip etmek, bu alana ilişkin raporları değerlendirmek, literatür bilmek gibi gerçek anlamda bilgiyle donanmak zorunda. Ama bu bilgilerin ve raporların pek çoğu el altında bulunmuyor, neredeyse bir akademisyen gibi ya da bir arkeolojik çalışma gibi iğneyle kuyu kazarak, bilgiye erişmek, eriştiği bilgiyi süzerek ondan kamuoyunu aydınlatmaya yönelik bir haber oluşturmak çok kolay değil. Bilgilendirme görevini ifa ederken Türkiye gibi ülkelerde hain, kalkınma, büyüme karşıtı, ülkenin gelişmesini istemeyen lobilerin adamı yaftalarına maruz kalmak da cabası.

Özetle, Türkiye’de gazetecilik giderek zor icra edilen bir düzlemde ilerlerken, iktidarın futürsuz kalkınmacı politikalarına çomak sokan ekoloji gazetecilerinin işi çok daha zorlaşıyor.

Pelin Cengiz – www.platform24.org

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar