*Osmanlı ordusundaki Ermeni askerleri, 1915
2015’in yaklaşmasıyla birlikte, bir süredir Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümünü farklı gündemlerle karşılaştırmalı bir çerçevede ele alma çabalarındaki artış dikkat çekiyor. Bu noktada özellikle 100. yıldönümü aynı tarihe denk gelen Çanakkale Savaşı’nın Soykırım anmaları ile karşı karşıya getirilmeleri söz konusu. Bu yaklaşımın resmi siyasetteki en belirgin işareti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun iki yıl önce katıldığı bir toplantıdaki şu açıklamasıyla verildi: “Bütün dünyaya 2015 yılını tanıtacağız. Bazılarının iddia ettiği gibi ve iftira ettikleri gibi bir soykırım yıldönümü olarak değil, bir milletin şanlı direnişinin, Çanakkale direnişinin yıldönümü olarak tanıtacağız.”
Acıları mukayeseli ele almanın ahlâki sorunu bir yana, söz konusu yaklaşımın siyaseten de çok sakıncalı bir yanı var. Zira resmi tarih bahsetmekten imtina etse ve Ermenileri ‘ihanet’ etiketiyle yaftalamak istese de, Çanakkale’de pek çok gayrimüslim asker Osmanlı’yı savunmak için savaştı ve canını feda etti.
Tarihin bu fazla konuşulmayan alanı için Prof. Ayhan Aktar’ın yayına hazırladığı ‘Yüzbaşı Sarkis Torosyan Çanakkale’den Filistin Cephesi’ne adlı kitabı bir fırsat ifade ediyordu. Ancak Çanakkale’de savaşan Sarkis Torosyan’ın hikâyesi, kitabın ekseninde ortaya çıkan polemiklerin gölgesinde kaldı. Oysa Osmanlı Ordusu için savaştıktan sonra ailesi Suriye çöllerine sürülen Torosyan, bu iki acının birleştiği esas zemini anlatmak için çok uygun bir örnekti.
II. Meşrutiyetle birlikte Osmanlı Ordusu’na kabul edilmeye başlanan gayrimüslimlerin katkıları ilk başlarda İttihatçılar tarafından övgüyle karşılanmıştı. Alman misyoner doktor Johannes Lepsius, tarihe şu manidar kaydı düşecekti: “Harbiye Nazırı Enver Paşa Şubat ayında Kafkas cephesinden İstanbul’a döndüğünde katıldıkları mücadelede Ermeni alayının sergilediği örnek davranış ve cesaretten dolayı Ermeni Patriği’ne özel memnuniyetini belirtti…”
Bu yıl da 18 Mart’ta Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 98. yıldönümü anılmaya hazırlanırken, farklı kaynaklardan derlediğimiz Çanakkale Savaşı’nın gayrimüslim askerlerine ilişkin haberimizle tarihin bu boşluğuna katkıda bulunmayı diliyoruz.
‘Öteki’ askerlerin anlatılmamış hikâyesi
Milliyet gazetesinden Mehmet Gündem, 2005’te ‘İmparatorluğun Öteki Çocukları Gayrimüslim Vatan Şehitleri’ başlıklı yazı dizisinde Çanakkale’de 105 gayrimüslim askerin şehit olduğunu belirterek şöyle demişti:
“Bizde ‘Mehmetçik’ kavramının çağrıştırdığı isimler Ahmet, Mehmet, Ali, Mustafa olmuştur. Bu ülkede yüzyıllardır birlikte yaşadığımız gayrimüslimler var. Osmanlı’da paşa konumuna kadar yükseldiklerini, padişahların özel iltifatlarına mazhar olduklarını biliriz, ama onların isimlerini biz ‘Mehmetçik’ içinde saymıyoruz. Sanki savaş zamanı bu insanlar cepheye hiç uğramamış, aniden ortalıktan kaybolmuş gibi bir kanaat oluşmuş. İmparatorluğun öteki çocukları, Osmanlı’yla aynı kaderi paylaştılar. Çanakkale’de, Filistin’de, Şark Kafkas cephelerinde, Irak’ta, Galiçya’da, Romanya’da, Yanya’da, Sırp Karadağ’da… Mehmetçik’le omuz omuza çarpışan, aynı siperde ruhunu teslim edenler arasında İsak, İlya, Simon, Mihail, Yuala, Murdaray, Nesim, Kasapyan, Yanko, Kostanti, Yorgi, Yakup, Agop, Bedros, Dimitri, Esteban, Liyon, Kirkor, Berho, Hıristo, Mişon, Sarafyan, Lahdo, Savme de vardı.”
Karşılıklı çarpışan Pastırmacıyan kardeşler
Rober Koptaş, New York’ta yapılan Ermeni-Türk Araştırmaları Çalıştayı’ndaki sunumunda Erzurumlu Pastırmacıyan kardeşlerin hikâyesini paylaşmıştı. Biri, Rusların yanında Osmanlı’ya karşı savaşan eski mebus Karekin Pastırmacıyan, diğeri ise Mekteb-i Harbiye mezunu, Ruslara karşı Osmanlı ordusunda çarpışırken yaralanan kardeşi subay Vahan Pastırmacıyan…
Karekin Pastırmacıyan’ın, anılarında Vahan adlı biraderinden söz ettiğini bilen Koptaş, aynı Vahan olması kuvvetle muhtemel bir kişiye, Tuğgeneral Ziya Yergök’ün anılarında rastlamış. Ardından, Hratch Tarbassian imzasıyla, 1975’te ABD’de yayımlanan ‘Erzurum’ kitabında, iki kardeşi birlikte gösteren aile fotoğrafına ulaşmış. Bu fotoğrafta, Osmanlı üniformasıyla görülen Vahan Pastırmacıyan, Sarıkamış’ta Ruslara karşı, o zaman binbaşı olan Yergök’ün komutasındaki 83’üncü Alay’da savaşmış. Sami Önal tarafından yayına hazırlanan ve Remzi Kitabevi’nce 2005’te basılan ‘Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları: Sarıkamış’tan Esarete’ kitabında şu ifadeler yer alıyor:
“Alay’ın atılgan, değerli subaylarından biri de Meşrutiyet döneminde İstanbul Harbiyesi’ni bitiren Asteğmen Erzurumlu Pastırmacıyan Vahan’dı. Bu subay Köprüköy muharebesinde bacağından yaralanmıştı.”
* Ünlü Ermeni araştırmacı Hagop Siruni Osmanlı ordusundaki redif subaylarıyla beraber, (1914)
215 tabip şehidin 82’si gayrimüslim
Albay Adnan Ataç’ın, ‘20. Yüzyılda Şehit Olan Türk Sağlık Subayları’ adlı kitabında yer verildiği üzere, 1918’e kadar askeri hekim olarak görev yapan Mazhar Osman’ın Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi İstatistik Şubesi’nden aldığını belirttiği listedeki 215 şehidin 82’si gayrimüslimdi. Bir tıp kongresinde Mahzar Osman, “Her yerde her vesile ile yaşamaya layık olan o fedakâr isimlerin, onların en ziyade acıyan, hatıraları ile en ziyade yaşayan siz efendilerimin huzurunda tekrarı farzdır. Listeyi işte kemal-i teessürle (üzüntüyle) okuyorum. Şüheda-yı müşarün ileyhimin (adı geçen şehitler) hatıralarını tazimen ayağa kalkmanızı rica ederim” diyerek hayatını kaybetmiş bu değerleri meslektaşları ile birlikte anmıştı.
* Galatasaray Lisesi’ndeki “Şehit olan Galatasaraylılar” köşesinde pek çok gayrimüslimin adı var.
Galatasaraylı gayrimüslim şehitler
Galatasaray Lisesi’nin içinde ‘Vatan Uğruna Şehitlerimiz’ başlığıyla yer alan özel bölümde Galatasaraylı şehitler anılıyor. Onların içinde gayrimüslimler de var. İşte onlardan ikisinin hikâyesi:
Mıgırdiç Dikranyan: Mekteb-i Sultani II. sınıf talebesi ve kulübün I. takım futbolcularından olduğu halde I. Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katılır. Temmuz 1916’da Bitlis’te şehit olur.
Agop Elmasyan: 1880 Mekteb-i Sultani mezunudur. 60 yaşında olmasına rağmen I. Dünya Savaşı’na gönüllü doktor olarak katılır. Çanakkale’de yaralıları tedavi ettiği sırada, bombardıman sonucu 23 Şubat 1918’de şehit düşer.
Yüzbaşı Dr. Parunak Avedisyan Gümüşhane’de ‘nasıl kayboldu?’
Sarkis Seropyan
İzmit eşrafından, tanınmış bir aile olan Avedisyanlar, kentin kalburüstü Beyazyan ailesinden gelin aldılar evlerine. Zaruhi, bu ailenin İstanbul Kadırga Askeri Tıbbiyesinden mezun oğlu Doktor Parunak’la evledi. Doktorun önce Karadeniz sahilinde Polathane’ye ardından da Gümüşhane’ye tayini çıkınca, dört çocuğunu ayrı yerlerde dünyaya getirdi.
Önce evinin direğini, orduda Yüzbaşı rütbesiyle görev yapan Tabip Parunak Avedisyan’ı alıp götürdüler. Ninem Zaruhi, gece olup da doktor eşi eve gelmeyince, tanıdığı ‘hatrı sayılır’ kişilere başvurdu. Birileri Gümüşhane çıkışındaki vadide cesetler gördüğünü, doktorun da aralarında olabileceğini fısıldadı kulağına. İnanmadı söylenenlere, olmazdı öyle şey, olamazdı. Tabip yüzbaşıydı o, devletin zabiti, ta Bayburtlara kadar hastalanan herkesin yardımına koşardı. Ancak bir daha geri dönmedi doktor, dönemedi.
Emre Ertani – Agos