Kategoriler: ManşetTürkiye

“Çamlıca Camisi, İslam’ın ruhuna aykırı”

AKP’nin Çamlıca Camisi projesi, sadece liberal ve solcu yazarlar arasında değil, muhafazakarlar yazarlar arasında bile tartışılıyor. Muhafazakar camianın iki gazetesinin iki kıdemli yazarı ilginç bir tartışmaya tutuşmuş durumda: İslam ruhu büyük camilerde midir, mütevazi mescidlerde mi?

Zaman gazetesi yazarı A. Turan Alkan, AKP’nin Çamlıca tepesine büyük bir cami yapma projesini eleştirmiş, Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren’den sert bir tepki almıştı. Taşgetiren’e yanıt veren A. Turan Alkan, Müslümanların “bağırarak korkuyu bastırma ihtiyacı” içinde olduğunu söyledi:

“Eleştirdiğim şey, özellikle yeni oluşan semtlerde haddinden fazla iri tutulmuş camiler ve yüksek tutulmuş çok şerefeli minare inşasının, şuuraltımızın çok derinlerde yatan bir korkunun beslediği bağırma (Bağırarak korkuyu bastırma ihtiyacı) duygusu ile bir meydan okuma gösterisine dönüştürülmesidir.”

Alkan’ın bunun dışında “İslâm’ın asıl ruhu mahalle camilerindedir, sokak aralarındaki mütevazı mescidlerdedir” sözleriyle cami projesine karşı çıktı:

“Geçenlerde “Muhafazakâr bir ağabey”imiz, ismimi zikretmeden, “Başbakan’ı severim ama Çamlıca’yı daha çok severim” başlıklı yazımı eleştirdi. Kendisini de severim, hürmetim vardır ve devam ediyor. Nezaket kasdıyla ve kırgınlık olmasın endişesiyle isim zikretmemiş ise aynı gerekçelerle ben de bu abimizin adını zikretmiyorum.

Çamlıca’ya iktidar inisiyatifiyle ve devlet bütçesinden cami yaptırılmasını “Meydan okuma” diye nitelendirdiğimi hatırlatarak, bu tavrı anlamadığını, Süleymaniye’nin, Fatih Camii’nin, Sultanahmet’in ve Ayasofya’nın İstanbul’un hakim tepelerine yapıldığını belirten muhafazakâr ağabeyimiz, aynı uygulamanın Anadolu yakasında da devam ettiğini, Mihrimah’ın, Yeni Valide’nin, Şemsipaşa Külliyesi’nin teşkil ettiği emsalsiz siluetle İstanbul’un kendini dünyaya sunduğunu ileri sürdü. Ona göre bu bir kimlik seslenişi idi.

Bu satırları okuyanlar, benim İstanbul’un bol kubbeli, minareli karakterinden rahatsız olduğumu zannedebilir. Hiç alâkası yok, aksine bayılıyorum. Eleştirdiğim şey, özellikle yeni oluşan semtlerde haddinden fazla iri tutulmuş camiler ve yüksek tutulmuş çok şerefeli minare inşasının, şuuraltımızın çok derinlerde yatan bir korkunun beslediği bağırma (Bağırarak korkuyu bastırma ihtiyacı) duygusu ile bir meydan okuma gösterisine dönüştürülmesidir.

Bu fikri eleştirmek için Selimiye, Süleymaniye, Yeni Valide gibi Selâtin camilerini örnek göstermeyi anlamlı bulmuyorum. Elbette cami yapılırken şehrin ruhuna, karakterine, görünüşüne “Güzellik, hoşluk” katması hesab edilir, hatta hesap edilmelidir. Mesele şurada: Biz vaktiyle dedelerimizin macun gibi yoğurduğu ve şekil verdiği güzelliği yeniden üretemiyoruz (niçin, cevap isterim), tekrar ve taklitte bile muvaffak olamıyoruz. Türkiye’nin her yerinde birbirinden çirkin, berbat camiler yaptık; bunları “İslam-Türk medeniyetine birer katkı”dır diye dünyaya sunabilir miyiz?

Kaldı ki, İslâm’ın ruhunu ve karakterini zannedildiğinin aksine otuz bin kişilik iri meydan okuma eserleri vermez; hattâ hatta İstanbul siluetine bir yüzük kaşı gibi yakışan Selâtin camileri bile tam aksettirmez; onlar devlet otoritesinin şâşaasını göstermek için kamu parasıyla yapılmış pahalı kamu binalarıdır. İslâm’ın asıl ruhu mahalle camilerindedir, sokak aralarındaki mütevazı mescidlerdedir. Balkanlarda İslâm, iri inat projeleriyle değil, kılcal damarlar gibi bütün şehirde çiçek misâli açan küçük mescidlerle gülümseyen çehresini gösterdi. Monumental (Abidevî) ifadeli olmadığı için sıradan bakışlar, küçük camilerde ve mescidlerde fevkaladelik görmez, alçakgönüllüğün müessiriyetini fark etmezler ama bu küçük, sâde ve basit mâbedler sadeliğin, ivazsız din gayretinin, ihlâsın ve sıradan güzelliklerin şâheserleridir. Kimini esnaftan kebapçı Ali Ağa, kimini sıradan bir ev hanımı Hesnâ Hatun, kimini devişandan Sofu Yusuf Efendi şân olsun diye değil, Hakk’ın rızasını kazanmak, cemiyete hizmet etmek için kendi ceplerinden yaptırıvermişlerdir. İstanbul’da, Anadolu’da, Balkanlarda onbinlercesi hâlâ ayakta; kadrini bilen o kadar az ki…

Camiyi kubbeyle, devâsâ heybetli yapılara, israf ve görgüsüzlük âbidesi çok şerefeli minarelerle özdeşleştirenler bana mezarlıktan geçerken korkusundan ıslık çalanları hatırlatıyor. Korkmak insani bir histir ve ayıplanmaz ancak “tarz” haline getirilip savunulmaya kalkışıldığında söylenecek birkaç sözü olanlar elbette çıkacaktır.”

(Yeşil Gazete)

Paylaş
Yazar:
Haber Merkezi