ManşetHaftasonuKöşe YazılarıYazarlar

Mimar Sinan’ın yaratıcılık dehasını anlatmaktaki zorluk

0

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Üsküdar Meydanı’na Mimar Sinan anıtı yerleştirmeye karar vermiş. Bu amaçla da bir yarışma süreci başlatılmış. Büyükşehir’in düzenlediği yarışmanın seçici kuruluna baktığınızda alanlarında saygınlık kazanmış tarihçilerin, mimarların, sanat yöneticilerinin olduğu görülüyor. Seçici kurul üyelerinden bir bölümü Büyükşehir Belediye Başkanı ve Genel Sekreteri ile Üsküdar meydanında bir tetkik gezisi yapmışlar. 

İmamoğlu yarışmanın amacını, gerekçesini anlatırken “Mimar Sinan’ın dehasını, kişiliğini çok iyi anlatmamız, hissettirmemiz gerekir” diye bir açıklamada bulunmuş. Seçici kurul üyelerinden biri ise “İşimiz yarışmacılarınkinden zor” diye cevap vermiş.

Mimar Sinan’ın anlatılma ihtiyacı ile bu ihtiyacın karşılanması konusundaki zorluk öğrenciliğimden beri hep ilgimi çekmiştir. Bir taraftan sürekli onun yaratıcılık dehasından söz edilir. Diğer taraftan mimarlığın güncel anlamıyla ilgili eylemlilikler tarafı boş kalır. Gerçekleştirdiği tasarımlar, mimari fikirler hakkında bir bilgi yoktur. Yalnızca onun tasarlamış olduğu düşünülen anıt yapılar, idari işlemlere dair belgeler tanıtılır ve yorumlanır.      

Sureti bilinmeyen birinin anıtını yapmak…

Zorluğun zannedersem birinci nedeni, Mimar Sinan’ın bildiğimiz gibi bir mimar ya da mühendis olmaması. Mimar Sinan neredeyse elli yaşına kadar savaşlara katılmış, bir asker olarak görev yapmış.  Buradaki deneyiminin ve sonraki deneyiminin bugünkü mimarlıkla bir benzerliği yok. Ne Mimar Sinan’dan kalan projeler ne de mimarlık üzerine yazılar.

İkincisi ise daha pratik bir neden: Geçmişte hiç bir sureti, imajı bulunmayan bir tarihi şahsiyetinin anıtını yapmak. Avrupa’da neoklasik döneme geçildiğinde, ulusdevletler icad edilirken elde hazır bir yöntem vardı. Rönesans’tan beri krallar, kraliçeler, soylular hatta önemli şahsiyetler resmediliyordu. Bu yüzden onların, tarihi şahsiyetlerin heykellerini yapmak, meydanlara yerleştirmek çok zor olmadı.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, jüri üyeleriyle birlikte anıtın yerleştirileceği meydanı gezdi.

Modern dönemlerde inşa edilen bu tür milli şahsiyetler evet, mitolojik özellikler kazanırlar (*). Ancak bu temsillerin tamamen kurmaca olmalarından kaynaklanmaz. Elde mutlaka birtakım belgeler, bilgiler bulunur. Bunlar dönemin kavramlarıyla yeniden anlamlandırılır.  Tıpkı Mimar Sinan’ın “mimar” kimliğinin günümüzde projeler hazırlayan, bir mimarlık bürosu yöneten bir kişi olarak algılanması gibi.  Yani inşa edilen kimlikler kurgusaldır ancak gene de gerçeklikle ilişkili olmaları amaçlanır.  Neredeyse 50 yaşına kadar mimarlık faaliyetleri ile ilgisi olmayan bir kişinin “yaratıcılık dehası” olarak adlandırılmasında bir tuhaflık olmalı.

‘Mimar Sinan’ın heykelini uydurup yapmak caiz değildir’

Avrupa kapitalizmle neoklasik dünyaya adım atmadan, yani kimlikleri inşa etmeden önce modernleşmenin “kuluçka dönemi” sayılabilecek Rönesans‘ı yaşamıştı. Rönesans yalnızca mekan tasvirlerinin benzerlikler, mütekabiliyetler üzerinden değil, dini olmayan figürlerin, yöneticilerin, soyluların tasvirlerinin yapılmasına imkan tanımıştı.

Türkiye’de ya da biraz daha genişleterek söylersek Osmanlı modernleşme döneminde Avrupa kapitalizmi örnek alınarak, ya da ondan kopyalanan bir modelle geliştirilen milli kimlik inşasının oldukça önemli bir problemi (dile getirildiği gibi zorluğu) var.

Buradaki milliyetçiliğin onu taklit etmesi bu yüzden oldukça problemli bir konu. Arada Rönesans benzeri bir dönem olmadığı için Türk Büyükleri’nin elde iyi kötü birer tasviri yok. Olanlar da zamanında Avrupalı diplomatların yanlarında getirdikleri ressamların yaptıkları çalışmalar. Eğer sanattan, kültürden söz ediyorsanız bunlarda bu milli şahsiyetler yer almış olmalı. Ama yok. Çünkü modernleşme sürecinde olduğu gibi imajların gerçekliğe dair bir iddiasının olması beklenmiyor. İmajlar da tıpkı diğer temsil faaliyetleri gibi yan yana duruyor. Bizi içerikleri hakkında bilgilendiriyorlar ama nesnelerinin yerine geçmiyorlar.  Evet, elbette ki elde birtakım minyatür gibi çizimler var ama bunlar başka şeylerle, mekanla bir mütekabiliyet taşımıyorlar.

Nitekim aynı zorluk Cumhuriyet döneminin başlangıcında da yaşanmış.

1935 yılında Atatürk, Türk Tarih Kurumu‘na çektiği bir telgrafla “Mimar Sinan’ın heykelini yapınız” talimatını vermiş.

Nitekim Atatürk aynı kaygıyla olmalı, bu talimatı verirken aynı zamanda “Mimar Sinan’ın heykelini uydurup yapmak caiz değildir” demiş. Bunun üzerine Mimar Sinan’n mezarı açılmış, kafatası incelenmiş ondan ölçü alarak yüz profili çıkarılması için. Ayrıca Kayseri’de doğduğu köy olan Ağırnas‘a gidilmiş, oradaki insanların fotoğrafları çekilmiş.  Orada Ermeni kalmamış olsa da, yüz tipolojilerinin analiz edilmesi için. Görüldüğü gibi bilimsel yöntemlerle yaklaşılmış. Bu özelliklere göre Tarih Kurumu ilk heykeli yapmış. Heykel Atatürk’e sunulmuş. Atatürk heykeli görür görmez “tamam olmuş, Mimar Sinan böyledir” demiş. Bunlar çok da anlaşılmaz kaygılar değil. Modern dünyanın gerçeklik üretimine uygun, bilimsel yöntemler.

İmaj yokluğunda milliyetçiliğin patolojik semptomları 

19’ncu yüzyılda, modernleşme ile birlikte Osmanlı kimliği icad edildiğinde benzer bir geçmiş yoktu. Bu yüzden sultanlar, partrikler, paşalar, zenginleşen sınıflar, bankerler resimlerini yaptırmaya giriştiler, girişmesine. Ama bu arada resimsiz, imajsız geçen koskoca yüzyıllar ne olacaktı? Milliyetçilik asla “şimdiki zaman”la haşır neşir olmakla başlayamazdı.

Ordu Belediyesi’nin yaptırdığı Türk büyükleri büstlerinde, Ertuğrul Gazi için bir dizide onu canlandıran oyuncunun heykelinin dikildi. Tepkiler üzerine kusuru bulanan iki yönetici görevden alındı, heykel kaldırıldı.

Mimar Sinan örneğinde de görüldüğü gibi ortada herhangi bir resim yok. Bu durumda örneğin Ordu‘da yaşandığı gibi “Türk Büyükleri” heykelinin dizi oyuncusunu tasvir etmesi gibi bir olayın yaşanması çok doğal. Çünkü hangi imaja referans vereceksiniz? Eldeki en gerçekçi imaj, dizideki oyuncunun ta kendisi. O da kendisine rol verilirken seçilmiyor mu? O neden bir referans olmasın?

Şöyle bir itirazı duyar gibiyim: Günümüzde, güncel sanatta illa da kişinin kendisine ulaşmak gerekmiyor. Elde bir belgenin, tasvirin olması hiç gerekli değil. Önemli olan günümüze kalan yapılardan, belgelerin bize mesaj olarak ilettikleri. Yani yorumlar fikirler, kavramlar. Tamam da, böyle yapınca sanatı yönlendiren milliyetçiliği, siyasal kurguları, dışarıda bırakmıyorsunuz ki? Yalnızca görmezden geliyorsunuz.

Seçici kurul bu zorlu işin içinden nasıl çıkacak?

“Türk Büyükleri”nin heykellerini yaptırmak sekülerleşemeyen bir devletin, neoklasik dünyanın semptomu. Milliyetçilik ya da modernleşme her şeyden önce benzerlikleri modele dönüştüren bir operasyona ihtiyaç duyar. İmajların kopya olduğunu gizleyebilmek, kitleleri kandırmak için. Mimar Sinan imajı da ister istemez bir model olmak zorunda. Çünkü imaj modele dönüşmeden, gerçeklikle hayali bir ilişki kurmadan arzu uyandırmaz. 

Çare yok. Salt retorik yeterli olmaz. İmaj yokluğunda milliyetçiliğin uydurmak gibi patolojik semptomları ortaya çıkar. Örneğin bu yüzden okulların koridorlarına yerleştirilen “Türk Büyükleri” temalı temsiller şimdi olduğu gibi dizilerden değil, genellikle çizgi romanlardan alınmıştır. 

Mimar Sinan’ın imajını değil, yaptıklarını ele alalım. Onlar yapıldıkları aşamalarda hiç bir zaman model, yani tasarımsal bir nesne halini almamışlar. Yani Mimar Sinan’ın da modern bir mimar gibi model üzerinde çalışan bir mimar (ya da mühendis) olduğunu varsaymak, uydurma bir şey.

Ancak asıl mesele böylece örtülmüş oldu: “Türk Mimarisi” dedikleri şey. Oysa neoklasik dünyanın bu paradoksunu anlamadan modernliği üretmek imkansız. Bu yüzden Mimar Sinan imajı mimarlığın etnisite temelinde arındırılmasından öte bir işlev görmedi. Seküler olmayan sembolik elit onun bir devşirme olduğunu bile bile bu imajı “yabancı” dedikleri Müslüman olmayan mimarları dışlamak için kullandı. İdeoloji böyle bir şey. Böylece onun “yaratıcılık dehası ve görkemi” zannedersem dar bir alana hapsoldu. Büyükşehir Belediyesi Mimar Sinan’ı adına aşure dağıtma gibi eylemliliklerle anmaya çalıştı (**).

Görüldüğü gibi imaj, temsil eyleminin kendisi (Althusserci anlamda) maddi bir rol oynuyor. Bir yapının rölövesini çıkarıldığında ve bunu da Mimar Sinan’ın tasarladığını söylendiği anda bir gerçeklik üretilmiş oluyor. Böylece çok farklı ilişkiler içinde üretilmiş, 19. yüzyılda modernleşme içinde ortaya çıkan mimari temsil teknikleri kullanılmamış  olsa da bunların bir önemi kalmıyor. İmaj muhataplarını içerik üzerinde konuşmaya zorluyor. Buna karşılık kendisini silikleştiriyor. İmaj bir ideoloji makinesi gibi dönüştürücü bir güç üretiyor. Kapitalist ilişkilerin sorgulanmasını engelliyor, onu doğallaştırıyor. 

Bu imajın üretimini gerçekleştireni seçkinleştiriyor, millet kavramı etrafında sınıfsal çelişkileri gizliyor.  Bunun da ötesinde dışlayıcı ve ötekileştirici bir milli kültürelpolitik alan inşa ediyor. Dolayısı ile imajın tutarlı ya da tutarsız olduğunu dair bir tartışmanın bir anlamı yok. Eğer imaj kendi başına ideolojik bir rol oynuyorsa, bunu sorgulamak da “ikona kırıcılığı” gibi bir role soyunmak oluyor. Zannedersem zorluk da burada.  

Yarışma şartnamesinde sanatçılardan, mimarlardan bir anıt/heykel dikmelerini isteseler, belki yönetimin ihtiyacını karşılamış olacaklar.  Öngörmeseler,  yani ideoloji ile bir “kopuş” amaçlasalar, bu defa da devletin gücünden imtiyaz sahibi olan milliyetçiliğin, sembolik iktidarın saldırısı ile karşılaşacaklar. Ama gene de güncel sanatın meselesinin bu zorluğun üstesinden gelme çabası olduğunu düşünüyorum. Bakalım bu güzide seçici kurul bu zorlu işin içinden nasıl çıkacak?

*

Notlar:

 * Mimar Sinan Anıtı Yarışması seçici kurul üyesi olan Uğur Tanyeli “Tarihsel ve Muhayyel Mimar Sinan” başlıklı yazısında Roland Barthes‘ın “modern mitolojiler” olarak adlandırdığı  kavrama referans veriyor. Ona göre antik mitolojilerden farklı olarak modern mitolojiler rasyonel olarak açıklaması yapılabilen ama göndermesi rasyonel olmayan bir duruma, bir efsane üretimine tekabül ediyor. Bakınız: Tarihsel ve Muhayyel Mimar Sinan. PROF. DR. UĞUR TANYELİ. (6 Nisan 2019 tarihinde Kayseri BÜSAM. Şehir Akademi’de Mimar Sinan Okumaları.

** Bir başka örnek de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimar Sinan Araştırma Merkezi 2014 yılında düzenlediği yarışma: “Mimar Sinan temalı anı objesi, yani hediyelik eşya yarışması”.  Bu işi üniversiteye yaptıran, yani “sponsor” olan da fuarcılık alanında faaliyet gösteren bir ticari firma. Anladığım kadarıyla tasarlanacak olan yılbaşında falan dağıtılan kağıt ağırlığı, kalemlik gibi eşyalar. (Ancak bütün uğraşlarıma rağmen  Mimar Sinan’ı tanıtmak için kullanılacağı belirtilen bu objelerin ne yazık ki herhangi bir fotoğrafına ya da örneğine rastlayamadım.)

Oysa bir bilim kurumunun öncelikle amacının bu meseleyi, inşa edilen kimliğin mimarlıkta nasıl bir ideolojik rol oynadığını, nasıl bir sosyopolitik dönüşüm yarattığını araştırmak, tarihyazımını sorgulamak olmasını beklenir, değil mi? Ama hayır. Etkinliğin adı bile daha baştan ne yapılacağını dikte ediyor.  Tıpkı din gibi diğer ideolojik yeniden üretimle ilgili kurumlarda olduğu gibi,  devletin bilim ve sanat kurumu seküler bir görüntü altında, ters bir işlev görüyor. 

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.