Köşe YazılarıHafta SonuManşetYazarlar

‘Kara Yağmur’ altında ve şemsiyesiz

0

Geniş anlamıyla toplumsal yaşamın yasalar çerçevesinde koruma altına alınarak yurttaşların haklarının maddi- manevi yaptırımlarla düzenlenmiş olan kurallar bütününe uygun şekilde savunulmasını sağlayan hukuk, sağlık ve güvenlik risklerinin karşısında da kaçınılmaz bir başvuru aracıdır. Tüm devletlerin anayasalarında yer alan sağlıklı yaşam hakkının herkes tarafından ulaşılabilir olması için hukuk bir şemsiye görevi görür. Bu açıdan hukuk, teknolojik alandaki gelişmelerle adına medeniyet denilen dünya sahnesi de değişirken oluşan her tür mağduriyetin önlenmesi ya da tolere edilmesi noktasında da önemli bir rol oynar.

Ne var ki, tüm endüstriyel faaliyetlerin aynı olmaması farklı mağduriyetlerin oluşmasına yol açarken aynı hukuki yaklaşımın izlenmesi bırakın mağduriyetlerin önlenmesini mağdur edenin elini güçlendiriyor. Mevcut hukuki yaklaşım ve alt yapının radyoaktif kirliliğe maruziyetten doğan mağduriyetlerin önlenmesinde ya da tolere edilmesinde yetersiz kaldığını anlatmayı amaçladığım bu yazıda sizlere 66 yıl arayla yaşanan iki olaydan örnek vereceğim. Zira gerek 75 yıl önce Hiroşima ve Nagasaki‘ye atılan bombaların gerekse dokuz yıl önce başlayan Fukuşima Nükleer Felaketi‘nin ardından doğan hak arayışlarının bugün yanıtsız bırakılmış olması dünya genelinde yurttaşlar açısından gelecekteki mağduriyetlerin habercisi. Aynı zamanda aradan geçen 66 yıla rağmen hukukun bir adım öteye gitmemiş olması da bildiğimiz hukukun kifayetsizliğinin en büyük göstergesi.

Radyasyonla yaşamak: Hibakuşalar

Dünya kamuoyu nezdinde 1945 yılının 6 Ağustos’unda Japonya’nın Hiroşima şehrine 9 Ağustos’ta ise Nagasaki şehrine ABD tarafından atılan nükleer bombalarla tanışılan yıkım, aslında 1942’de başlatılan Manhattan Projesi‘nin Üçlü Test (Trinity Test) kapsamındaki test sürüşüdür. İlki New Mexico Alamogordo‘da da denendikten sonra ilk kez insanlar üzerindeki etkisinin anlaşılması için savaş koşulları bahane edilerek(gerek olmamasına rağmen) ikincisi 21 gün sonra Hiroşima’ya ve üçüncüsü de hemen ondan üç gün sonra Nagasaki ‘ye atılır. Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombalarla sivil yaşam hedeflendiği için bombanın düştüğü noktalardan her yöne beş kilometre içinde 200 bini aşkın insan yanarak anında can verirken bir o kadarı da yıllar içinde çeşitli hastalıklardan musdarip, “hibakuşa”* olarak bir hayat sürmek zorunda kalır…

Ömürleri boyunca tedavilerinin görülebilmesi için Japon Kızıl Haç Derneği tarafından 1956’da Hiroşima’da, 1969’da ise Nagasaki’de birer hastane faaliyete geçmiştir. Uluslararası Kızıl Haç Örgütü‘ne (ICRC ) ait 2014 yılı kayıtlarına göre 2,5 milyondan fazla kişinin ayakta tedavisi yapılmışken 2,6 milyon kişi ise yatarak tedavi hizmetlerinden yararlanmıştır. Tedavi görmüş olanların üçte ikisi akciğer, mide, karaciğer, bağırsak kanserleri ve lösemiden yaşamını yitirmiştir. Nagasaki’de ise yaşamını kanser nedeniyle kaybedenler toplam tedavi görenlerin yarısından fazladır. Bombalar atıldığı zaman doğmamış olanlar dahi 50-60 yaşlarına geldiklerinde kanserle tanışır.

Atılan bombanın tetiklemesiyle yağan “kara yağmur“un bombanın düştüğü noktadan doğu-batı yönünde 15 kilometrelik ve kuzey-güney yönünde ise 29 kilometrelik alanda etkili olduğu tespit edilir ve bu alanda yaşayanlar atom bombası (nükleer bomba) kurbanı kabul edilerek tedavileri devlet tarafından üstlenilir. Ne var ki “kara yağmur” daha geniş bir bölgede etkisini göstermiş radyoaktivite besin zincirine de karışmış olduğu için binlerce insan akut radyasyona bağlı hastalıklardan(long term radiation disease) muzdariptir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişmelerin akabinde radyoaktif etki altında kaldığı tayin edilen bölgenin dışından da “kara yağmura” maruz kaldığı için ömrünü hastalıklarla boğuşarak geçirmiş olan 70-90 yaş aralığındaki 84 Japonya yurttaşı tedavi masraflarının devlet tarafından üstlenilmesi için Hiroşima Bölge Mahkemesi‘ne dava açmıştı. Dava 30 Temmuz 2020 tarihinde 84 kişinin lehine ve onların diğer nükleer bomba kurbanı kabul edilenlere sağlanan sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelerine imkan veren şekilde sonuçlandı. Üstelik su ve toprağın radyoaktif kirliliğe uğramasından mütevellit radyoaktivitenin besin zincirine karışarak kansere yol açtığının kabul edilmesi, dünya genelinde”sağlıklı yaşam hakkının tesisi” açısından önemli bir kazanım.

Ne var ki bu kazanım Japonya’da hükümetin “yeterli bilimsel kanıt olmadığı“gerekçesine dayandırmasıyla 12 Ağustos 2020 gününde temyiz edildi. Temyizin sonucu henüz belli olmasa da bu başvurunun hükümet tarafından yapılmış olması fazla ümitli olunamayacağının ispatıyken reddi ise dünya çapında yankısı duyulacak bir devrim anlamına gelebilir.

‘Arkadaş Operasyonu’ mağduru askerler

Bir diğer örneğimiz ise Fukuşima Nükleer Felaketi meydana geldiği zaman Okinawa açıklarında seyir halindeyken rotayı Fukuşima’ya çevirip tesise 90-160 kilometre mesafeden tasfiye işlerine destek olan Ronald Reagan Donanma Gemisi mürettebatının mağduriyetine dayanıyor. Fukuşima Nükleer Santrali‘nin işletmecisi Tokyo Elektrik Şirketi (TEPCO) tarafından radyoaktif yayılım olduğuna dair bir uyarı yapılmadığı için Arkadaş Operasyonu (Operation Tomodachi) adı altında acil durum desteği veren 5000 kişilik mürettabatın yaklaşık yarısında 1 yıl içinde körlük, tiroit kanseri, testis kanseri, lösemi, beyin tümörü gibi hastalıklar  görülmeye başlanır.Sağlıkları kanser ve çeşitli hastalıklara yakalanarak bozulan 80 asker TEPCO yönetimine ve reaktör üreticisi olan General Electric (GE) şirketlerine karşı 2012 yılında dava açar ve davaların takibinin ABD mahkemelerinde görülebilmesi mümkün olur.

Ne var ki bu dava da hüsranla sonuçlandı. Zira 2020 yılının Mayıs ayında mahkemenin ABD Ronald Reagan Gemisi mürettebatının misyonunun TEPCO’dan bir uyarı gelmiş dahi olsa tasfiye işlerine müdahil olacağı yönünde karar vermesiyle tazminat talepleri reddedildi. Mahkemenin açıkladığı bir diğer gerekçe de Ronald Reagan gemisinin iki reaktörlü bir nükleer donanma olması nedeniyle personelin radyoaktivite izleme programı kapsamında mütemadiyen izlendiği, fakat sınır dozları aşılmadığı için hastalıklarının nedeninin Fukuşima Nükleer Felaketi ile ilişkilendirilemeyeceği oldu.

Resmi olarak 1942’de başlatılan Manhattan Projesi kapsamında nükleer savaş teknolojisinin geliştirilmesi için gerçekleştirilen o ilk denemede patlamanın şiddetini “Ben şimdi ölüm oldum” şeklinde yorumlayan fizikçi Robert Oppenheimer‘ın bu sözünü ödünç alıp o yıkıcılığın bir de radyoaktif kalıcılığa haiz olduğunun altını çizersek, ölüm “kara yağmur”la her yerde… Ne hukuk ne kanunlar yurttaşların mağduriyetlerini kabul ederken dili olmayan, bizim kurduğumuz dünyada yaşamak zorunda bırakılan diğer canlıların haklarından bahsedemiyorum bile…

Bugüne kadar atmosferde, yer altında ve denizaltında yapılan 2 bin küsur nükleer testin dünya üzerinde yarattığı yıkıcılığı bir de 1970’leri müteakip felaketin enerji versiyonunun takip etmesi ise hukukun kifayetsiz kaldığı ortamda Fukuşima vakasındaki gibi mağdurların sayısını arttırıyor. Bugün dünya genelinde 400 civarında reaktörün operasyon halinde olduğu gerçeğine Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye‘nin nükleerleşme yarışına sokulduğunu da eklersek hukukun koruma kabiliyetinin dışında kalan bu alanda durumumuz “kara yağmur”un altında şemsiyesiz kalmaktan farksız değil midir?

Çok açık ki, nükleer süreçlerle ilgili olarak ortaya çıkan mağduriyetlerin bildiğimiz hukuk sistemi içinde çözümlenmesi hala mümkün değildir. Mağduriyetlerin sistemin kurucuları tarafından görülmek istenmemesinden, yok sayılmasından ayrı, tespit ve tayinlerine ilişkin yöntem ve yaklaşımların da hatalı ve eksik olduğu kabul edilerek yenilenmesi gerekir. Tabii, nükleer silah ve santrallerden vazgeçilmesi dünya için en hayırlısı olacaktır! Ülkemizde Mersin’e ve Sinop’a nükleer santraller kurulmaya çalışılırken tüm yurttaşların bu alandaki mağduriyetlerin giderilmesinde hukukun dünya genelinde işlemediği gibi Türkiye’de de işlemeyeceğini, kendilerinin de hukukun labirentlerinde kaybolacaklarını öngörmesi ve nükleer projelere itiraz etmesi gerekir.

(Nükleer santral ve nükleer silahlarla ilgili süreçlerin başlangıcı anlamına gelen uranyumun yerin altından çıkarılmasından nükleer atıklara kadar geniş bir yelpazede radyoaktif mağduriyetlerin yaşanmasına, yani hibakuşa olunmasına tarih boyunca yol açmış olaylardan bir kısmı nukleersiz.org web sitemizde görülebilir. Üç yıl önce “Hibakuşalar Olmasın!” adı altında sırasıyla Mersin, Sinop , Samsun İstanbul ve Kırklareli’nde gerçekleştirilen birer sunumun ardından açılarak birer hafta ziyaretçileriyle buluşmuş olan sergiyi yenilenen web sitemizde ziyaret edebilirsiniz.)

(Bu yazı Sivil sayfalar’da da yayımlanmıştır.)

*Hibakuşa: Bu terim ilk olarak Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atıldıktan sonra maruz kaldıkları radyasyonla yaşamlarına devam edenleri ifade eder. 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.