UncategorizedHafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yassıada’da çevre ve hafıza kırımı

0

Fotoğraf iç acıtıcıdır. Bir süre sonra öldürülecek bir insanı sürekli aşağılamak, son günlerinde “sen onurlu bir şekilde yaşamaya, hatta ölmeye bile değecek bir insan değilsin” demek. Bir süre öncesine kadar ülkenin başında olan, saygı gören bir insanı bu şekilde itibarsızlaştırmak…

Hem de yalnızca döverek, şiddet uygulayarak değil. Sanki normal bir durum gibi. Yassıada‘nın darbeci komutanı Tarık Güryay masasında kendisinden emin bir şekilde oturuyor.  “Düşük” Başvekil Adnan Menderes omuzları çökmüş, ayakta bekliyor. Top topu bir buçuk sene içinde iki kere görebildiği ve hayatından endişe duyduğu eşini ziyaret edebilme, merhamet dileme hakkını kullanmak için Berin Menderes, normalde bu isyan etmesi gerektiği duruma razı olmuş gibi. Fotoğrafçı hazır, bu görüntü basına servis ediliyor. Menderes’in yüz ifadesindeki ıstıraptan bu okunur.

Düzmece mahkemenin düzenlendiği spor salonu. O tarihlerde her gün yayınlanan fotoğraflarıyla hafızalara kazınan bir yer. Son buluşmamızı da orada yapmıştık. Bugünlerde sanki bu yaşanan travmanın izlerini taşıyan, geri dönüp onunla hesaplaşma zahmetine bile katlanamayan kısır bir entelektüel hayata, lanetlenmiş bir dünyada yaşamaya mahkum olmuş gibiyiz.

Tam da açılışının yapıldığı günlerde Yassıada‘da yapılan inşaatların fotoğrafları paylaşıldı. Aynı zamanda tahrip olan sualtı yaşamı belgeleyen… Yassıada’daki “tahrip edilen çevre” mesajı bana sanki bir şeyleri örtmeye, gizlemeye dönük gibi bir mesaj veriyor. Hiç öyle bir niyeti yokmuş gibi gözükse de sanki bir tür hafızakırımı işlevi görüyor. Yukarıdan bana seslenerek burada yaşananların hatırlanmasını engelleyen, baskılayan şey gibi bir his veriyor. Ne tuhaf değil mi?

Sanki çevre, arkeoloji, mimarlık… eleştiriler, olumsuzlukları sergileyen söylemler bu travmatik geçmişin yüzeye çıkmasını engelleyen araç işlevi görüyor. Bu defa söylemin karşısında iktidar var. Ya olmasaydı? Belediye Başkanı’nın söylemi gibi “düzeltici” bir işlev mi görecekti? “Halkı aldatmayalım, olayları çarpıtmayalım, buranın bir hafıza mekanı değeri yok. Yanlış bilgi vermeyelim. Menderes burada asılmadı…” O zaman iktidarın da “ha öyle mi, biz bir yanlışlık yapmışız. O zaman biz de bu inşaatları yapmaktan vazgeçelim” demesini mi bekliyorduk?

Söylemin içeriği değil, ne yaptığı önemli.  

Geçen haftaki yazımda Yassıada’ya yapılacak müdahaleye  karşı düzenlenen bir eylemde “Türkiye’de bu işi en iyi bilen kişi” olarak Adalar Belediye Başkanı tarafından davet edilip, takdim edilen müzeolog profesörün “burada ne hafıza mekanı, ne müzesi olabilir? Burada müze yapacak bir koleksiyon yok. Ayrıca buradaki binaların da hiç bir mimari değeri yok, bunların hepsi yıkılabilir” dediğini hatırladığımı aktarmıştım.

Aynı şekilde bugün tanınmış bir yandaş gazetecinin (Akşam/Kartoğlu) açılıştaki izlenimleri sorulduğunda “ilk geldiğimde yıkılmış haliyle iç karartıcıydı, zulmü anlatıyordu… Şimdi bunun izleri silinmiş, ne güzel olmuş” dediğini de. Ne tuhaf değil mi? Birisi, belediye tarafından davet edilen müze uzmanı profesör belli ki Yassıada’nın bir hafıza mekanı olarak değeri olmadığını savunuyor. Mezbelelik olarak değerlendirdiği yapıların ortadan kaldırılmasını buyuruyor. Diğeri, yandaş bir gazetenin yöneticisi ise bir taraftan Menderes ve arkadaşlarının zülum gördüğü mekanların tam da bu nedenle izlerinin silinmesinin, yıkılmasının iyi bir şey olduğunu söylüyor. Yassıada’ya akın akın turistler gelecekmiş. Türkiye’nin çektiği acılar burada yabancılara gösterilecekmiş. Türkiye’de hafıza böyle bir şey, şimdinin ihtiyaçlarına göre yeniden kurulması, düzenlenmesi gerekiyor sürekli.

Bizim mahallede hakim olan görüş ise şu:

“Yassıada’da çevreyi,  doğayı mahvettiler… Arkeolojik varlıklara zarar verdiler…

Yassıada’da şu mimarlık diye yaptıkları şeylere bir bakın… Yapılan binaların mimarlıkla bir ilgisi var mı?”

Gerçekten de  yok. Nereden baksanız her şey berbat edilmiş. Olan biten ayan beyan ortada (Burada işini kaybeden deneyimli televizyon haber programı yapımcısı Oğuz Haksever‘i hatırlıyorum) .

Herşey apaçık görünüyor, yapılan işin kötülüğünü tartışmaya bile gerek yok.

Ayrıca “AKP’den başka ne beklenir ki? Bunlar zaten çevreden, arkeolojiiden, mimarlıktan hiç anlamaz. Neymiş, Menderes’in hatırasıymış…  Onun neler yaptığını bilmiyorlar.”

Söylemlerin her biri açılmış bir yarayı yeniden kanatıyor. İyileştirmek yerine. Sanki her biri çiftdeğerliliğin haritasını çıkarmak için üretilmişler.

Eğer Yassıada’nın ülke tarihinin travmatik bir olayının mekanı olduğunu, Menderes ve arkadaşlarının işkence gördüğünü iddia ediyorsanız, o yapılan inşaatlara destek veriyorsunuzdur. Kimbilir, belki burada yapılanları beğenmeseniz bile AKP‘yi destekliyorsunuzdur.

Diğer taraftan eğer Yassıada’da gerçekleştirilen bu inşaat nedeniyle tahrip olan çevreden, yok edilen arkeolojik değerlerden söz ediyorsanız,  gerçekleştirilen mimari tasarımları, peyzaj düzenlemelerini beğenmiyor ve eleştiriyorsanız, milletin temsilcilerini, seçilmiş bir yönetimi engellemeye çalışan gizli bir darbeci dahi olabilirsiniz.

Neden hem Yassıada’nın hem sürdürülebilir ölçütlerle ve onu gerçekten demokrasi ve özgürlükler için bir önemli bir hafıza mekanı olabileceğini söyleyemiyoruz? Sesi çıkabilenler, kararları alanlar neden hep iki ayrı yöne savruluyorlar?

Apaçık ortada ve aşikar olanın,  gerçeğin muhataplarını tuzağa düşürdüğü söylenebilir. Bu hileli bir tuzak. Çeşitli gerekçelerle itiraz edip, karşı çıkarak bu projeyi engelleyebileceğini zannedenlerin de, hafıza meselesini araçsal yöntemlerle kullanan, şiddetsiz yöntemlerle ele almayı reddedenlerin de.

Totalitarizmin kaynağı zannedersem yalnızca bir tarafın değil, iki tarafın da şiddete bağımlılığı. Eğer Gezi‘deki gibi taraflardan biri eylemliliğini şiddetsizleştirirse, otoriteryanizmin ve popülizmin kucağına düşmek zannedersem o kadar zor oluyor.

 

You may also like

Comments

Comments are closed.