Hafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Korona ve biz -1

0

ABD’nin Michigan eyaletinde yüzlerce kişiden oluşan grup, koronavirüs önlemleri kapsamındaki tecrit uygulamalarını protesto etti. Polis eylemcilerin Eyalet Meclis Binası’na girmesine izin verdi. Eyaletin Demokrat valisi Gretchen Whitmer, mart ayında ilan edilen ve dün süresi dolan acil durumun 28 Mayıs’a kadar uzatılmasını öngören bir düzenlemeye imza atmıştı. Evde kalma zorunluluğu da 15 Mayıs’a kadar uzatılmıştı. “Bizi içeri alın” diye slogan atan eylemcilerin arasında maske takanlar olduğu görüldü. Vali Whitmer’i Hitler’le kıyaslayan eylemcilerin ‘Zorbalar darağacını boylar’ yazılı pankartlar taşıdığı görüldü.

“ABD’nin Kaliforniya eyaletinde on binlerce kişi korona virüs salgınına karşı “Evde Kal” uyarılarını protesto etti. Binlerce kişi eyalet Valisi Gavin Newsom’ın ve yerel yönetimlerin çağrılarına tepki gösterdi. Dün itibarıyla eyalet plajlarını da kapatan Vali Newsom’a karşı slogan atan protestocuların sosyal mesafe, maske kullanımı gibi kuralları uygulamadıkları gözlemlendi.

“Gösteriler en çok Orange County, Los Angeles ve Kaliforniya’nın başkenti Sacramento’da yoğunlaşırken göstericiler ABD Başkanı Donald Trump’ın salgına karşı açıklamalarına destek verdi.

Los Angeles’ta da belediye binası önünde gerçekleşen protestolarda halk Los Angeles Belediye Başkanı Eric Garcetti ve Vali Newsom için istifa çağrısı yaparken “Özgür ABD” ve “Özgür Halk” sloganları attı. Protestoları birçok kişi de araçları ile korna çalarak destekledi.

Kaliforniya Eyaleti’nde koronavirüs vaka sayısı 52 bin 25’e, ölü sayısı ise 2 bin 124’e yükseldi. Vakaların büyük bir kısmı ise Los Angeles’ta bulunuyor. “(Haberler, çeşitli internet kaynaklarından alınmıştır)

*

Bunlar, üzerinde durmaya değer haberler. Bu haberleri evrensel bir durum olarak görmek ve analiz etmek için çaba göstermek gerektiği kanısındayım.

Ne görüyoruz?

Ne anlıyoruz bu haberlerden?

Bunun anlamı nedir ve bu anlamın boyutlarını nasıl saptayabiliriz?

Galiba, hepsi de oldukça zor sorular.

Önce, haberlerde ne gördüğümüzü ve anlayabileceğimizi belirlemeye çalışalım:

Koronavirüs bulaşına karşı, kamusal bir korunma yöntemi olarak bireyleri evlerinde izole etmeye çalışan bir kamu otoritesi görüyoruz. İnsanları evde tutmak, bir anlamda herkese ve her durumdaki insana ev hapsi vermek, ya da kamusal alandaki varlığını, yaşamın alışılmış kiplerini uygulamayı, bazı bakımlardan sınırlamaya çalışmak demek. Özgürlükleri sınırlayan otorite, bunu toplumun/ kitlelerin iyiliği ve sağlığı için yapıyor veya yaptığını düşünüyor/ düşünüldüğüne inanılmasını istiyor.

Kamusal otorite toplumun, kabaca ikiye ayrıldığından haberdar: 

  • Sağlık için alınan önlemlerin ve sınırlamaların/ yasakların, sonuç olarak, zorbalık olmadığını, öldürücü olabilecek bir virüsün yayılmasını önlemek için, kaçınılmaz olduğunu düşünenler ve
  • Kendi sağlıkları için alınmış olsa bile, yaşamlarının sınırlanmasını istemeyenler veya bu sınırlamayı kendi iradesi dışında ve üstünde bir kurumun yapmasını reddedenler…

Ama alacağı önlemler, toplumun bütününü kapsamazsa, etkili bir yarar sağlanamayacağı bilindiği için, herkesi kapsayan kararlar vermek zorunda.

-Sınırlanan kitlenin ikinci bölümü, yapılanın kendi sağlığının korunması için yapılmış olduğunu biliyor, ancak bu sınırlamaya uymak istemiyorlar.

-Toplu halde bir araya gelerek ve “toplumsal mesafe” kuralına uymaksızın bir protesto eylemi düzenliyorlar.

-Düzenlenen bu protesto eylemiyle, birey ve bireysel özgürlükler üzerinde, hangi nedenle olursa-olsun, başka bir otoritenin ya da seçilmiş bir kamusal otoritenin irade kullanımını reddediyorlar. 

-Onay veya protestonun kökeninde, politik parti kutuplaşmasının (burası ABD olduğuna göre “liberaller” ve “muhafazakârlar” arasında denilebilir veya kabaca bireyci sağ görüşle, bu görüşe katılmayanlar diyebiliriz) bulunduğu da düşünülebilir.

-Protestocu grup, böyle davranarak, hem kendi sağlıkları bakımından, hem de izolasyonist kamu politikasını doğru bulan toplumun diğer kesimi için risk yaratıyorlar.

-Eğer bu protesto sırasında virüs bulaşması artmaktaysa, bundan hem protestocuların bazıları hem de (doğrudan veya dolaylı olarak) protestocu olmayanların bazıları zarar görecek.

Bu olayı tarafsız bir gözle değerlendirebilmek için, bir de şu habere göz atmak, yerinde olacaktır: (Birgün 1 Mayıs 2020)

Krizle boğuşan halk salgın dinlemedi

Lübnan’da gittikçe zorlaşan hayat koşulları ve ağırlaşan ekonomik kriz nedeniyle (…) protestolar, önceki gün başkent Beyrut, güneyde Sayda ve kuzeydeki Trablusşam kentlerinde, yeniden düzenlendi.

Sayda’da toplanan protestocular, devletin mali politikalarına tepki içerikli sloganlar eşliğinde kentteki Merkez Bankası şubesine taş fırlattı. Güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu, saatlerce süren gerginlik yaşandı. (…)”

Bu haberde ne görüyoruz, ne anlıyoruz?

– Öncelikle, Lübnan’daki toplumun, yaşamını sürdürecek olanakları giderek kaybetmesi ve açlık/ işsizlik gibi çok güçlü sorunları olduğunu, onun “salgın dinlememesinin” kökeninde daha vahim ekonomik sorunların varlığını anlıyoruz.

-Bunun yanı sıra, ülkeyi yöneten otoriteye güvenmeme/ yetersiz bulma ve politik olarak karşı çıkma gibi güdüler de olabilir, ABD’deki gibi.

-Burada da, kamu otoritesiyle, sivil toplumun bir kesimi arasında bir çatışma var. Ve elbette ne kamu yönteminin niteliği ve özellikleri aynı, ne de sivil halk topluluklarının ekonomik, toplumsal ve politik özellikleri… Ama buna rağmen, ikisi de kriz sırasında, iki tarafın çatışmacı bir biçimde karşılaşmasıyla ilgili (ve büyük bir olasılıkla virüs/ bulaşı bu farklara pek aldırmayacaktır). Sağlık açısından, karşılaştırılabilir durumlar olarak görülebilir.

Bu iki olay üzerinde birlikte düşünecek olursak; eğer virüsün bulaşması, salgının yaygınlaşması ve kamu/ insan sağlığı açısından değerlendirme yapacak olursak, belki şu sonuçlar çıkartılabilir:

Kamu otoritesinin (en azından izolasyon politikaları açısından) etkili sonuçlar alabilmesi,

  • Toplumun bütün kesimlerinin bilgilendirilerek/ koşullayarak ikna etmesi ve uygulanan politikalara gönüllü olarak uymasını sağlaması veya
  • Kamunun kolluk gücünü kullanarak politikasını zorla uygulamaya yönelmesi

ile elde edilebilir. Yukarıdaki her iki örnekte de, kamu otoritesinin güç kullanma ve zorbalık yaklaşımı dışında bir seçeneği kalmamış olduğu anlaşılıyor.

Ancak bu durumda, eğer sivil toplumun kamu otoritesine karşı çıkışının kökeninde, büyük ekonomik sorunlar ve giderek açlığa/ mutlak çaresizliğe doğru bir gidiş olmasıyla sadece politik ideolojiler arasındaki kutuplaşmalar gibi farklar varsa, çıkartabileceğimiz sonuçlar açısından farklılık olması, söz konusu mudur?

Belki bu durum, giderek güçlü bir dalga halinde gelmekte olduğunu duyumsadığımız ekonomik kriz nedeniyle, bütün dünyanın yakın geleceği gibi de değerlendirilebilir. Biz yine de, bakış açımızı sadece virüs yayılımı ile sınırlayarak ve sadece kısa erimli bir sonuç elde etmeyi dikkate alarak, bir fark olmayacağını söyleyebiliriz.

Ancak bu yanıt, doyurucu bir yanıt mıdır?

Değildir ve olamaz.

Neden olamaz? Çünkü pek çok öğeyi görmezden gelmekte ve kestirmeden, kalıcı olamayacak bir dengenin elde edilmesiyle yetinmektedir. En baştaki soruya geri dönecek olursak, peki, bu iki örneğin somutluğunu dikkate alarak, nasıl düşünmemiz ve kapsamlı bir anlama durumuna ulaşabilmek için ne yapmamız gerekeceğine dair, bir arayışa girişebiliriz?

Devam edecek…

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.