ManşetGündemKoronavirüs SalgınıYaşam

Koronavirüsü kendimizi izole edeceğimiz bir geleceğin önizlemesi

0

Yazan:Will Oremus

Yeşil Gazete için çeviren: Hande Yetkin

Haftanın her günü sabah 8.45’te dört yaşındaki oğlumu kreşe bırakıyor, ona sarılarak vedalaşıyor ve eve dönüyorum. Bu genellikle evden ayrılmak durumunda kaldığım son an oluyor ve sonrasında 17.15’te oğlum ve eşim eve dönene kadarki süreçte odayı başka bir insanla paylaşmıyorum.

Bu durum hayatımı kısmen yalnız geçirdiğim anlamına gelmiyor. Çalışma arkadaşlarımla Slack (1) üzerinden, arkadaş ve akrabalarımla mesajlaşarak, yüz yüze tanışıklığım olmayanlarla ise Twitter’dan oldukça ilginç ve memnun kaldığım etkileşimler kuruyorum (Pekala kabul ediyorum, hepsinden memnun olduğum söylenemez.). Google Meet (2) ve Zoom (3) platformlarını kullanarak konferans görüşmeleri de yapıyorum ve bütün bunları Delaware isimli küçük bir öğrenci şehrinden sürdürebiliyorum. Eşim ve ben daha önce New York’ta. mezunlara tahsis edilen bir yatak odalı bir öğrenci evinde yaşıyorduk; şimdiyse Delaware’de kendimize ait, kirasını ödeyebildiğimiz bir evde oturuyoruz.

Dışarı çıkıp bir yerlere gitmemek özellikle salgının yayıldığı bu dönemde bir avantaja dönüştü. Büyük şehirlerdeki yaşayan sanal arkadaşlarım metrodaki hapşırıklardan korkup ve adeta Macbeth coşkusuyla ellerini ovuştururken; ben evimde, ilaç dolabında tozlanan bir şişe el dezenfektanıyla özgürce turluyorum. Ara sıra sebepsizce yüzüme dokunuyorum.

Şimdiye kadarki tüm kontrol girişimlerini atlatmayı başaran koronavirüs karşısında benim bu kapalı yaşam stilim, milyonlarca insan için hayatlarında ilk defa maruz kaldıkları bir deneyim; teknoloji şirketleri çalışanlarını evden çalışmaya teşvik ediyor, okullar ve üniversiteler çevrimiçi eğitime geçiyor, konferanslar iptal ediliyor, spor müsabakalarıysa boş stadlarda gerçekleştiriliyor.

Bu süreç adeta kendimizi gönüllü olarak izole edeceğimiz, dış dünyayla yalnızca ekranların arkasından etkileşime geçeceğimiz geleceğe yönelik bir kıyafet provası gibi hissettiriyor.”

Senaryo her ne kadar iç karartıcı görünse de avantajları bir hayli fazla. Toplumun büyük bir kesimi ofise gitmeyi bırakıp evden çalışmaya başladığında devreye girecek çalışma saatlerini, konut fiyatlarındaki değişimi, çatışmaları ve sera gazı emisyonlarını düşünün bir! Ayrıca, engellerinden ötürü etrafta dolaşmakta zorluk çeken insanlar üzerinde nasıl güçlendirici bir etkisi olacağını da es geçmeyin.

Bu süreç adeta kendimizi gönüllü olarak izole edeceğimiz, dış dünyayla yalnızca ekranların arkasından etkileşime geçeceğimiz geleceğe yönelik bir kıyafet provası gibi hissettiriyor.

Fakat bu herkesin ortak olabileceği tarzda bir senaryo değil; dolayısıyla her ne kadar bizim hoşumuza gidiyor olsa da geleceği geri dönüşü imkansız bir noktaya doğru evirmeden önce herkesin fikrini almaya değer.

Dönüşüm yavaş ve zigzaglı oldu

Covid-19’dan önce insanlar sağlığı değil konforu baz alarak uzaktan çalışma fikrine sıcak bakıyorlardı. Uzaktan çalışma üzerine yapılan bazı araştırmalar, birtakım sektörler için iş yükünü hafifletip ofis içinde meydana gelebilecek dikkat dağınıklığı durumunu ortadan kaldıracak olmasından dolayı, bu şekilde çalışmanın bireysel üretkenliği artırabileceğini öneriyor. Fast Company (4) 2014 yılında 2020’ye gelindiğinde nüfusun yarısının uzaktan çalışıyor olup olmayacağını sorguladı.

Çok hızlı bir dönüşüm gerçekleşmedi. Amerika Birleşik Devletleri İşçi İstatistikleri Bürosu’nun 2019 raporuna göre, Birleşik Devletler’deki işçilerin %30’undan azı zaman zaman da olsa evden çalışabildi, yani aslında yalnızca dört kişiden biri bu sistemi deneyimleyebildi. 2017’de sunulan Gallup anketinin sonuçları %43’le daha yüksek bir oranı işaret ediyordu. Her iki çalışmada da büyük olasılıkla tamamen evden çalışabilen kişi sayısı çok daha azdı.

Sistem, Yahoo’nun eski CEO’su Marissa Mayer’in 2013’te evden çalışmaya yasaklamasıyla birlikte on yılın ortasında bir yavaşlama gösterdi. Aetna, Best Buy ve IBM gibi şirketler de takip eden yıllarda uzaktan çalışmanın takım çalışmasını olumsuz etkilediğini öne süren bir raporu baz alarak benzer bir kısıtlamaya gittiler.

Ancak geçtiğimiz birkaç sene içinde dengeler değişti. Slack ve Zoom gibi ofis içi iletişim odaklı yazılımlar, suları durultarak konferans toplantılarını çevrimiçi ortama taşıdılar. Asana, Jira, Salesforce, Netsuite, G Suite ve Office 365 gibi girişimler de aynı ofis veya ülkeyi paylaşma koşulunu göz ardı etmeye yöneldiler. Kurumsal VPN’ler aracılığıyla şirket güvenlik duvarlarının sınırları, uzaktan aygıtlara doğru olacak şekilde esnetildi.

Çalışma arkadaşlarım zaten yan yana otursalar dahi çoğunlukla Slack üzerinden iletişime geçiyorlar.”

Bu tip platformlar büyük şehirlerdeki astronomik konaklama masrafları ile birlikte düşünüldüklerinde uzaktan çalışmanın yeniden moda olmasını sağlıyorlar. 2019’un Mayıs ayında San Francisco merkezli çevrimiçi ödeme şirketi Stripe, beşinci mühendis ekibi için 100 yeni mühendis işe alacağını duyurdu; fakat yeni çalışanlar ofiste değil tamamen uzaktan çalışmak üzere görevlendirilecekti.

Son zamanlarda çalıştığım şirketin ofislerini ziyaret etmek durumunda kaldığımda küçük bir diyalog kurabilmeyi bile aslında ne kadar çok özlediğimi fark ediyorum. Çalışma arkadaşlarım yan yana otursalar dahi çoğunlukla Slack üzerinden iletişime geçiyorlar.

Şimdilerdeyse korona virüs tehdidinden dolayı ülke genelindeki ofisler ve diğer toplu alanlarda sosyal uzaklaşmayı öngören telekomünikasyon modası yükselişe geçti. Çin, Japonya, İtalya ve Güney Kore’nin kırsallarında çalışanlar çoktan evden çalışmaya başladılar bile. Amerika Birleşik Devletleri‘nin büyük şehirlerinde de aynı uygulama yürürlüğe girmeye başladı; hatta virüsün tüm eyaletlerde yayılmaya başlamasıyla beraber küçük şehirler de bu trendi takip etme yoluna gidiyorlar.

Herşey ‘normale’ dönmeyecek gibi…

Tabii dönüşüm yalnızca çalışma hayatını etkilemiyor. Yaşlılar ve hastalar seyahat etmekten ve kalabalıklardan uzak durmaya teşvik ediliyorlar. Üniversiteler öğrencilerine bahar tatilinden sonra kampüse dönmemelerini söylüyor. Kaliforniya’da, Silikon Vadisi’nin bulunduğu Santa Clara bölgesinde binden fazla kişi içeren toplulukların bir araya gelmesi yasaklandı.

Tehlike atlatıldıktan sonra her şeyin normale döneceği fikri makul görünüyor olabilir, ancak gidişat öyle seyretmeyecek gibi görünüyor. İşverenler ve çalışanlar her gün ofislerde bir arada çalışmaktan çok daha verimli bir rutine girdiklerini bir kez fark ettikten sonra bu döngüyü sürdürmek isteyeceklerdir.

Aynı durum diğer toplu ortamları da benzer biçimde etkileyecek. Stratechery bülteninden Ben Thompson isimli bir analiz uzmanı, bu sene büyük teknoloji şirketlerinden en az birkaçının yıllık bahar etkinliklerini çevrimiçi gerçekleştireceğini öngörmekte. Bunun yanı sıra Apple, Google, Facebook ve Microsoft tamamen çevrimiçi sisteme bile geçebilir. Ayrıca market alışverişlerini ve ihtiyaçlarını çevrimiçi olarak karşılamaya başlayanlar, yemeklerini Seamless ve Doordash gibi platformlar üzerinden sipariş edenler bu sistemi içselleştirebilirler.

Nedeni şu: Gelir durumu ve maaşı uygun olanlar için evde oturmak pek çok bakımdan daha avantajlı. Kendi şahsi örneğime dönecek olursak, bunun en iyi seçenek olduğunu bildiğimden, artık daha pahalı bir şehirde yaşamak zorunda hissetmiyorum. Yalnızca işe gidip gelmeyerek harcadığım günlük bir saatten tasarruf etmekle kalmıyor, aynı zamanda eşimle paylaştığım ucuz ve eski bir arabaya da sahip olabiliyorum -ki onu da eşimin işi eve yürüme mesafesinde olduğundan dolayı pek sık kullanmıyoruz. Evde tamamlanması gereken bir iş olması durumunda da bir iş takvimi oluşturmak ben sürekli evde olduğum için çocuk oyuncağı oluyor.

Telekomünikasyon gerek üşengeçlik gerekse seçimli olarak çalışanlar için varsayılan bir araç olarak yükselebilir.”

‘Zaten karantinada yaşıyorsunuz’

Bazı dezavantajlar -en azından teoride- aşılabilir. Artık çalışmamın zorunlu bir parçası olarak günde iki mil yürümek zorunda değilim; ancak günün istediğim saatinde terli veya darmadağın döneceğim diye endişelenmeden koşuya çıkmak üzere evden ayrılabilirim. (Yani koşuya çıktığımdan değil tabii, ama koşabilirdim de.) Normalde çalışma arkadaşlarımla spontane bir şekilde öğle yemeği veya kahve arasına çıkamam; fakat artık eşimle veya şimdilerde uzaktan çalışan komşumla aşağı caddede bunu yapabilirim. Hatta gerektiği durumlarda birer kahve eşliğinde, yirmi dakika kadar iş arkadaşlarımla görüntülü olarak uzaktan kahve içmeye bile başladık.

Ekranların arkasından ilerleyen, gönüllü olarak izole olunan bir yaşam biçimine geçiş süreci bazılarımız için çok daha kolay olabilir. Tıpkı Amazon (5) ile Instacart’ın (6) Walmart veya Safeway’e alternatif oluşturması, FaceTime’ın akraba ziyaretlerini yeni bir kapı aralaması ve “Netflix and chill” kültürünün dışarıda buluşulan randevuların yerini alması gibi; telekomünikasyon da gerek üşengeçlik gerekse seçimli olarak çalışanlar için varsayılan bir araç olarak yükselmeye başlayabilir. Ian Bogost tarafından kaleme alınan ve Atlantic’te (7) yayımlanan bir makalenin başlığındaki gibi, belki biraz iddialı olacak ama: “Zaten karantinada yaşıyorsunuz.”

Beyaz yakalı çalışanlar kendilerini izole edebilirler; çünkü talepleri doğrultusunda sipariş ettikleri ürünleri getirmek başkalarının işidir.”

Bu iddianın cüretkar olan tarafı “siz” sözcüğü. Bogost’un başlığı benim için, onun için veya New York Times gazetesindeki teknoloji ve kişisellik temalı editoryel yazılarını Montana’daki evinden hazırlayan Charlie Warzel için geçerli olabilir. Ancak Bogost’un da sonradan dile getirdiği üzere, Warzel evden çalışma tarzının birçok yönden ayrıcalık getireceğini ve nüfusun farklı kesimleri için geçerli olduğunu iddia etmek konusunda fazla aceleci davranmış olabilir.

‘Sanallaştırılamayan’ mavi yakalılar ne olacak?

Beyaz yakalı çalışanlar kendilerini izole edebilirler; çünkü talepleri doğrultusunda sipariş ettikleri ürünleri getirmek başkalarının işidir. Dizüstü bilgisayarlarındaki değerli parçalar başkaları tarafından bir araya getirildiği ve oturdukları binalardaki fiber-optik kabloları kendileri bağlamadıkları için pek tabii Zoom ve Slack gibi platformların tadını çıkarabilirler. Koronavirüs bu ayrışmalar arasında daha da güçlenerek görünür hale geliyor. OneZero’dan arkadaşım Sarah Emerson, Amazon’un işçilerini enfeksiyona karşı evden çalışmaya teşvik ederken; öte yandan sözleşmeli teslimat yapan sürücülerine hasta hissetmeleri durumunda ücret ödemeden evlerinde kalmaları talimatı veriyor.

Teslimattan sorumlu işçiler korona virüs karşısında en savunmasız durumda olsalar da genellikle hastalık izni veya para yardımı yapılan sağlık hizmetlerinden mahrumlar. Günümüzde Amerikalıların büyük çoğunluğu sağlık hizmetleri, perakende, konuk hizmetleri ve imalat sektörlerinde istihdam ediliyor; dolayısıyla teslimat işinde çalışanlarla birlikte sanallaştırılamayan meslek gruplarına örnek teşkil ediyorlar. Bu sektörlere yapılan ödemeler de diğerler meslek gruplarına kıyasla daha az.

Mikrop geçme olasılığını azaltacak yollar elbette mevcut, fakat bunları oturma odası kanepenizden yapmak yine de imkansız; ayrıca alınacak önlemler de son derece insanlık dışı hissettirecek şekilde. Örneğin yemek şirketleri siparişleri kapıya bırakma seçeneğini öneriyorlar, böylece teslim eden ve alan arasındaki etkileşim ortadan kalkmış oluyor. Güney Kore’de koruyucu giysilerle hizmet veren sağlık çalışanları araçlara koronavirüs testi servis etmeye başladılar. Çin’deki okullarda iptal edilen dersler çevrimiçi uygulamalar aracılığıyla konferans üzerinden yapılıyor ve ödevlendirmeler de bu kanaldan gerçekleşiyor. Ne var ki tüm bunlar koronavirüs tehdidi yatıştığında sürdürülebilecek çözümler değil.

Bu durumda belki de çalışma sistemindeki değişimin geleceğinin yanı sıra ofis binalarının geleceğini düşünmek de mühim olabilir. Söz konusu binalarda çalışanlar günlerini birbirleriyle yan yana, fiziksel yakınlık kurarak ve ekranlara bakarak geçiriyor. Toplumsal dönüşüm hususunda binaların yerini evlere bırakması büyük bir dönüm noktası olma potansiyeli barındırıyor, bu tarz bir yenilik işlerin güzergah ve nakliyat motiflerine de etki edebilir.

Dahası, insanlardan ibaret bir dünyada yaşamak, el sıkışmak, aynı havayı paylaşmak artık yaşam için zorunlu birer aktivite olmaktan çıkabilir ve bazıları için dışında kalmayı seçebilecekleri birer kapsama alanı haline gelebilir.

Koronavirüs karşısında evden çalışılabilecek bir işe sahip olmanın bir nimet olduğunu düşünmemize rağmen şu soru sorulmaya değer: Bu, bazı yönleriyle bir lanet olabilir mi?”

Evden çalışmanın iyi veya kötü bir şey olması genellikle bireysel bir seçim olarak kabul edilir. Virüsten dolayı karantina altına alınanlar içinse bu tabii ki seçimli bir karar değildir. Sorun şu ki, karantinalar sona erse dahi seçimlilik, normlar, beklentiler ve gereklilik arasındaki sınırlar muğlak kalmaya devam edecek.

Uzaktan çalışmayı seçen insan sayısı arttıkça daha az kişi ofise gelecek, böylece ofislere daha az alan tahsis edilecek. Halihazırda birçok teknoloji şirketi, çalışanların bir kısmının her gün uzaktan çalışma ihtimalini gözeterek daha az masa barındıran ofis tasarımlarına yönelmekte.

Korona virüs bir kere şirketleri ve çalışanları ofis ortamının yokluğunda çalışmanın yollarını aramak zorunda bıraktıktan sonra, binaların varlığı ihtiyaç halinde yok edilmeye müsait lüks birer opsiyon haline gelecek. Şirketler ofis binalarının mevcut olmaması halinde ne kadar fazla iş seyahati yapabileceklerinin farkına vardıklarında bu alana ayırdıkları bütçeyi de kısmaya yönelecekler.

‘Bir daha eskisi gibi olmayacağız’

Twitter’ın kurucusunun BuzzFeed’e verdiği demeçte söylediği gibi, koronavirüsten sonra bir daha eskisi gibi olmayacağız: “Uzaktan çalışmaya istekli olanlar bu şekilde gerçekten daha verimli olduklarını keşfedecekler. Bu şekilde çalışanları kontrol edemeyeceklerini düşünen yöneticiler farklı bir perspektif kazanacaklar. Bir daha eskisi gibi olmayacağımıza inanıyorum.”

Ofisin varsayılan bir ortam olduğu bir dünya bağlamında Stripe’ın tamamı uzaktan çalışacak yüz yeni mühendis alma kararı son derece öngörülü bir hareket. Peki ya bu da varsayılan bir düzen haline dönüştüğünde ne olacak? Birini işe almanın onlara kanlı canlı bir alan önermek anlamına gelmediği zaman ne yapacağız? Her evin bir yatak odasının çalışma odasına dönüştürüldüğü, bir sonraki ev sahiplerinin birden fazla çalışma odasına ihtiyaç duyduğu zamanlarda bizi neler bekliyor?

İş yerlerinin en azından kısmi olarak dağıtılmasının birçok avantajı var. Normalleştirildiği takdirde evden çalışmak çok daha basit bir sistem olacaktır. Bu sayede yöneticiler hangi nerede yaşadıkları önem arz etmeksizin en iyi çalışanlara sahip olabilir, çeşitlilik skalasının daha geniş olduğu ekipler kurabilir ve bunaltıcı bir ekonomik döngünün egemen olduğu böyle bir çağda küçük kentleri yeniden canlandırabilirler.

Dezavantajlı yönleri ise daha belli belirsiz; fakat her halükarda üzerinde düşünülmeye değer; ayrıca çalışma saatlerinde çamaşır yıkamayı isteyip istememe ikileminden daha ağırlar. Şirketler dünyanın her yerinden iş alımı yapabilecek konuma eriştiklerinde yerel topluluklarla etkileşimleri zayıflayacak. Örneğin, JPMorgan Chase isimli firmanın Wilmington’da yerel bir ağı mevcut ve bölgenin geniş bir kesiminin işvereni olarak biliniyor. Wilmington civarında yaşıyorsanız ve uygun yetenekler sizde mevcutsa, kariyerinize bu firmada başlamak için şansınız oldukça yüksek; ancak eğer Chase uzaktan çalışan alma stratejisini benimserse, bir anda dünya çapındaki tüm potansiyellere karşı mücadele etmeniz gerekecektir.

Chase için muhtemelen böyle bir seçim sistemi muhteşem olurdu; çalışanlar içinse yoğun baskı, rekabet ve yorgunluk ortamının baş göstermesine bağlı olarak büyük olasılıkla daha az harika olurdu. Zaten belalı bir şehir olarak Wilmington için de daha az harika bir senaryo söz konusu olurdu. Chase böyle bir durumda çocuk müzesine veya yerel sergi merkezine sponsor olmaya devam eder miydi? Yahut sicili parlak olmayanlar için ikinci şans teşkil eden işe alım programını sürdürmeye yine de gönüllü olur muydu?

Evde oturan insan sayısının artması toplumsal çatlakların daha da derinleşmesiyle de sonuçlanabilir. Kentli çalışanlar artık farklı kesimlerden gelen insanlarla omuz omuza metrolara binmek zorunda kalmayacak, aynı şekilde dar gelirlilerin yaşadığı bölgelere aynı yollardan yürümeyecekler. Peki yine de ulaşım altyapısına veya ihtiyacı olanlar için sosyal hizmetlerin geliştirilmesi adına oy kullanmaya devam edecekler mi? Çevrimiçi çalışan kişi sayısı arttığında onca perakende, restoran ve hizmet odaklı meslek gruplarının hali ne olacak?

İdeal olan, bodoslama iş düzeninin geleceğine kafa yormak yerine, öncesinde tüm bu olası yan etkiler üzerine kolektif olarak düşünüp olumsuzlukları azaltacak planlara odaklanmak. Koronavirüsün işlevi bu noktada söz konusu süreci kısaltıcı yönde oluyor. Pazar mantığı, zaruri olmaktan çıkmalarını takiben ofis alanlarının birer opsiyon olarak bile uzun süre tutunamayacaklarını öngörüyor. Sosyal mesafelenme olgusunun aciliyetten öte bir toplumsal bir durum olarak kendini gösterdiği noktada, temastan ziyade sanal bir gerçekliğe dönüşen yolda çok daha ileride olacağız.

***

(1) Bulut tabanlı bir ekip işbirliği uygulaması, indirilebilir bir yazılım türü.

(2) Görüntülü toplantılar gerçekleştirilebilen bir çevrimiçi platform.

(3) Bulut bilişim kullanarak özel yazılımlarıyla uzaktan konuşmalı ve görsel konferans hizmetleri sunan bir şirkettir.

(4) Aylık Amerikan iş dergisi.

(5) Çevrimiçi alışveriş platformu.

(6) Çevrimiçi alışveriş platformu.

(7) Amerika Birleşik Devletleri merkezli kültür temalı bir dergi.

Makalenin İngilizce Orijinali

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.