Hafta SonuDoğaHaftasonuManşet

Ya kanal ya SUSAM!

0

Bizim Susam’ın varlığından haberimiz yoktu. Oralarda gezen bir öğretmen arkadaşımız ondan bahsedince öğrendik varlığını. Tanıştık. Tabi fotoğraf vermeyi pek sevmediğini söyleyince Aydan Çelik çizgileriyle onu resmetmek zorunda kaldı. Susam’ın da hoşuna gitti bu çizgiler ve bir süre sonra aramıza katıldı. Eylemlerde en önde pankartlarımızı o taşıdı.

Susam’a göre insan türü bu dünyayı kendi hâkimiyeti alına almak istiyor ve onlara da pek yaşama alanı bırakmıyordu. Röportajda “… Zannediyorsunuz ki bizi yönetebilirsiniz, su, toprak, ovalar, denizler sadece sizin hakkınız ve her şey sizin için… Oysa doğada aslında hepimizin eşit hakkı var. İnsan yüzünden iklimler değişiyor ve bundan biz de mağdur oluyoruz. Sadece ben değil tabii, bütün türler. Üstelik tek bir tür yüzünden oluyor bunlar, insan türü yüzünden…” diyordu.

Haklı. Nasıl ki biz insanlar için en değerli hak yaşama hakkıysa, bu hak onlar için de vardı: Yaşama ve türlerini sürdürme hakkı…

Bu kampanyadan çok daha önce Yeşiller, Ekolojik Anayasa çalışması başlatmış, bu ekolojik anayasada da doğa hakkı kavramı ilk kez ortaya atılmıştı. Doğanın haklarının anayasaya girmesi talebiyle bir anayasa taslağı hazırlanmış ve meclise sunulmuştu.

22 Nisan 2010’da Bolivya’da toplanan Dünya Halkları İklim Değişikliği ve Toprak Ananın Hakları Konferansı’nda kaleme alınan Toprak Ana Hakları Evrensel Bildirgesi bu gerçeğin küresel bağlamda farkına varıldığının kanıtıydı. Bolivya hükümeti tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulan bildirge bugüne dek 122 ülkeden 125 bin kişi tarafından imzalandı fakat henüz bu haklar BM üyesi ülkelerin hükumetleri tarafından toprak anaya bir türlü teslim edilemedi!

Sazlıdere Sulak Alanı ve Altınşehir Köyü, 1963.

İçinden kanal geçen köy, Altınşehir

Kanal İstanbul projesi 2011’de ortaya atılmıştı, kısa bir süre önce bir kez daha gündeme geldi ve bu karar bu kez geniş kesimlerin tepkisini çekti. Toplantılar yapılıyor, imza kampanyaları düzenleniyor; kanalla yatıp, kanalla kalkıyoruz. Tartışmanın ivmesi de giderek yükseliyor. Sonucu merakla bekliyorum…

1962’den beri Kanal İstanbul rotasında, Küçükçekmece- Sazlıdere Sulak Alanı’nın kuzey doğusunda yer alan Altınşehir Köyü’nde yaşıyorum. Yıllar içerisinde (burada yaşayan bütün canlılarla birlikte) bölge ekosisteminin neler kaybettiğini yaşayarak gördüm. Bu canlıların çoğu bugün artık yoklar, gittiler. Bazıları biz insanlar gibi gitmemekte diretiyorlar hala, ama sayıları çok azaldı. Geçen baharda, her yıl dere boyundaki bataklıkta konaklayan leylekler yoktu örneğin…

Keşke biz de o zaman onlarla gitseymişiz!

Küçükçekmece Gölü, iki kıyısı tepelerle kaplı sulak bir vadi. Tarihte insanlığın önemli yerleşim yerlerinden birisi olmuş bu bölge. Coşkun Aral “İlk Avrupalı” belgeselinde bu yolu izlemiş ve yolun insanlık tarihi için evrensel değerde ipuçları taşıdığını anlatmaya çalışmıştı.

İlk insansı atalarımız günümüzden yüz binlerce yıl önce dünyaya yayılırken bir kısmı da Avrupa’ ya geçmek için bu vadiyi güney-kuzey istikametinde kat etmiş. Yaklaşık 400 bin yıl önce Marmara Denizi’nin doğusundan geçip, Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere’yi takip ederek Yarımburgaz Mağaraları’na gelmiş ve binlerce yıl bu mağaraları barınak olarak kullanmış; aletler üretmiş, avlanmış, çoğalmış ve evrimini sürdürmüş. Sonra bazıları kuzey- batı yönünde Avrupa’ya doğru yola devam etmiş. Geçen gün anneme anlatıyordum. 86 yaşında ve 1957’den beri burada yaşıyor. “Keşke biz de o zaman onlarla gitseymişiz!” deyiverdi. Komik kadın…

Atlas Tarih Dergisi, Küçükçekmece Gölü’ nü çevreleyen meralarının günümüzden bir milyon yıl önce fillere, kaplanlara, sırtlanlara, geyiklere ve daha birçok canlıya yaşam alanı olduğundan bahsediyordu. O yıllara yaşım yetmedi tabi ama Turing’ in kurucusu Çelik Gülersoy’un “İstanbul evde Yok” yazısında Altınşehir’ in bir zamanlar sahip olduğu endemik dokusunun İngiltere’ nin toplam endemik dokusuna eşit olduğunu yazdığı günlerin sonuna yetiştim.

40-50 yıl önce bu bölgede 140 çeşit kuş türü yaşıyordu. Uzun bacak, saz delicesi, karabatak ve dik kuyruk dünyada sadece bu bölgede bulunuyordu, artık yoklar. Yine sadece bu bölgede yaşayan Beyaz Kesici Dişli Kör Fare, Benekli Kaplumbağa, Barius Kelebeği ve Yalancı Apollon Kelebeği de artık yok.

Leylek ve diğer göçmen kuşlar için önemli bir konaklama alanı olan sazlıklara bu sürüler artık uğramıyorlar. Tek tük gelenler var, ama sadece o kadar. Su yılanları ve su kaplumbağaları da yoklar.

Sazlıdere Sulak Alanı ve Küçükçekmece Gölü, 2016.

Sazlıdere’ de ve gölde yaşayan Turna Balığı, Kızılkanat ve Sazan balığı artık yok. Kefal sadece Marmara Denizi’ ne yakın bölgede tutulabiliyor, ama o da göldeki metal kirliliğinden payına düşeni almış. İşin uzmanları “…bu gölden çıkan balıkları sakın yemeyin” diyorlar. Balık türlerinin tükenmesinin bir başka nedeni de uzun yıllar dinamitle yapılan avlanmalar. Dinamiti yüzeyde patlatıyorsun, basınç dipteki balıkları parçalamadan öldürüyor ve cesetler yüzeye çıkıyor. Tek yapacağın iş onları kayığa almak. Bir de gece balıkçılığı vardı. Fenerin ışığına gelen balıkları avlamak da çok kolay oluyordu! Gece atılan ağlar da balıklar için tehlikeliydi. Balıkçılık kooperatifi kurularak bunlar engellenmeye çalışıldı. Ama artık bugün hepsi masal oldu. Yüzmeyi, kürek çekmeyi, hayal kurmayı öğrendiğim, çocukluğumun en büyük su parçası, benim küçük okyanusum artık, çamurla, ağır metallerle, azotla, fosforla yüklü bir acıgöl!

1980’ li yıllara kadar sahip olduğu biyoçeşitlilikle binlerce canlı için bir yaşam alanı, can suyu olan; zaman zaman yağışlarla taşan, deli gibi göle, oradan da denize ulaşmaya çalışan, ama 1996’da kurulan baraj nedeniyle suyu kesilen; bugün sadece kurbağaların ve tek tük diğer bazı canlıların yaşadığı ölü bir bataklığa dönüşen, üzeri adeta koyu yeşil bir kefenle örtülmüş gibi duran Sazlıdere yaz sıcağında çürük yumurta gibi kokuyor artık…

Sulak alandaki canlılarla beslenen ve mağaranın dış duvarlarındaki kayalıklarda yaşayan şahin, atmaca ve kartal yuvaları da artık boş. Yine bu canlılarla beslenen sansarların sesini de geceleri artık duyamıyoruz. Gelincikler de aç kaldılar ve başka yerlere göçtüler. Yabani tavşan ve kaplumbağalara da epey zamandan beri rastlayamıyoruz. Doğanın dengesini sağlayan yılanlar da artık yoklar.

1970’lerde çoğu zaman arkadaşım Ateş ile (köpeğim diyemiyorum, arkadaşımdı ve karlı bir kış gününde trenin altında kalarak hayatını kaybetmişti) bir başıma dolaştığım; her bahar gümrah açan sarı renkli-çılgın kokulu katır tırnaklarla, ormanlarla, meralarla, bereketli tarım arazileriyle, topraktan adeta fışkıran tatlı su kaynaklarıyla, Sazlıdere boyunca göğe yükselen sazlıklarıyla, suda balıklarla, havada kuşlarla ve bin bir türlü börtü-böcekle bezeli bu güzelim doğa parçası, bugün beton adalarıyla çevrelenmiş bir çöle dönüştü adeta. Özellikle son 40 yıl içerisinde Sazlıdere Sulak Alanı’nı çevreleyen bölgenin geçirdiği toplumsal ve fiziksel morfolojiye, ekosistemin çöküşüne canım acıyarak şahit oldum.

Şimdi bu güzelim toprak parçasına son darbe kanalla vurulacak. Kanal projesinden Küçükçekmece, Avcılar, Başakşehir ve Arnavutköy ilçelerinde 37 mahallede, 373 bin hanede yaşayan 996 bin insanın olumsuz etkileneceğinden söz ediliyor. Peki ya Susam ve arkadaşlarının nasıl etkileneceği bugün kaç kişinin umurunda? Benim umurumda…

Susam aslında bizden daha eski bir İstanbul sakini ama onunla aynı havayı soluduğumuzu bilen insan sayısı henüz pek az. Susam, Gözde Kazaz’a verdiği röportajda “Hâlâ Anadolu köylerinde var, bundan yıllar önce çiftçiler ‘kurda, kuşa, aşa’ diye tohum ekerlermiş. Kendi gıdaları için tohum ekerken bizi de düşünürlermiş. Şimdi insanların çoğu kentlerde yaşıyor ve doğadan koptukları için bizim nerede ve ne şartlarda yaşadığımızı pek bilmiyorlar. Bizim de kendi haklarımız olduğunu onlara yeniden hatırlatmamız gerekiyor” diyordu.

Susam 2014 kampanyasından beri ortada yok. Hala Terkos Gölü’nün oralarda mı; yaşıyor mu, bilemiyorum. Umarım daha önce yaptığı gibi bir gün elinde pankartları, bu kez arkadaşlarıyla birlikte çıkıp geliverirler ve biz kentlileri (!) bir kez daha varlıklarıyla onurlandırırlar.

Bu arada Susam ve arkadaşlarının yeni yılını da kutluyorum. Umarım yeni yılda hep beraber, daha güzel, daha yaşanabilir bir dünyaya uyanırız…

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.