Hafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Pesca non grata: Yabancı tür para etmiyorsa mücadele edilir!

0

‘Toplam avcı sayısının olması gerekenin 10 katı üzerine çıkmasına hiç müdahale etmeyenler şimdilerde çeşitli projelerle aynı balıkçıların ekonomik kaybını gidermek için zihni sinir işlere imza atıyor.’

Konu ile ilgili ilgisiz hemen herkesin -en azından denizle bir şekilde bağlantısı olanların- bildiği ya da duyduğu bir mesele var: Yabancı/İstilacı türler. Kimi balon balığıyla, kimi aslan balığıyla, kimi arı balığıyla, kimi katil yosunla, kimi ise ıskarmozla birlikte ya anmış ya da duymuştur. Böyle yüzlerce yabancı/istilacı tür denizlerimizde gün geçtikçe yayılmakta ve daha kuzeye doğru ilerleyişini sürdürmekte. Bazı tahminlere göre Türkiye sularına her ay bir adet yabancı tür giriş yapıyor. Ana giriş lokasyonu ise Süveyş Kanalı. Bunun yanında gemilerin balast sularıyla ve gövdelerine tutunmak suretiyle gelenler de var. Nadir de olsa akvaryumlardan kaçarak (Caulerpa/katil yosun gibi) ya da birileri tarafından bırakılmak suretiyle (geçtiğimiz günlerdeki Fenerbahçe balığı haberi gibi) de Akdeniz’e giriş yapanlar mevcut. Sonuç itibariyle hepsinin yer değiştirmesinin ana nedeni insan faaliyetleri. Yani insanların faaliyetleriyle yer değiştiren ve rekabet güçlerinin yüksek olması nedeniyle de girdikleri yeri istila eden bu türleri, istenmeyen balık (pesca non grata) ilan eden de yine insan.

Kendi yarattığıyla mücadele etmek  

İnsan eliyle yapılan tahribatın sonucu olarak bir yerden başka bir yere göçen bu canlıların, yeni geldikleri habitatı derinden etkilemelerinin önüne geçilmesi neredeyse imkânsız. Çünkü doğa dinamik yapısı itibariyle ortamdaki değişime göre kendini yeniden düzenleyip bir denge haline gelmeyi bir refleks olarak gerçekleştiriyor. Bu denge bize göre kötü ya da iyi olabilir. Hatta çeşitlilik de yok denecek kadar azalabilir ancak sonuçta denge dengedir. İnsan müdahalesi ile eski haline döndürülmesi başka felaketlere neden olabilir. Bunun en iyi örneği sudak balığı. Balıkçılar kâr etsin diye getirilip neredeyse tüm iç sulara bırakılan sudak balığı en nihayetinde tüm ekosistemin çoraklaşmasına neden oldu. Bunu çözmek için yine başka bir balıkla müdahale etmeyi marifet zanneden yetkililer ise şimdi olayı hatırlamıyor bile. Hatta hiç ders almamış gibi hala kendi yarattığımız bir kavram ile mücadele etmeyi sürdürüyorlar.

Son dönemlerde özellikle Akdeniz kıyılarımızda yoğun olarak gözlenen balon balığı sürüleri de bu durum için iyi bir örnek olabilir. Balıkçıların satamadıkları için sevmedikleri bir balık olan balon balığı Akdeniz’de dört farklı tür (Lagocephalus sceleratus, L. spadiceus, L. suezensis ve Torquigener flavimaculosus) ile yaygın olarak temsil ediliyor. Ancak 10 farklı balon balığı en az bir kere rapor edilmiş. Bunların birçoğu da aynı türün yanlış teşhisinden ibaret. Bu dört türden bir tanesi oldukça küçük ve belgesellerde severek izlediğimiz balıklardan (T. flavimaculosus). Dişisi için deniz dibinde sanat eseri inşa eden bir aşk budalası. Ama para etmediği için bu özelliği kimseyi ilgilendirmiyor. Diğer üç tür ise toksik etkisi olan bir tür zehir barındırıyor. Yenmesi, satışı ve hatta karaya bile çıkartılması bile yasak. Ancak bir şekilde rekabet gücü yüksek olduğu için sayıları gün geçtikçe artıyor.

İklim değişikliği göçü artırıyor

Bu türlerin Akdeniz’e girmesinin en önemli nedeni Süveyş Kanalı. “Kanal açıldı hadi biraz da oraları gezelim” diye bir durum söz konusu değil tabii. İklim değişikliğiyle beraber meydana gelen deniz suyu sıcaklığı artışları, daha kuzeydeki denizleri daha güneyde yaşayan canlılar için daha yaşanabilir hale getiriyor. Bu durum da yukarı denizlere doğru göçü arttırabiliyor. Kızıldeniz ve hatta Pasifik orijinli (indo-pasifik) türlerden kanalı kullanarak Akdeniz’e giren türlerin çoğu için bu durumun gerçekleştiğini söyleyebiliriz. İşte Süveyş Kanalı’nı bu şekilde kullanarak Akdeniz’e giren türlere Lesepsiyen/Eritreyan türler bu olaya da Lesepsiyen/Eritreyan göçü deniliyor. Küresel iklim değişikliği de bu göçlerin şiddetinin artmasına neden oluyor. Üstüne bir de Süveyş kanalının genişletilmesini ve ikinci bir kanal açılmadan önce var olan tuzlu su bariyerlerinin kalkmasını da eklerseniz neden bu kadar çok balığın Akdeniz’e göç ettiğini de anlarsınız. Bu tarz göçleri gerçekleştirebilen türlerin ortak özelliği de rekabet güçlerinin çok çok yüksek olması. Bu türler, girdikleri alanı kısa süre içerisinde işgal edebiliyorlar. Akdenizdeki durum da tam olarak bu!

Denizdeki bilindik yerli türlerinin yerini alarak balıkçılık faaliyetinin karlılığını da düşürüyor. İşte bu nedenle mücadele edilmesi gerekiyor. Ancak nasıl olacağı muamma. Kimisi balıkçılara yakaladıkları miktar kadar ödül para verelim diyor, kimisi görüldüğü yerde imha edilsin diyor kimisi de yakalanıp gübre yapılmak üzere devlet tarafından satın alınsın diyor. Hatta yakalayıp Japonlara satalım onlar yer diyen bile var. Kimse bahsedilenin bir canlı olduğunu ve insan faaliyetleri nedeniyle buraya geldiğini söylemiyor. Çünkü para kazanmak daha önemli. Toplam avcı sayısının olması gerekenin 10 katı üzerine çıkmasına hiç müdahale etmeyenler şimdilerde çeşitli projelerle aynı balıkçıların ekonomik kaybını gidermek için zihni sinir işlere imza atıyor.

Diğer bir örnek de Aslan balığı (Pterois miles). Dokunanın canına okuyan bu balık da Süveyş kanalı yoluyla Akdeniz’e giriş yapmış. Özellikle kıyısal bölgelerde kayalıklarda kolaylıkla görebileceğiniz türden. Zehirli ve para etmiyor o sebeple pek de sevilmiyor. Mesela vatozların da zehirsiz olup para etmeyeni sevilmiyor. Yerli olanı da öyle. Yani para etmiyorsa sevilmiyor. Bakmayın siz öyle ekosistemin korunması vb. isimlerle yapılan “mücadele” projelerine. Hepsinin ortak noktası para etmeyeni bertaraf etmek. Ancak para eden yabancı istilacı türlerle mücadele etmek kimsenin aklına gelmiyor. Daha henüz iskarmoz (Saurida lessepsianus) ile mücadele edeni duymadım ya da iskarmoz balığından şikâyet eden balıkçı görmedim. Çünkü para ediyor. Ya da nil barbunu (Upeneus pori) için mücadele projesi gerçekleştirildiğini duymadım. Diğer yerli barbun türlerinin üzerinde oluşturduğu rekabet baskısı pek kimsenin umurunda değil.

Tüketim ve kar hırsı

İnsan faaliyetleri sonucu meydana gelen değişimlere, yine insanların tüketim ve kar hırsına hitap eden yaklaşımlarla müdahale etmeye çalışmak konuyu anlamamak ile eşdeğer. Aslında bu yabancı olanı istilacı diye tanımlayıp üstüne bir de mücadele etme anlayışının insan ilişkilerinde de bir karşılığı söz konusu. Mültecilere karşı olan nefret söylemi de benzer kodlardan besleniyor. “bunlar geldi iş yapamaz olduk” “bizim gençlerimiz ölürken bunlar burada keyif çatıyor”, “hiçbir faydaları yok” vb. söylemleri birebir yabancı istilacı türler ile ilgili yapılan değerlendirmelerin (mücadele etme temelli) neredeyse hepsinde bulmanız mümkün.

Mültecinin para kazandıranı, köle gibi kullanılanı ve ortalarda pek görünmeyeni kimseyi rahatsız etmezken, ortalıkta görüneni ve sizi “rahatsız” edeni için çok fazla gürültü koparılıyor. Onlar, gönderilmesi ya da ortalıktan kaybedilmesi gereken topluluklar olarak nitelendiriliyor. Her ne kadar geliş sebebi bağlı bulunduğun sistemin yanlış politikaları olsa da. Çünkü sisteme yüksek sesle karşı çıkmak bedel isteyen bir durum. Oysa mülteciye yüklenmek, saldırmak ve ona nefret kusmak bedeli olmayan ve hatta ödülü olan bir yaklaşım. Bu durum tabii ki böyle iki kelimeyle ifade edilip özetlenebilecek bir mevzu değil. Üzerinde derin araştırmaları hak eden bir olgu. Özellikle çevre problemlerine yaklaşımdaki kültürel kodların ve bariyerlerin etkisi ciddi bir araştırmayı hak ediyor.

Nedenlerin ortadan kaldırılması için herhangi bir çaba harcamadan sonuçları ortadan kaldırmak için uğraşmak hem kolay hem de palyatif çözümler doğuruyor. Günü kurtaran yaklaşımlar sorunun sadece daha da çetrefilleşmesine yardımcı olur. Hele ki bir de bunu doğal ekosistemin ister istemez bir parçası olmuş türlerle mücadeleye indirgersek ortaya çıkacak sonucun altında kalmamak mucize haline gelir. Doğadaki tüm olumsuz değişimlerin ve olayların tek sorumlusu insan. Eğer bir mücadele edilecekse bu, ancak insan ve onu temsil eden araçlarla olmalıdır.

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.