Köşe YazılarıManşetYazarlar

Hepimiz biraz da ormanız artık!

0

“Belki de bir toprak etiğinin gelişmesinin önündeki en büyük engel gerek eğitim gerekse ekonomik sistemimizin etik değerlerden değil de vicdanlı bir farkındalıktan uzak oluşudur”.*

İnsanı diğer türler karşısında azınlık olarak değerlendiren Aldo Leopold, toprakla, doğayla etik değerler çerçevesinde kurduğu ilişkinin onu doğayı değiştirip dönüştüren sömürgeci pozisyonundan çıkarıp yalnızca bir doğa yurttaşı yaptığını savunur. Leopold’a göre bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde işlemesi ancak sevgi, saygı ve hayranlık temelli olması halinde mümkündür. Toprak Etiği’ni 1949’da keleme alan Leopold bugün Kazdağları’nda altın madeni işletmek için  kurban edilen ağaçları, İzmir’de, Marmaris’te ve daha birçok yerde çıkan yangınlarda alevlere terk edilen ormanların halini görse, insan türünün neredeyse bir asrın sonunda hala sınıfı geçemediğini, sevmenin öğrenilebilen bir şey olmasına rağmen başarısız olunduğunu anlayıp kuşkusuz çok üzülürdü. Tabii biz de üzüldük, kahrolduk, kahroldukça sevgimizi daha çok fark ettik…

Bu yazıyı onurlandıran karikatürist Oğuz Demir’in Kazdağları Kardeşliği adındaki rüya gibi çizimine gözlerimin takıldığı 3-4 saniyede ben de orman oldum… Tüm canlar hemhal olmuş bir ağaca sığınmıştık… Çizimin içinde yerimi aldığımda fonda piyano sesi duyuluyor, binlerce kişi omuz omuza vermiş bulunuyor, bir arada olmanın gücüyle umutlu bir hava esiyordu. Sonra birden alevler sardı etrafımızı, farklı türlere ait olan sesler birbirine karışıyor, çığlık çığlığa bir kaçış yaşanıyordu. Bastığımız toprak erirken piyano gitmiş, yerinde alevlerin dansıyla bir trajedi sahneleniyordu… Sıcaktı, çok sıcak… Ateş çemberinin ortası cehennemin kendisiydi.

Katı olan her şey buharlaştığı gibi yangınlarla da kül oluyor… Ateş olmayan yerden duman çıkmadığı da malum, bu ateşin nedenleri arasında  piknikçinin mangalı, sigara izmariti, bir cam kırığının iklim krizinin coşturduğu aşırı sıcak hava, rant fırsatçılığı ve daha birçok olasılık sayılabilir. Ancak, yangın risklerinin arttığı bir dönemde yangınların tespit edilmesine ilişkin yeterli önlemlerin alınmasını, erken yangın tespit sistemi kurulması gibi alınabilecek önlemleri tartışmamız gerekirken bu yangınların neden söndürülmediğini ve yayılmaya bırakıldığını konuşmak zorundayız. Zira yetkili tarafların yaptığı açıklamalar yangınların  söndürülmesi için azami gayretin sarf edilmediğini hatta, yangın söndürme konusunda ehil ve donanımlı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Türk Hava Kurumu’nun bilinçli bir şekilde devre dışı bırakıldığını gösteriyor. Diğer taraftan Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan kendi bakanlığının bütçe ve maliyet hesabı içine düştüğüne işaret eden açıklamalar duyuyoruz…

‘Bu cinayet kimin işine yaradı?’

Daha açık ifade etmek gerekirse; yangınların çıkma nedeni ne olursa olsun bu yangınların ölçeğinin büyütüldüğünü, ormanlarımızın ve içindeki canların bilinçli bir şekilde yanmaya terk edildiğini görüyoruz. Leopold’un bahsettiği sevgiden eser yok… Genellikle cinayet filmlerinde katili bulmak için “Peki bu cinayet kimin işine yaradı?” sorusunu sorarız, sanırım bu sorunun cevabını bir yıl sonra alacağız. Her ne kadar Orman Bakanlığı’nın ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ormanların yanmasının her hangi bir maddi karşılığı olmayacağına dair verdiği sözler, resmi açıklamalar olsa da İzmir Karabağlar’da kül olan 1000 stadyum büyüklüğündeki alanın imara açılmasına izin verilecek mi önümüzdeki süreçte göreceğiz. Zira  kapitalist sistem içerisinde metalaştırılan şeylerin miktarını arttırmanın tek yolu para işlevi görmeyen metaların miktarını azaltmak olduğu üzere, meta değerlerin yasa ve kanunların dışına taşarak sürekli genişlediğini gösteren örnek yok değil. Nitekim 2007 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde Güvercinlik koyunda çıkan yangının Halep çamı ve kızıl çam ormanını kül etmesiyle 150 stadyum büyüklüğünde bir arazi ormansızlaşmış, dönemin Orman Müdürü ise arazinin imara açılmayacağına, ağaçlandırılacağına dair sözler vermişti. Yangından bir yıl sonra yanan arazi üstünde beş yıldızlı bir otelin inşaatına başlanması için verilen onayı, 2015 yılında müşterilerini ağırlamakta olan bu otele bin yatak kapasiteli ikinci tesisi kurması için izin verilmesi izledi.

Benzer şekilde Trabzon Sürmene’nin Çamburnu Mevkii’nde 20 hektarlık alan yandıktan sonra imar açılmayacak denmiş olmasına rağmen bugün villalar yükselmiş bulunuyor. Özetle bir kez daha anlaşılıyor ki neoliberal ekonomi politikasının olanaklarıyla semiren kapitalist sistemin her koşulda ve şekilde yeni ihtiyaçları doyurma çabası içinde olduğunu akılda tutarak verilen sözlerin takibini yapma sorumluluğu sivil toplumdadır.

Yıllar yılı sırtına yüklenen kayayı yokuşun başına yeniden ve yeniden taşıyan Sisifos, en son bir piyanoyu çıkardı yokuşun başına, yok oluş çığlığı  okyanus ötesinde yankılandı, sesine karşı coğrafyalardan ses buldu. Kalkınma eleştirmeni, insanın hırs ve ihtiraslarının varacağı noktayı görerek doğal yaşama dair düşünen, Henry David Thoreau 1845’lerde kaleme aldığı Ormanda Yaşam‘da (Walden) “Ayağımı bastığım toprak ölü, atıl bir kütle değil. O bir beden bir ruhu var, organik; o ruhun etkisi, o ruhun parçacıkları içime akıyor” sözleriyle anlatır doğanın parçası olduğunu. Ormanın ve ormanı evi bilenlerin acısını yüreğimizde hissedebildiysek, ondan bir parça  da aklımızda, fikrimizin kıyısında bizimle yaşar. Tabii, bu her ezilen için geçerli.

Emeğin, toprağın, paranın her şeyin metalaştırılmasına istinaden 1944’te Büyük Dönüşüm’ün yazarı Karl Polanyi, toplum gerçekliğinin yakınmadan kabul edilişinin insana ortadan kaldırılabilecek tüm adaletsizlikler ve özgürlük kısıtlamalarına karşı yılmadan mücadele etme gücü ve cesareti verdiğinden bahseder. Sisifos‘un durumunu hatırlatan türden bu yaklaşım cesaretin  herkes için daha geniş özgürlükler yaratma amacına sadık kalması halinde büyüdüğüne ve bu süreçte gücün veya planlamanın özgürlükleri yok etmek üzere kendisine karşı çalışmasından da korkması gerekmediğine işaret eder. Fakat  iktidarların dayatmış olduğu sınırların aşılabilmesi için önce Foucault’un Özne ve İktidar’da  önerdiği gibi bu dayatılan sınırların evrensel ve zorunlu olduğunu düşünmekten kendimizi kurtarmamız gerekir. Başka türlü bir yaşamın mümkün olduğu tahayyülüyle ortaya çıkan toplumsal hareketler içinde birbirimizden yana atacağımız adımlar özgürlüklerimizin güvencesi olacaktır. Gerek doğanın ve doğal varlıkların gerekse  insanın hak ihlalleri olsun, ormanda yaşarken evinden olan tüm canlar, KHK’lerle bin bir emekle edindikleri işleri kaybettirilmiş olanlar; emekçiler; ekonomik döngünün ve siyaseten sistemin dışına atılmaya çalışanlar için topyekün kurtuluş biraz da o sınırların karşılıklı atılacak adımlarla aşılmasında saklıdır. Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrantız, hepimiz KHK’lıyız; hepimiz HDP’liyiz; hepimiz kadınız; hepimiz LGBTİ’yiz; hepimiz Özgecan’ız ve hepimiz biraz da ormanız artık!

*Aldo L., A sand County Almanac,  (Perhaps the most serious obstacle impeding the evolution of a land ethic is the fact that our educational and economic system is headed away from, rather than toward, an intense consciousness of land.Çeviri P.Demircan) s: 223

(Bu yazı Sivilsayfalar.org‘da  da yayımlanmıştır)

 

You may also like

Comments

Comments are closed.