Hafta SonuHaftasonuManşet

[Cadı Kazanı] Yeşil beton- Nuran Seyhan Bayer

0

Nerdeyse iki ay oldu doğayla buluşmam. İlk acemilikler geçince gözlemler başladı. Önce bir ay boyunca sokağımıza bir “SIFIR ATIK” konteyneri konulması için onlarca telefon görüşmesi yaptım ve sonunda başardım. Konteyner doldu, taştı ama almaya gelen olmadı. Yine onlarca telefon ve bu yazıyı yazarken hala alınmamıştı. Sonra da balkonda oturduğumda gözümün içine giren, yatak odamı gündüz gibi aydınlatan sokak lambasının yönünün yukarıya kalkık değil aşağı doğru olması için burada hizmet veren elektrik şirketine (AYDEM) defalarca telefon etmeme rağmen hala sonuç alamadım. Sokağı aydınlatması gereken lambanın neden havayı aydınlatır bir açıda takıldığını düşünmek bile istemiyorum.

Yeşil beton

Çevremdeki evlerin bir kısmı uzun yıllardır burada yaşayan bir anlamda yerliler, diğerleri “ yeşil vadi konakları “olarak adlandırmış havuzlu, ’güvenlikli’ villalarda yaşıyor… Bu villalardan bir kaçı, doğayı seyretmek için koltuğuma oturduğumda tam da bakış açımın içine giriyor. İstemesem de izlemek zorunda kalıyorum, “bahçe ve havuz” bölümlerini. Doğada yaşamanın onlar için sadece her daim biçilen çimler, hava üfleyen gürültülü aletlerle yok edilen kuru yapraklar ve ancak 4-5 kulaç atabildikleri havuzlar olduğunu anlamam uzun sürmedi. Çevrecilerin çim alanlara haklı yakıştırması “YEŞİL BETON” için çok miktarda su ve emek tüketilmesinin yanısıra kullanılan ilaçlar cabası. Oysa çimen yerine yabani bitkiler, sebze ve meyve dikebilirler. Arıları mutlu eden flora türleri ise kendi gelecekleri için de bir yatırım olur, üstelik bedava bir yatırım…

Perma kültür kavramının isim babası Bill Mollison; “Permakültür: Bir Tasarımcı El kitabı “adlı eserinde perma kültürü şöyle tanımlar: “Permakültür, doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanmasıdır. Üzerinde yaşayan insanlar ile arazinin, gıda, enerji, barınak ve diğer maddi ve manevi ihtiyaçları sürdürülebilir bir şekilde karşılayan ahenkli bütünleşmeleridir. Permakültür tasarımı, kavramsal, maddi ve stratejik bileşenleri tüm canlıların yararına çalışan bir model içinde bir araya getiren bir sistemdir. Permakültür’ün arkasındaki felsefe, doğaya aykırı olmaktan ziyade onunla birlikte çalışma, uzun süreli düşüncesizce hareket etmekten ziyade uzun süreli özenli gözlem yapma, sistemlerin sadece bir ürününün peşinde koşmaktan ziyade onlara bütün işlevleriyle bakma ve sistemlerin kendi evrimlerinin gerçekleşmesine izin vermedir.”

Permakültür, sürdürülebilir insan yerleşimleri kurgulayabilmemizi sağlayan bütünsel bir tasarım bilimidir. Kısacası, bırak dağınık kalsın…

Arabalarıyla geçerken sıfır atık konteynerini görmemeleri olanaksız ama henüz ayrı torbalarda, ayrıştırılmış çöp atıklarını görmedim. Konteynerin önünde ne atılması gerektiğini gösteren fotoğraflar var ama… Havuza düşen bir yaprak ya da çiçeği özenle yok eden bir sakin, sitesinde kesilen ağaç dallarının, bitkilerin çöp konteynerlerinin yanına yığınlarla atılmasını umursamıyor anlaşılan. Oysa Bodrum belediyesinin bu konuda hizmeti var ve sadece belirli bir ücret yatırarak bunların alınmasını sağlayabiliyorsunuz. Havuzum mis ama sokak pis olabilir. İlkelce döşenmiş elektrik, telefon kabloları, estetikten uzak beton direkleri, güneş enerjisinden yararlanmak için iyi ama estetik açısından garabet olan sıcak su sağlayıcı metal bidonları söylemeye gerek yok çünkü bütün sahillerimiz aynı estetik yoksunu. Oysa ağaçlara, ormana, doğaya bakmaları yeter, estetik duygularını geliştirmek için.

Halkın ücretsiz yararlanacağı kıyıların hepsi “beach” olarak adlandırılan işletmeler, otel, motel ve restoranlar tarafından adeta işgal edilmiş. Denize girdiğinizde ise, suyun sakinliğine kendinizi bırakmanız çok zor. Sağınızdan jet-ski’lerin motor gürültüsü, solunuzdan ise, çalışanının müzik zevki ile belirlenen bangır bangır müzikler. Kentlerin gürültüsünden, trafiğinden kaçan tatilcilerin (çoğunun) umurunda da değil zaten. Umurlarında olmayan bir başka şey de SU.. O kadar fütursuzca kullanıyorlar ki, uyarmaktan kendimi alamıyorum. Denizden çıkan çocuğunu duş alırken, gereksiz su akıtmaması için uyaran bir tek aile gördüm. Üstelik Türkiye’de yaşamıyorlardı ama bu ülkenin suyunu düşünüyorlar. Milliyetçilik denince mangalda kül bırakmayan halkımızın ülkesinin doğal kaynaklarını koruma (ma) anlayışı bu kadar.

29 Temmuz’da dünya yıllık doğal kaynağını tüketti ve gelecek yılın hakkından kullanmaya başladı. Türkiye ise dünya ortalamasından 32 gün önce tüketmeyi başardı. Küresel Ayak İzi Ağı’nın açıkladığı rakamlara göre bir yıllık doğal kaynakların tüketim günü olan Küresel Limit Aşım Günü, bu yıl dünyada 29 Temmuz, Türkiye’de 27 Haziran olarak belirlendi. Her yıl bu tarihler biraz daha erkene kaymaya devam ediyor. Yani önümüzdeki yıllarda bir de bakmışız ki, Ocak ayında, artık o yıl için tüketecek doğal kaynağımız kalmamış. Karar mekanizmalarının başında olanlarının umuru değil anlaşılan. O zaman artık çocuklara ve gençlere yatırım yapmak için hepimiz kolları sıvamalıyız. Prof.Dr. Selçuk Şirin bunu deneyimleyip, çocuklar için ayağa kalkan ve projeler üreten bir düşünce insanı. Onun yaptıklarını ve yapmak istediklerini örnek alarak,  elimizden geldiğince maddi-manevi destek olmak, geleceğimiz için yapılası en önemli yatırım.

“Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlar’da ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.”  Hannah Arendt

Nuran Seyhan Bayer

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.