Doğa MücadelesiManşet

Denizleri korumanın tek yolu: Balık yemeyin

0

‘Okyanuslarımız için en büyük tehlike; yasalarla engellenememiş, açgözlülükten gözleri dönmüş balıkçılık endüstrisi. Gerekli adımları atmalıyız.’

İllüstrasyon Sébastien Thibault

İnsanlığın bu zamana kadarki en büyük haberi; dünya’daki yaşamın çökmesi. Doğanın duruma yönelik son değerlendirmeler gezegenimizin ölüm sarmalında olduğunu söylüyor. Bu haberi İngiliz gazetelerinden birkaçının ilk sayfalarında görmemek pek de şaşırtıcı değil. Medyadaki tarafgirliğin tüm çeşitleri arasında en derini belirli bir konuya karşı olan tarafgirlik. Mevzu ne kadar önemliyse, o kadar az tartışılmakta.

Bunun bir nedeni var. Bu kötü vaziyetin bilincinde olmamız gerekirdi ve sistemin değişikliği talebinde bulunmalıydık. Sistem değişikliğiyse medya kuruluşlarını elinde tutanları ciddi ölçüde tehdit etmekte. Bu nedenle bizi, bir verandadaki, incik boncuk gibi kraliyet bebeği ve her şeye karşı gelen kötü niyetli iki komşu olarak ayırıyorlar. Bana sık sık hak ettiğimiz medyayı bulduğumuz söyleniyor. Hak ettiğimiz bu değil. Milyarder sahiplerinin uygun gördüğü medyaya maruz kalıyoruz.

Bu da demek oluyor ki bir gazetecinin en önemli görevi görmezden gelinmiş konuları su yüzüne çıkarmak. Bu nedenle size dünyanın bir kenara attığı %70’lik bir kısmının nadiren de yer aldığı yeni bir rapordan bahsetmek istiyorum: Denizler. Denizlerdeki yaşam karadakilerden daha hızlı çöküyor. Birleşmiş Milletler biyo-çeşitlilik raporunda bunun ana sebebinin plastik olmadığını netleştiriyor. Yaşamı tehlikeye atan kirlilik, küresel ısınma hatta okyanusların asitlenmesi bile değil. Balıkçılık. Ticari amaçla yapılan balıkçılık en önemli faktör ve bu da üzerinde en az tartıştığımız konu. BBC’nin son zamanlardaki Blue Plan Live serisi, kuvvetli çıkarları olan herhangi bir fikir ayrılığını dikkatli bir şekilde önleyerek bu konu hakkındaki suskunluğu özetledi. Seride fosil yakıt ya da plastik endüstrileri hakkında tek bir kelime dahi yoktu ve pastoral fanteziler ve kaba kuvvetin bir karışımıyla korunan balıkçılıktan kısa bir cümleyle bahsedildi.

Balıkçı denildiğinde aklınıza ne geliyor? Beyaz sakalları, ışıl ışıl gözleri olan ve parıldayan denizde neşeyle aheste aheste giden kırmızı bir botta oturan Kaptan Birdseye mı? Eğer balıkçılığa dair aklınızdaki düşünceler buysa birkaç yeniliğe ihtiyacınız olabilir. Geçen yıl Greenpeace tarafından yapılan bir araştırma İngiltere balıkçılık payının %29’unun Sunday Times’daki zengin insanlar listesinde yer alan beş ailenin sahip olduğunu açığa çıkardı. Çok sayıda balıkçılık teknesi işleten çok uluslu bir Hollanda firması, İngiltere balıkçılık payının %24’üne sahip. Filonun %79’unu kapsayan 10 metreden daha kısa olan en küçük teknelerse balıkların sadece %2’sini avlıyor.

Balıkçılığın daha büyük etkileri var. Balıklar ve karidesler genellikle bütün deniz canlılarıyla beslenir. Tarak ağlı balıkçı tekneleri hiçbir ayrım yapmadan denizin dibini tarakla eşeleyip avladıkları her şeyi karıştırıp yeme dönüştürüyor.

Aynısı dünya çapında da geçerli. Zengin milletlerin muazzam gemileri fakir ülkelerin etrafındaki denizlerde yaşayan balıkları silip süpürüyor. Köpek balıklarını, tuna balıklarını, kaplumbağaları, albatrosları, yunus balıklarını ve denizdeki geriye kalan çoğu yaşam cinslerini yok ederek, onları yüz milyonlarca ana protein kaynağından mahrum bırakıyorlar. Kıyısal balıkçılığın daha büyük etkileri var. Balıklar ve karidesler genellikle bütün deniz ekosistemiyle beslenir. Trol tekneleri hiçbir ayrım yapmadan denizin dibini tarakla eşeleyip avladıkları her şeyi karıştırıp balık yemine dönüştürüyor.

Açık denizler, diğer bir deyişle 200 deniz mili ulusal limitin ötesindeki okyanuslar, kanunların hiçe sayıldığı krallıklar. O krallıklarda balıkçı tekneleri 75 km uzunluğunda ağ atıp yırtıcılar da dahil olmak üzere karşılarına çıkan her canlıyı silip süpürüyor. Ancak buna rağmen kıyı balıkçılığı, gevşek kuralların ve onları çağıran yıkıcı hataların bir karışımıyla, daha kötü yönetiliyor. 

Birkaç yıldır İngiltere’nin etrafındaki mezgit ve uskumru balığı popülasyonu toparlamaya başladı. Bizlere de bu balık türlerini vicdan rahatlığıyla yemeye başlayabileceğimiz söylendi. Şimdi her iki türün popülasyonu da hızla dibe çakılmakta. Genç mezgit balıklarının ticari amaçla yasa dışı yollarla ihraç edilmesi, İngiliz denizlerindeki yasal avlanma oranının muhtemelen üçte birini zar zor aşıyor. Bu suların aç gözlü balıkçılığın hırsıyla yönetilmesi sayesinde uskumru balıkları da birkaç hafta önce eko-etiketini kaybetti.

Hükümet İngiliz sularının %36’sının “deniz koruma alanı” (marine protected area) (MPAs) olarak korunaklı olduğunu iddia etti. Ancak bu koruma haritadaki çizgilerden başka hiçbir şey ifade etmiyor. Ticari balıkçılık, sahte rezervlerin %0,1’inden daha az bir oranın dışında tutuluyor. The Science dergisinde yayınlanan son rapora göre Avrupa koruma alanlarındaki trol yoğunluğu, korunmayan alanlardan daha fazla. Bu deniz koruma alanları da tamamıyla bir komedi: Tek amaçları kamuoyunu bir şeylerin yapıldığına inandırıp kandırmak.

Geçen yıl Greenpeace tarafından yapılan bir araştırma İngiltere balıkçılık hisselerinin %30’unun Sunday Times’da yer alan zengin insanlar listesinde yer alan beş ailenin sahip olduğunu açığa çıkardı.

Avrupa Birliğinin yapmış olduğu hataları göz önünde tutarak, Brexit’in bazı şeyleri daha iyi bir biçimde yapmak için bir fırsat sunduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Sundu da, ancak dikkate alınmadı. Aksine AB gelecek yılın yer değiştirme oranının ötesinde herhangi bir balık çeşidinin istismar edilmemesini önlemek adına yasal taahhüt verirken İngiltere’nin balıkçılık faturaları bu tarz bir koruma sağlamıyor. Korumalı alanların yeniden oluşturulmasına dair bir plan yok aksine denizlerimizin yağmalanmasının yoğunlaşması muhtemel.

Bütün bunları moral bozucu yapan şeyse balıkçılık endüstrisinin çalışmalarının düzenlenmesi hem ucuz hem de kolay. Ticari balıkçılık yapılma alanı azaltılsaydı, toplam avlanma biyoloji uzmanlarının yayılma etkisi adı verdiği nedenden dolayı ironik bir şekilde yükselirdi. Balıklar ve kabuklu canlılar rezervlerde yetişerek oldukça büyük hale gelirler ardından da rezervleri çevreleyen sulara yayılırlardı. Dünya’nın diğer yerlerinde yer alan deniz koruma alanlarındaki avlanmalar çarpıcı bir şekilde yükselmekte. PLOS Biology dergisinde yer alan son rapor, aslında olması gerektiği gibi bütün dünyadaki engin denizlerde yasaklansa dahi büyüyen canlıların ulusal sulara göç edeceğinden dolayı dünyadaki avlanma oranının yükseleceğini gösteriyor.

Kuralların uygulanması da zor değil. Dünya Doğa Fonu, İngiltere sularındaki her 10 metreyi aşan teknenin uzaktan gözlem ekipmanlarıyla denetlenmesi için gerekli sistemin 5 milyon sterlin tuttuğunu açıkladı. Bu sistemle beraber kamera ve sensörler gemilerin nerede ve ne avladıklarını kaydedip yasa dışı avlanmayı imkansız hale getirebilecek. Ancak bu ekipmanları avlanma gemilerine yerleştirmek isteğe bağlı. Diğer bir deyişle, balık ihracını önlemek için av sayısı sınırı ve deniz koruma alanı yasalarına uymak zorunlu ancak yasalara uyup uymadığınızı kontrol eden ekipmanı geminize yerleştirip yerleştirmemek de isteğe bağlı. Beklenildiği gibi gemilerin %1’den azı bu ekipmanı taktırmayı kabul etti. Bu yararlar sunulduğunda, endüstrinin balık popülasyonlarını ve canlı sistemleri elinde tutup çöküşe sürüklemeleri şaşılacak şey mi?

Güvenli bir şekilde tüketebileceğimiz balık ya da kabuklular neredeyse yok. Bizi aldığımız balığın güvenilir olduğuna yeniden ikna etmesi gereken ve bunu garanti edemeyen Deniz Koruma Konseyi bile son skandallara damgasını vurdu. Örneğin Konsey İngiltere sularındaki nesli tükenmekte olan köpek balıklarının yakalanmasını ve deniz yatağını parçalara ayıran trollerin deniz tabanlarını kazınması işlemlerini onayladı.

Balıkçılık düzgün bir şekilde uygulanana ve kontrol altına alınana dek, bütün bu olanlara rıza göstermemeliyiz. Elbette denizleri plastik atıklarla kirletmeyin ancak gerçekten bir fark yaratmak istiyorsanız balık yemeyin.

Makalenin İngilizce Orijinali

Yeşil Gazete için çeviren: Fulya Çulha

 

You may also like

Comments

Comments are closed.