Köşe YazılarıManşetYazarlar

Küresel iklim hareketinde yeni dalga

0

İklim hareketi değişiyor. Dili ve aktörleri de değişiyor. Ve bu yeni dalga çok şeyi değiştirecek.

Küresel iklim hareketi Greta Thunberg’in başlattığı okul grevinin bütün dünyaya yayılması ve İngiltere’deki Yok Oluş İsyanı’nın etkisiyle yeni bir evreye girdi. Bugün yaşananları yeni kuşağın kaderine el koyması olarak tanımlıyoruz ama durum aslında biraz daha geniş kapsamlı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Zira çoğul bir dönüşüm söz konusu. Bu nedenle ben bu yeni dönemi “küresel iklim hareketinde yeni dalga” olarak tanımlamak istiyorum.

Neden yeni dalga? Bu soruya cevap vermek için hareketi dönemlere ayırarak anlamaya çalışabiliriz:

İklim değişikliği sorununun popüler gündeme gelmesinde milat 1957-1958’e kadar geriye götürülebilir. Ancak konu bu etkisi kısa süren ilk kıvılcımın ardından bir 30 yıl kadar unutuldu. Bilim çevreleri tarafından tabii tamamen unutulmasa da konu genel kamuoyunun gündeminden düştü; zira soğuk savaşın hakim olduğu, ekonomik büyümenin ve teknolojik gelişmelerin hızlandığı bu yıllarda henüz küresel ısınma fark edilir düzeyde değildi, öngörüler de dağınık ve bugüne kıyasla oldukça güvensizdi.

Erken dalga

1988’de James Hansen’in Amerikan Kongresi’nde yaptığı konuşmanın ardından Amerikan basınında ve ağırlıklı olarak Batı ülkelerindeki politika çevrelerinde konunun yeniden gündeme gelmesi, IPCC’nin kurulması ve Birleşmiş Milletler zemininde sözleşme hazırlıklarının başlaması sosyal hareketler içindeki ilk kıpırdanmaları da ortaya çıkardı.

Ancak 1992’de Rio’da imzaya açılan Çerçeve Sözleşme’nin yürürlüğe girmesi ve 1995’te ilk Taraflar Konferansı’nın (COP) toplanması sırasında, hatta bunun ardından bile, yine sınırlı bir ilgi ve hareketlilik görüyoruz. Kyoto Protokolü’nün hazırlandığı bu yıllarda ağırlıklı olarak yeşil-çevreci siyasi grupların ve sivil toplumun başını çektiği, COP’lar çevresinde sürece katılan (örneğin İklim Eylem Ağı-CAN), Greenpeace gibi aktivist örgütlerin eylemleriyle gündeme getirilen iklim değişikliği sorunu, ilgili ve kaygılı azınlığın meselesi olarak kaldı. 2005’e kadar süren bu döneme “erken dalga” diyebiliriz.

Birinci dalga

Ancak 2003-2005 arasında önemli şeyler oldu. Büyük bir sıcak dalgası 2003’ün yaz aylarında Avrupa’yı kavurdu; 2004’te içeriği yalan yanlış da olsa konuyla ilgili büyük gişe başarısı yakalayan bir Hollywood felaket filmi yapıldı (Yarından Sonra); Pentagon işe el atıp meseleyi “karşı taraftan” medya gündemine taşıdı ve 2005’te ABD’yi vuran Katrina kasırgası New Orleans’ı silip süpürdü. Bütün bunların ardından Avrupa Birliği Rusya üzerindeki baskıyı artırıp Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesini sağladı.

Protokol’ün 7-8 yıl duraklamanın ardından yürürlüğe girmesi (ama bu arada en büyük kirletici ABD’nin Bush yönetimi tarafından Kyoto’dan çekilmiş olması) 2005’in aralık ayında Montreal’de yapılan COP 11’in önemini artırdı. Böylece zirve sırasında, 3 Aralık günü, dünyada yapılan ilk küresel, çok merkezli iklim eylemi organize edildi. Ana sloganı da ABD’nin Kyoto’ya taraf olması talebiydi.

Bu tarihten itibaren her yıl, COP’larla eş zamanlı mitingler yapılmaya başlandı. “Birinci dalga” adını verebileceğimiz bu dönemde hareketin ağırlık merkezi sosyal forumlardı. 1999’daki Seattle isyanının ardından başlayan küreselleşme karşıtı (ya da alternatif küreselleşmeci) sosyal forum hareketleri, küresel iklim hareketinin birinci dalgasını yaratan asıl güçtü. Konuya çok daha önceden beri hakim olan yeşil ve radikal çevreci hareketler de sosyal forumlarla birlikte bu dönemdeki hareketliliğin kurucuları arasında yer aldı. Bu dönem 2009’a kadar devam etti.

Kopenhag dalgası

Giderek ağırlaşan ve günlük yaşamda da görünür hale gelmeye başlayan iklim krizine artık Kopenhag’da kalıcı bir çözüm bulunacağı umutları, 2009’un başlarından itibaren iklim hareketini yeni bir büyüme dalgasının içine soktu. ABD’de Bill McKibben ve arkadaşlarının öncülüğünde 2007’de kurulan 350.org hareketi Kopenhag’a doğru eylemlerin bütün dünyaya, ama bu kez Asya ve Afrika ülkelerine de yayılması konusunda etkili oldu. Medyada kendine yer bulan başarılı küresel eylem günleri organize edildi.

Bu dönemde iklim adaleti talebi de ağırlık kazandı, hak temelli bir anlayış, toprak ananın hakları da dahil olmak üzere gündeme getirildi. 2009’da pek radikal ve aktivist olmayan büyük çevre örgütleri de konuya dahil olmaya başladı. Nihayet Kopenhag’da Klimaforum adı verilen çok büyük bir paralel sivil iklim zirvesi (benzerlerinin ilki) yapıldı. Ancak Kopenhag zirvesinin başarısız olması nedeniyle o güne dek görülen bu en güçlü iklim hareketi dalgası aniden sönümlendi. Kısa süren ve ardından uzunca bir bocalama evresi yaşanan bu dönemi “Kopenhag dalgası” olarak adlandırabiliriz.

İkinci dalga

2010’dan sonra hareket de iklim müzakereleri gibi toparlanmaya başladı. Ancak Kopenhag’a doğru bir hayli büyüyen harekette yer alan bazı önemli grupların dağılmasının ardından, kurumsal çevre örgütlerinin projelerle ilgilenmeye başladığı, küçük taban örgütlerinin küçük farklar yaratmaya odaklandığı, kömür karşıtı hareketin daha belirleyici olduğu bir “ikinci dalga” başladı ve bu dönem 2015’te Paris Anlaşması’nın hazırlanmasını da içine alacak şekilde oldukça uzun sürdü; geçen seneye kadar.

Elbette Paris öncesi yine büyük bir hareketlilik yaşandı, özellikle 2014 Eylül’ünde New York’ta yapılan 400 bin kişilik yürüyüşün ve bu eylemlerin hazırlık evresinin bugünkü “yeni dalganın” ortaya çıkışında kritik etkiye sahip olduğu söylenebilir. Ancak 2010-2018 arasındaki dönemi belirleyen asıl özellik protestodan ziyade çözüme odaklanmak idi. Daha iyi bir Paris Anlaşması talep etmek, ortaya çıkan anlaşma pek beğenilmese de desteklemek, “atıl varlıklar”, yenilenebilir enerjinin ucuzlaması, enerji dönüşümü, adil dönüşüm, elektrikli araçlar, yan faydalar (co-benefits) gibi kavram ve inovasyonlarla çözüme yön vermeye ve ekonomik-siyasi aktörleri ikna etmeye çalışmak bu dönemin belirleyici özelliğiydi. “Felaket tellallığı yapmayalım, bunun yerine pozitif olalım, umut aşılayalım, olumlu konuşalım”, “hepimiz aynı gemideyiz” gibi söylemler dönemi belirledi. Bu arada hem Obama’nın etkisi, hem en büyük kirletici Çin’in bile ciddi bir emisyon azaltımı hedefi belirlemesi, hem de küresel emisyonlardaki artışın 2014-2016 arasında durması, nihayet emisyonları düşürmeye başladığımız izlenimini vererek çözüme odaklı söylemi destekledi.

Ve “yeni dalga”

Ancak ne olduysa 2016’dan sonra oldu. Önce ABD’de iklim inkarcısı Donald Trump başkan seçildi ve Paris Anlaşması büyük yara aldı. Ardından 2017 ve 2018’de dünya dev kasırgalar, tayfunlar, sıcak dalgaları ve orman yangınlarıyla sarsıldı. Haritadan silinen ada ülkeleri, alevlerin yuttuğu kasabalar, İsveç gibi soğuk ülkelerde bile haftalar süren orman yangınları, şiddetli fırtına, dolu ve sel görüntüleri iklim değişikliğinin hızlandığını bilimin aracılığına gerek kalmadan görünür hale getirdi. En nihayet 2017 ve 2018’de Asya ülkelerindeki ekonomik büyümenin hızlanmasıyla ve ABD’de de artışın tekrar başlamasıyla birlikte küresel emisyonlar yeniden yükselişe geçti. Küresel sera gazı emisyonlarında bir yıl öncesine göre 2017’de yüzde 1,6, 2018’de yüzde 2,7 artış görüldü.

İşte iklim hareketinde “yeni dalga” geçen yıl, bu şartlar altında başladı. Greta’nın veciz ifadesiyle “kimse hiçbir şey yapmıyor, hiçbir şey olmuyor”du. Ve “tehlikede olan bizim geleceğimiz” diyen yeni bir kuşak harekete el koymaya karar vermişti. Yok Oluş İsyanı’nda da artık isyandan, sivil itaatsizlikten, “hiçbir şey yapmayan” sistemi kilitlemekten başka bir çare olmadığı ortaya kondu.

Bu yeni dalganın ayırt edici özelliği dilinin ve aktörlerinin eksisinden çok farklı olması. Yeni dalga çok daha net konuşuyor, pozitif dil dayatmalarına pabuç bırakmıyor, krizin ismini koyuyor, “yanmakta olan evimizden” bahsediyor, isyan ediyor. Yeni dalgayı yaratan da çevreciler, yeşiller, yüksek lisanlı-doktoralı uzmanlar, çok satan kitap yazarları veya proje uzmanı sivil toplum profesyonelleri değil. Daha ortaokulu veya liseyi bile bitirmemiş çocuklar, sivil toplum veya siyaset deneyimi olmayan gençler, öğrenciler ve hayatında ilk defa sokağa çıkan her yaştan isyankâr insanlar.

İklim hareketi değişiyor. Dili ve aktörleri de değişiyor.

Ve bu yeni dalga çok şeyi değiştirecek.

(Ümit Şahin / Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.