Hafta SonuKültür-SanatManşetUncategorized

[Hermit] Çok yaşa kabare! – Ayşegül Özünal Sağlam

0

“Sistem eleştirisinin, düzene karşı çıkışın; yaratıcılık, zekâ, mizah ve biraz da küstahlıkla yoğrulduğu bir tiyatro türüdür.” diye tanımlar kabareyi Dikmen Gürün, “KABARE TİYATROSU ve HALDUN TANER” adlı makalesinde.

Fransa ve Almanya’da başlayan kabare kültürü, oradan Rusya’ya ve sonrasında tüm Avrupa’ya sıçramış ve kitlesini kısa sürede oluşturmuştur. Klasik tiyatro kavramının karşısında duran ve dev sahneler yerine küçük mekânlarda da sahnelenebilen bir tür olması sebebiyle kısa sürede sevilmiş kabare. Bir karşı duruşla ortaya çıkması sebebiyle olsa gerek; 19.yy’ın sonlarından itibaren Avrupa’dan dünyaya yayılan bütün sanat akımları; kendi muhalif tavırlarına uyarlamışlar kabareyi.Böylelikle kabare yazını oluşmaya başlamış. Özellikle İkinci Dünya Savaşı dönemi, sosyal değişimleri ve yarattığı kaos ortamıyla çok fazla malzeme vermiş kabareye. Yazarları ve oyuncuları belli dönemlerde sansür uygulamalarıyla karşılaşmış muhakkak ama bu durumu ince espri anlayışları ve zekice hazırlanmış mizahi metinleriyle atlatmasını da bilmişler. Kabare seyircisi de bu üslubu benimsemiş; böylelikle belli bir alt kültüre sahip kabare seyircisi oluşmuştur.

Devekuşu Kabare’nin kurucusu Haldun Taner ve ilk kadrosu, 1967

Türk tiyatrosunda kabare denince akla gelen ilk isim olan Haldun Taner, Abdi İpekçi ile yaptığı bir söyleşide aynı şeyi vurgular; “Kabare tiyatrosuna gidip de onun oynadığı oyunlardan zevk alabilmek için insanın önceden bazı şeyleri öğrenmiş olması gerekiyor. Yazar, duyarlığı ve bilinci gereği, içinde yaşadığı toplumun bir sismografı olarak toplumsal haksızlıklardan herkesten fazla etkilenir. Tedirgin olur” der ve devam eder, “Ne var ki, bunlara karşı tepkisini bir politikacıdan, bir sosyologdan, bir gazeteciden çok farklı gösterir. Sırf bunları eleştiren bir polemik yazmak istiyorsa makale, köşe yazısı gibi yerler daha uygun olur. Mizah ve ironi, olaylara belli bir felsefi mesafeden bakmanın avantajını taşıyor. Taze ve vurucu bir bakış alternatifi sağlıyor. O kadar işimin gücümün arasında Gen-Ar, Kulüp 12, Gala Kulüp’te üç kabare tiyatrosu başlatmam sanır mısınız işgüzarlıktan oldu?”

Kabare kültürünün oluşma sürecinde emeği göz ardı edilemez Haldun Taner’in. Onun sayesinde tiyatro seyircisi kabareyi sevmiş, benimsemiştir. Ülkenin en sıkıntılı dönemlerinde dahi kabarenin eğlenceli yüzü; insanlara nefes aldırmış, adeta toplumda sibop görevi görmüştür.

Alıntılardan oluşan yazılarda, yazarı kolaya kaçmakla suçlamışımdır hep ama kusuruma bakmayın Haldun Taner’in kabare için söylediği şu sözleri eklemesem olmazdı: “Kabare bir hücum tiyatrosudur aslında.Bir taşlama tiyatrosudur. Dalkavuk bir adam kabareci olamaz. Kabareci yürekli olacak, karşı olacak, ama karşı olmak için karşı olmayacak… Genel bozukluklara, ölçüsüzlüklere karşı, sosyal adaletsizliklere ölçüyü getiren bir alay mesafesi kor kabare. Yani bir hadiseye gülerek bakmak, alayla bakmak, o hadiseye mesafeli bakmak demektir. O hadisenin içinde haşır neşir olmuş, o hadisenin içinden dışarı çıkamayan insanlara başka açıları hatırlatmak demektir. Yani uyarı demektir…”Kabarenin muhalif duruşu ve toplum içindeki işlevi bu kadar güzel anlatılabilirdi…

“Kabare hakkında yazdı yazdı… Ne zaman bağlayacak Metin Akpınar’a Müjdat Gezen’e?” diyeceksiniz. Ne yazık ki bu yazıyı yazma sebebim onlar değil. Ama beklentinizi boşa çıkarmamak ve vicdan azabı çekmemek adına birkaç şey söylemek isterim. Kabare kültürüne yıllarca katkı sağlamış; politik mizah yapma cesaretine sahip olan ve yıllarca sahnelerden binlerce insana dertlerini anlatan ustalarımın son günlerde yaşadığı durum karşısında, ne yazık ki kelimelerim kifayetsiz kalıyor. Ama onların yelkeni öyle fırtınalar atlatmıştır ki bu rüzgârlar onlara zarar vermez; aksine halkın gözündeki, gönlündeki yerlerini derinleştirir. Genel seçim öncesi gündem kargaşasına meze edilmelerinden büyük huzursuzluk duysam da bu günlerin çabuk geçmesini ve üzerilerindeki bu baskının en kısa sürede bertaraf olmasını ümit ediyorum.

Kabare hakkında yazı yazma sebebim, pazartesi akşamı izlediğim oyun, ‘Düşperest’ ti. Büyük bir özveriyle tasarlandığı her ayrıntısından belli olan Taşra Kabare’de yerime geçtim ve heyecanla oyunu beklemeye koyuldum. Kapıdan içeri girdiğim andan itibaren sanki zaman makinesi tarafından 40 yıl öncesine bırakılmış biri gibi hissettim kendimi. Duvarlardaki afişler, fotoğraflar, ışıklandırma… Birçok etken vardı böyle hissetmemi sağlayan. Yıllardır annemden gıptayla dinlediğim ‘Kulüp12’ler, ‘Gala Kulüp’ler, Devekuşu Kabareler… Hepsi bir olmuş, fotoğraflarıyla Yeşilçam film efekti gibi etrafımda dönüyorlardı sanki…

Ve oyun ‘Düş Bandosu’yla başladı. Sonraki 1.5 saat nasıl geçti hatırlamıyorum. Şaka bir yana uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim. Musikiden arabeske, popa uzanan müzikal bir hikâye izledik. Ustaca hazırlanmış oyun metni sayesinde, kahkahalar atarken burnumuzun direğinin sızlamasına de engel olamadık. Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş tarafından 2015’te kurulan Taşra Kabare bir kültür ve sanat yapım merkezi olarak tasarlandı ve 2016’da kendi mekânına kavuştu. Şehrin kalbinde bir kabarenin isminin taşra olmasıysa manidar.Küçümsenen ‘taşra’ kavramını yüceltmek amacıyla konduğu ise aşikâr. Kabare kültürünün karşı duruşuna uygun bir isim olmuş bence.

Velhasıl kelam siz de benim gibi “Çok yaşa kabare!” diyenlerdenseniz kaçırmamanızı öneririm. Taşra Kabare 3. sezonunda Düşperest’le ve geçenlerde prömiyerini yaptıkları yeni oyunları ‘Sultana’ ile kabare perverleri bekliyor.

Ayşegül Özünal Sağlam

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.