Hafta SonuManşet

[Yaşadım Diyebilmek] FİLMECE – Şahin Tekgündüz

0

TRT’ye komünist usulü sızıyoruz…

1971’in son ayları… Sabah saat dörde geliyor. Serin bir sonbahar havası. Duvar diplerinden, binaların gölgelerinden ses etmeden ilerlemeye çalışıyoruz. Sessizliği, zaman zaman uzaklardan gelen motor homurtularıyla erken öten birkaç horoz bozuyor. Onun dışında sadece yürürken giysilerimizin çıkardığı hışırtıları duyuyorum. Tek sırayız ve tam bir sızma hareketi içindeyiz. En öndeyim. Arkamda sırayla Örsan Öymen, Tunca Yönder, Melih Âşık, Turgay Betil, Oğuz Tığlı,Tevfik Dalgıç, Nezih Danyal, Tuncer Özkan ve Ali Rıza Özdemir… Oğuz Tığlı çok başarılı bir fotoğrafçı. O dönemde, özellikle tiyatro fotoğrafları konusunda Ankara’nın en önemli ismi. Tevfik Dalgıç, benim kuzenimin Nevşehir’den çocukluk arkadaşı ve bir insanlık abidesi olan annesinin, çorap atölyesinde çalışarak ODTÜ’de okuttuğu, üstün zekâlı bir genç. Şimdi pazarlama dalında profesör ve Las Vegas Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Zaman zaman Türkiye’ye de davet edilir ve konferanslar verir. Yapıtları pazarlama konusunda önemli kaynak olarak değerlendirilir. Kuzenim Tuncer Özkan hukuk öğrencisi. Yıllar önce Aydın’ın Çine İlçesi’nde avukat olarak bir taşralı gibi yaşayıp aramızdan ayrılıyor. Ajansın liberosu Ali Rıza Özdemir ise, yıllar önce son karşılaştığımda, Murat Karayalçın’ın yönetimindeki EGO işletmesinde tahsilat memuru olarak çalışıyor. Örsan, Melih, Tunca ve Nezih konusunda bilgi vermeye gerek duymuyorum.

Gece karanlığında kuşku uyandıracak bir durumdayız. Aklıma, o yıllarda Tercüman Gazetesi’nde târihî romanlar çizen Şahap Ayhan geliyor.Orta Asya’dan Anadolu’ya akın akın gelen ve karşılaştıkları tüm gâvurları kılıçtan geçiren Türklerin büyük kahramanlarını canlandırıyor. Belki de Tarkan’ı ya da Boğaç Han’ı…O karelerden birkaçında düşmanın bir gece baskınını anlatıyor ve

Yağılar (düşmanlar), gecenin hâin karanlığında nefes bile almadan sürünerek Türk çadırlarına komünist usulü sızmaya çalışıyordu…“yazıyor. Bunlar dilimin ucuna gelir gelmez kıkırdıyorum. Kısık da olsa ses ettiğim için Örsan omuzuma dokunup uyarıyor. Dayanamayıp ona dönerek fısıltıyla, “Şahap Ayhan’ın dediği gibi tam komünist usulü sızıyoruz…” diyorum. Daha önce bu yakıştırmayla dalga geçtiğimiz için o da kıkırdamaya başlıyor. Kulak misâfiri olan Turgay makaraları koyuveriyor. Yorgunluk ve uykusuzluğun verdiği gerginlikle kendimizi kontrolde zorlanıyoruz ve önünden geçtiğimiz bir iş hanının girişine sığınıyoruz. Kasıklarımızı tuta tuta gülüyoruz. Sıkıyönetimde ve sokağa çıkma yasağındaki bu sızma hareketinde amacımız, birkaç ay içinde reklam yayımlamaya başlayacak TRT televizyonundan reklam kuşağı alabilmek…

Yeni ufuklara doğru…

Sızma hareketine kısa bir ara verip, biraz öncesinden söz etmek istiyorum. 1969’un sonlarında kurulan Odak Reklam’da yeni ve zengin kadromuzla bir atak yapma peşindeyiz. Bu ancak, hayatımıza yeni girecek olan televizyon reklamlarında göstereceğimiz başarıya bağlı. Aramızda deneyimli arkadaşlarımız var. Örsan Almanya’da televizyonda programlar yapmış, Melih uzun süre İsveç’te yaşamış ve televizyon reklamı izlemiş, Tunca ise drama deneyimine sahip. Reklam yayınları başladığında apışıp kalmamak için hem kendimizi eğitmek hem de iddialı işler yapmak kararındayız. Uzun toplantılar ve tartışmalardan sonra televizyon reklamlarıyla ilgili bir hazırlık programı yapıp uygulamaya koyuyoruz.Hem mevcut müşterilerimiz hem de ilişki kurabileceğimiz ve meramımızı anlatabileceğimiz markaların sahipleri ya da yöneticileriyle görüşerek onlar adına ücretsiz reklam filmleri yapıp, TRT televizyonundan önce mâkul bir ücretle sinemalarda gösterime sokacağız. Bu hem bize deneyim kazandıracak hemde televizyon reklama başladığında elimizin altında potansiyel bir müşteri portföyü oluşturacak. Hemen harekete geçiyoruz ve Ankara’nın önemli sinema salonları Büyük Sinema, Arı Sineması, Akün SinemasıRenkli Sinema ve Derya Sineması ile görüşüp reklam filmi yayınlama konusunda anlaşma yapıyoruz. Hatırlayabildiğim kadarıyla Anadol, Aroma, Meysu, Oran Konutları, Marmara Oteli, Derya Mağazaları, Ankara Pazarı önerimizi kabul ediyor. Otuz, kırk beş ve altmış saniyelik Filmleri bedava çekeceğiz ama sinemalardaki yayınlar için saniye üzerinden haftalık olarak mâkul ücretler alacağız.

Vakit yitirmeden çekimlere başlıyoruz. Kameranın arkasına bazen Örsan, bazen Tunca, bazen de Melih geçiyor. Filmlerin çekim sonrası işlemleri için de İstanbul’da Acar Film’le anlaşıyoruz. Film çekimleri bir hayli eğlenceli geçiyor. Tunca işe büyük bir heyecanla girişiyor. Oyunculara ve kameramana uyarıları ve verdiği komutlar öylesine coşkulu ve abartılı ki, zaman zaman sorunlara bile yol açıyor. Kameranın çekime başlaması için yüksek sesle verdiği “motoooor!..” komutu eğlence konusu oluyor. Örsan ise film çekerken ona nazîre olarak sâkin bir sesle “motür!”diyor, gülüşüyoruz. Deneme müşterilerimizin en önemlisi Koç Grubu’nun Otosan şirketi. Anadol için fantastik bir senaryo hazırlıyoruz. O yıllarda Çankaya sırtları bomboş. Filmi Örsan orada çekiyor. Manken oyuncu olarak, ihtiyaç olduğunda bizimle çalışan Hâle Soygazi, gün ağarırken Çankaya sırtlarında kuyruğu metrelerce arkasında uçuşan şifon tuvaletiyle, ilerideki Anadol otomobile ulaşabilmek için uzun yavaş adımlarla koşacak ve görüntü donduğunda üzerine slogan bindirilecek: “Anadol… Rüyalardaki efsâne, ona ulaşmak her şeye değer…” Çekim Ankara ayazında birkaç gece sürüyor ve Hâle Soygazi bir hafta hasta yatıyor.

Çekimini tamamlayan, Acar Film stüdyolarında filmin banyo edilmesi, montajı, seslendirilmesi ve kopyalarının basılması için yataklı vagona atlayıp yalnız ya da ikili üçlü İstanbul’a gidiyor. Bunlardan birkaçına ben de katılıyorum. Hedef ve beklenti büyük olduğu için masraftan kaçınmıyoruz. Tren yolculuğu yataklı kompartımandan çok restoranda geçiyor. İstanbul’da genellikle Dilson Otel’de kalınıyor, işten arta kalan zaman ise, Ünver Otel’in (o yıllarda sonradan katıldığı Divan Otel’i büyüten bir oteldi ve gazeteci tâifesi akşam üzerleri orada bir araya gelirdi) barında, Çiçek Pasajı’nda Entelektüel Cavit’in meyhanesinde geçiyor İstanbullu dostlarla birlikte.

Nedir bu FİLMECE?..

Çektiğimiz filmler müşteriler tarafından büyük ölçüde beğeniliyor ve onaylanıyor. İş bunların sinemalarda nasıl yayımlanacağında. Bunun formülü günlerdir kafamda. Sinemalarla yaptığımız anlaşma gereği yayımlanacak on dakikalık reklam kuşağının adı FİLMECE oluyor. Kuşağın bir dakikalık göbek bölümünde FİLMECE başlığı ile Türk filmlerinden bir sahnenin fotoğrafı gösterilecek ve seyircilere bu filmle ilgili sorular sorulacak; doğru cevaplayanlar arasında noterde çekilecek kura ile iki seyirciye bir yıl boyunca o sinemanın bedava abone kartı verilecek.

FİLMECE çok beğeniliyor ve çok tutuluyor. Gazetelerde “Televizyon reklamları sinemalarda başladı”gibi… Yeni müşteriler ediniyoruz. Ve bunun için de reklam yayını başladığında TRT’de reklam kuşaklarımızın olması lazım.

***

Saate bakıyorum, dörde beş var. Gitmek istediğimiz yer çok yakın ve saat dörtte yasak bitiyor. Büyük bir cesaret göstererek, Amerikan filmlerindeki olmazı olur kılan silahlı timlerin gözüpek komutanı gibi elimle, gidiyoruz işareti veriyorum ve yeniden sokağa çıkıyoruz. Ufak tefek hareketlenmeler başlamış bile. Zaten bu saatte yakalansak da durumu açıklamamız mümkün ama, tek açmazımız yedi sekiz kişi olmamız. Hani Radyoevi’ne falan yakın bir yerde enselensek, darbe yapmaya girişmekten îdâma kadar gidebiliriz. Durum korktuğumuz gibi gelişmiyor, ana caddeye çıkan köşedeki iki asker bizi gördükleri halde, tam nöbetten kurtulup askerî servisi beklerken başlarına iş açmamak için görmezden geliyorlar. O noktada dağılıp, her birimiz birkaç dakika arayla hedefe ulaşıyoruz. Hedef, Ziya Gökalp Caddesi’nin Mithatpaşa Caddesi’yle kesiştiği köşedeki Onar Han

Daha önce Buğday Bank’ın ve Anadolu Bankası’nın genel müdürlüklerini barındıran Onar Han’da şimdi, tarihinin en heyecanlı dönemini yaşayan TRT’nin reklam bölümü hizmet veriyor. Onar Han’da günlerdir hummalı bir faaliyet sürüp gitmekte. Türkiye’nin yeni yaşam ve eğlence kaynağı televizyon reklam yayımlamaya başlayacak; başlayacak ama, hangi saatlerde reklam yayımlanacak, reklam veren (ki o dönemde böyle bir kavram yoktu. Biz onlara şirket, fabrikatör ya da tüccar, daha da ilerisi patron derdik) ve reklam ajansları nasıl yer alacaklar, reklamlarını nasıl yayımlayacaklar?.. Bununla ilgili yönetmelik ve şartname hazırlanmış, ilgilenen kuruluşlara bedeli karşılığında verilmişti. Buna göre reklam verenler ve reklam ajansları, şartnamenin eki olan formları doldurup, başvurunun yapılacağı gün ilgili servise kayıt ettirecekler.

Müfreze kapıya dayanıyor…

Başvurunun en ilginç ve dolayısıyla ilkel yanı ise reklam yerlerinin başvuru sırasına göre verilmesi, yânî tahsis edilmesi. İşte biz de bu nedenle karanlıkta komünist usulü sızarak saat sabahın dördünde Onar Han’ın kapısına dayanıyoruz. Ortalıkta kimsecikler yok. Gece bekçisi bizi kapıda görünce şaşırıyor. Önce içeri almak istiyor, sonra vazgeçiyor. Adlarımızı bir kâğıda yazmasını ve böylece başvuru sırasını oluşturmasını istiyoruz. Aklı yatıyor ve sadece bizim isimlerimizin yer aldığı bir liste yapıyor.

Ortalık yeni yeni uyanıyor. Listeye adımızı yazdırdıktan sonra Ali Rıza’yı nöbetçi bırakıp Kızılay’a gidiyoruz. Simit, çay ne bulduksa karnımızı doyurup, saat sekize doğru Onar Han’a dönüyoruz. Bizim gibi adını listeye yazdırıp dokuzda gelmek üzere ayrılanların yanı sıra orada bekleyenlerde var. Dakikalar ilerledikçe kalabalık artıyor ve uzun bir kuyruk oluşuyor.Saat sekiz buçukta kapı açılıyor ve içeri alınıyoruz. Kuyruktakilerin büyük bölümü İstanbul’daki reklam ajanslarının temsilcileri. Biz fazla dikkat çekmesin ve itirazlara neden olmasın diye araya başkalarının girmesine de olanak sağlıyoruz.

Saat dokuzu gösterdiğinde arkada homurdanmalar, yüksek sesle TRT’yi ve yöntemini suçlamalar başlıyor. Bunlardan birisi de Türkiye İş Bankası’nın reklam ve halkla ilişkiler görevlisi Hikmet Tartan. Devlet Tiyatrosu sanatçısı Fikret Tartan’ın ağabeyi. Geç geldiği için çok gerilerde kalıyor ve bankanın beklentilerine uygun yerler alabilme şansı yok. Hele ilk sıraları Ankara’daki bir reklam ajansının doldurduğunu öğrenince küplere biniyor ve hışımla reklam dairesi başkanının odasına çıkıyor. Sonra öğreniyoruz ki oradan da İş Bankası genel müdürüyle görüşüp durumu açıklıyor ve TRT Genel Müdürü’nü aratarak, bu kepazeliğin açıklanmasını istiyor. TRT özerkliğini henüz tümüyle yitirmemiş olduğu için sayın genel müdüre gerekli yanıt veriliyor ve yapılacak bir şey olmadığı bildiriliyor.

Sonuçta Odak Reklam TRT reklam kuşaklarının yaklaşık yüzde seksenini kullanabilme şansını yakalıyor. Yakalıyor ama beni bir düşüncedir alıyor.Tahsis edilen yerlerle ilgili teminatlar bir ay içinde yatırılamazsa, haklar yanıyor ve yerler bir sonra başvuranlara devrediliyor. Gerekli teminatları hesaplıyorum ve altından kalkmamızın olanaksızlığını görüyorum. Yapılabilecek tek şey ortak aramak. Bunun için başvurmadığımız yer kalmıyor ama sonuç yok. Bu arada Odak Reklam’ın İnkılap Sokak’taki iş yeri İstanbullu reklamcılarla dolup taşmaya başlıyor. Kimler yok ki? O yılların ünlü reklam ajanslarının sahipleri ya da üst düzey yöneticileri. İlancılık’tan İzidor ve Yakup Barouh, Yeni Ajans’tan Afif Erdemir ve Demir Parmaksızoğlu, Fulmar’dan Doğan Gündüz, yanlış anımsamıyorsam Pars’tan Pınar Kılıç, Moran’dan Yüksel Dinçel ve Repro’dan Affan Başak

İstanbullu reklamcıların beklentileri belli. Odak Reklam teminatları bulur da yerlerin sahibi olursa işbirliği önermek, bulamazsa, ortaya çıkacak tabloya göre vaziyet almak… Bizimle işbirliğini düşünenler ya da ihsas edenler de var ama teminatları yatıracağımıza inanmadıkları için açık davranmamayı tercih ediyorlar. Bu arada Afif Erdemir ilişkiyi daha da sıcaklaştırabilmek için bize iki Arçelik filmi sipariş ediyor. Buzdolaplarını 19 Mayıs Stadı’nın yarış pistinde yarıştırmak ve Arçelikleri şampiyon ilan etmek. İki film çekip Yeni Ajans’a teslim ediyoruz.

Ve elimizdeki bomba İstanbul’da patlıyor, ümitler yerle bir oluyor

Büyük bir umutsuzluk ve mutsuzluk içinde yeni arayışları sürdürüyoruz.Teminatları yatırma sürenin dolmasına çok az kala, durumu, Tercüman Gazetesi’nin o dönemdeki Ankara Temsilcisi dostum Uğur Reyhan öğreniyor. Bana Tercüman’ın patronu Kemal Ilıcak’la görüşmemi ve ortaklık teklif etmemi öneriyor. İstanbul’a birlikte gidiyoruz. Tercüman’ın Cağaloğlu’ndaki binasında Kemal Ilıcak’la bir araya geliyoruz. Yanında özel danışmanı,eski Milli Birlik Komitesi üyesi Şefik Soyuyüce ve dönemin ünlü gazetecilerinden, daha sonra Odak Reklam’ın İstanbul temsilciliğini üstlenen Erol Dallı var. Konuyu tüm ayrıntılarıyla anlatıyor, son derece kârlı bir iş olduğuna ikna etmeye çalışıyorum. Dikkatle dinliyor, notlar alıyor ve bazı sorular soruyor. Günlerdir hazırlıklı olduğum için bütün sorularına tatmin edici cevaplar veriyorum. Saat 16.00’ya kadar aralarında değerlendireceklerini ve o saate tekrar görüşmemiz gerektiğini söylüyor. Fakat heyhat… Kemal Ilıcak’ın yanıtı olumsuz, gerekçesi ise “Çok parlak bir iş ama, bizim hiç anlamadığımız bir alan” oluyor. Ve bir ay süren hayallerle birlikte, tahsis edilen yerlerin tümü elimizden uçup gidiyor… Bizim kaçırdığımız yerlerin önemli bir bölümü kısa bir süre sonra, Süheyl Gürbaşkan’ın sahip olduğu İstanbul Reklam’ın eline geçiyor. İşportacılık anlayışıyla seri reklamlar yayımlayan İstanbul Reklam saltanatını izledikçe iç geçiriyorum ve hüzünleniyorum. Günlerce, haftalarca, aylarca yaşadığımız heyecan ve ümit sönüyor ve FİLMECE hoş bir anı olarak kalıyor.

Şahin Tekgündüz

[email protected]

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.