Hafta SonuManşet

[Yaşadım Diyebilmek] Akis, hayaller ve gerçekler – Şahin Tekgündüz

0

Gazetecilik yaşamaktır

Akis’teki işimi öylesine benimsiyorum ki, muhabirlikle yetinmiyor, gazeteciliğin teknik yanına da bulaşmaya çalışıyorum. Bunda, Hasan Hüseyin’le günden güne gelişen dostluğum da rol oynuyor. O dönemde Akis Dergisi’nin tirajı arttığı için müzelik dubleks baskı makinesi yetersiz kalıyor, dergi Güneş Matbaası’nın rotatifinde basılmaya başlıyor. Hafta sonuna kadar tamamlanan yazılar redaksiyondan geçiyor ve alt kattaki mürettiphanede dizgiye gönderiliyor; dizgiden gelen provalar ise Hasan Hüseyin tarafından, bu kez de dizgi yanlışlarıyla birlikte düzeltiliyor. Cumartesi akşama doğru ise derginin sayfaları bağlanmaya başlıyor; bu işlem gece yarısı ikiye üçe, bazen dörde beşe kadar sürüyor. Bağlanan sayfaları Metin Toker’in küçük kardeşi Müessese Müdürü Mübin Toker ya bitişikteki Gazi’nin Pavyonu’ndan ya da derginin üst katındaki evinden geliyor, Mercury marka özel arabasının bagajına koyup bir alt sokaktaki Güneş Matbaası’na götürüyor. Dergi sabaha karşı basılıp dağıtıma giriyor.

Teknik ve mekanik konulara hevesli ve yatkın olduğum için bu aşamalar bana çok çekici geliyor. Buna Hasan Hüseyin’le dostluğum da eklenince cumartesi gecelerini dergide geçirmeye başlıyorum. Bir yandan dizgiden gelen provaların düzeltmesinde Hasan Hüseyin’e yardım ediyor, bir yandan da mürettiphanede sayfaların oluşturulmasını denetliyor, son değişiklik ve düzeltmeleri yapıyorum.Yani bu günkü terminolojide sayfa sekreterliği, daha da doğrusu gece sekreterliği adı verilen görev…

Eski dostlar… eski dostlar…

Bu gecelerin bir başka çekici yanı ise, benim ve Hüseyin’in yakın dostları olan gazeteci Tahir Zengingönül ve Müfit Çetin’in bizi yalnız bırakmamaları. Her cumartesi saat on ikiye bazen bire kadar bizimle oluyorlar. Bunlara Hasan Hüseyin’in ve benim yakın dostum ressam Hakkı Torunoğlu’nun da katıldığı oluyor. Müfit Çetin aynı zamanda Mübin Toker’in kayın biraderi. Kimi zaman bu akşamların dostluk ortamlarına Müfit’in kız kardeşi Mübin Toker’in eşi Ayser de katılıyor. Ayser kız teknik öğretmen okulunda öğretmen, bir yandan da mesleği ile ilgili kitap yazmakta. Yazdıklarını boş zamanlarında Hüseyin’e redakte ettirdiği için aralarındaki dostluk da giderek gelişmekte. Bu gecelerde Tahir’in ve Müfit’in zulada getirdiği Tekel votkası ya da Çubuk şarapları gecenin sosunu oluşturuyor. Kimi zaman da Müfit, viskilerin ve konyakların kasalarla geldiği üst kata çıkıp eniştesinin barından pahalı içkiler yürütüyor. Viskiyi ve konyağı ilk bu kaçamaklar sırasında tadabiliyorum. Bir gün de Müfit’in yukarıdan getirdiği şık bir yabancı şişedeki ne olduğunu bilmediğimiz,içilemeyecek kadar acı ve berbat nesneyi, Tahir’in “Ulan görgüsüz cahiller, ne bok olduğunu bilmeden içilir mi bu meret,ben elimi sürmem” itirazlarına rağmen, çok değerli bir içki sanarak ve yüzümüzü buruşturmaktan çekinerek içiyor, midelerimizin isyanından iki gün kurtulamıyoruz. O berbat sıvının içki değil de birkaç damlayla içkileri, özellikle de kokteylleri renklendirmekte kullanılan boya olduğunu ise neden sonra öğreniyor ve kimselere söz etmemeye karar veriyoruz. Tahir arada bir o skandalı îmâ ederek alaycı bir edâ ile “Ay Lav Yu” demiyor mu çileden çıkıyoruz. Bu söz onun dilinin pelesenki…

Büyük bir iyi niyet ve özveriyle üstlendiğim gece sekreterliği işi, zamanla aslî görevim haline geliyor. Daha önce derginin son hâlini görüp sayfaları imzalamak için dergide kalan ya da sayfalar tamamlandığında gelen Yazı işleri Müdürü Kurtul Altuğ bu sorumluluğu benim üstüme yıkıyor, cumartesi gecesini evinde çoluk çocuğuyla geçiriyor. Ne var ki benim bu işgüzarlığım ve üstüme vazife olmayan işlere bulaşmam, Akis’teki yaşamımın sona ermesine neden oluyor.

Tek kişilik grev

1962 yılının Temmuz ayı. Bir buçuk yıldır hiç izin kullanmadığım için 212 sayılı yeni yasaya göre izinli olmam gereken günler için bana ek bir ücret ödenmesi gerekiyor. Fakat Mübin Toker’in verdiği sözlere rağmen bu ödeme iki aydır bir türlü yapılmıyor. Üstelik bu ek iş için ücretim de artırılmıyor. Mübin Toker’in her seferinde beni atlattığını, kendisinin de ilgilenmesi gerektiğini ısrarla söylediğim halde Kurtul Altuğ da sonuç alamıyor. Bense, yavaş yavaş oluşmaya başlayan işçilik bilincimin doğal dürtüsü olarak hakkımın yendiğini, buna kimsenin hakkı olmadığını, ödeme yapılmazsa en kritik durumda işi bırakacağımı söyleyip duruyorum. Bu uyarılarımın ciddiye alınmaması beni iyice geriyor. Gencim,üniversite öğrenimini ertelemiş ve itibarlı bir yayın organında iş sahibi olmuşum, sevgilim var, onunla sinemaya, tiyatro, arada bir de olsa yemeğe gidiyorum. Durumu kurtarmak için eşten dosttan aldığım borçları ödeyemediğim için kahroluyorum.

Kesin söz verildiği halde ödeme o hafta sonunda da yapılmıyor. Bu bana öylesine koyuyor ki, o gece dergiden ayrılmıyorum ve işle de hiç ilgilenmiyorum. Mürettiphaneden sürekli çağrılmama rağmen duymazdan geliyorum. Hem Hasan Hüseyin hem Sermürettip (mürettiphanenin başı) Hüseyin Usta, durumu bildirmek için tüm çabalarına rağmen Mübin Toker’e de Kurtul Altuğ’a da ulaşamıyorlar, derginin sayfaları yüzüstü bekliyor. Sorun büyük, ünlü Akis Dergisi, hayatında ilk kez gününde çıkamayacak.

Sabaha karşı sayfaları almak için kütük gibi sarhoş halde alt kattaki mürettiphaneye gelen Mübin Toker’in durumu görünce anında ayıldığını, panik içinde sağa sola koşuşturduğunu söylüyorlar. Durum vahim ve sonucu bir skandal, sorumlusu ise iki aydır verdiği sözü tutmayan Mübin Toker. Kurtul Altuğ’un, hattâ Metin Toker’in haberdar edilmesi gerekiyor. Kıyamet kopmak üzere ki aşağıdan Mübin Toker’in beni çağırdığını söylüyorlar. Soğukkanlı olmaya çalışarak aşağı iniyorum. Elinde sigara deliler gibi volta atıyor. Beni görünce üzerime atılmaya yelteniyor ama kendini frenliyor. Ne yapacağını bana nasıl davranacağını kestiremez durumda…Ufak tefek… Yakama yapışmak gibi bir refleks gösterip hemen vazgeçiyor.Yüksek sesle bağırıyor:

Nasıl yaparsın böyle bir şeyi, ne olacak şimdi, Abime ne diyeceğiz. Dergi çıkmazsa n’olacak… Ha söylesene n’olacak. Bu saatte sayfalar Güneş’te olmalıydı!” Olabildiğince soğukkanlı bir şekilde daha önce kendisini uyardığımı, paramı alamazsam işi bırakacağımı defalarca söylediğimi hatırlatıyorum. Bu durumun, Metin Toker karşısında kendisini sorumlu duruma sokacağının farkında. Öfkeden çıldırırcasına üzerime yürüyor. Ayaklarının ucunda yükseliyor, vurmak istiyor, sanırım karşılık görmekten çekindiği için son anda vazgeçiyor. Sesinin var gücüyle,

Ve Akis’ten kovuluyorum

Defol! defol! Çık git buradan… Bir daha da görünme buralarda!” diye bağırıyor. Aslında benim beklediğim de bu… Çünkü Demokrat Parti’nin son döneminde ezilen ve mağdur edilen basın mensuplarının uğradığı haksızlıkları giderebilmek ve olumsuz ortamı değiştirmek amacıyla 212 sayılı yasa çıkarılmış, gazetecilere büyük haklar sağlanmıştı. Bu yasaya göre benim almam gereken parayı, yasayı bilen arkadaşlarıma daha önce hesaplatmıştım da ağzımın suyu akmıştı.

O hâlâ kendinden geçmişçesine bağırıyor, bense olayı izleyen mürettiphane çalışanlarına ve Hasan Hüseyin’e, beni işten kovduğuna tanık olduklarını, hemen bir tutanak tutacağımı ve imzalamaları gerektiğini söylüyorum. Üst kata çıkıp acele bir tutanak yazıyorum. İlk imzalayan doğal olarak Hasan Hüseyin… Mürettiphanenin şefi Hüseyin ustayla, dizgi operatörü Remzi’ye bir türlü imzalatamıyorum ama Yunus adındaki mürettip çırağı yürekli çıkıyor ve basıyor imzayı.

Akis serüvenim o gece bitiyor ve hukuk süreci başlıyor. Hasan Hüseyin’in önerisi üzerine, o yıllarda kurulmakta olan Türkiye İşçi Partisi’nin ilk ve ünlü üyelerinden avukat Halit Çelenk’e gidip, Akis aleyhine tazminat da dahil olmak üzere dava açmasını rica ediyorum. Çelenk durumu öğrenip tutanağı da okuduktan sonra Akis’ten ciddî bir tazminat alabileceğimi söylüyor, beni iş ortaklarından avukat Minnetullah Haydaroğlu ve stajyer Yusuf Selvi ile tanıştırıyor. Sonra da bir baba tavrıyla, geleceği görmüş gibi,

Arkadaşlarımız davayı açacak ve sana mahkemeden davetiye gelecek. Duruşmalara mutlaka katılmalısın, ihmal etmek, yan çizmek,unutmuşum, demek falan yok” diyor. Sonuçta onun benimle ilgili kuşkusunu haksız çıkarmıyorum, nedense daha ilk duruşmaya bile gitmiyorum. Minnetullah Bey’in, Hasan Hüseyin aracılığıyla gönderdiği uyarıları da dikkate almıyorum. Böyle durumlarda insan ilk hatayı yaptıktan sonra utanç ve mahcubiyet yüzünden her şeyi göze alıp hep kaçmayı tercih eder ya, işte ben de bu zaafım sonucunda o davayı ve büyük olasılıkla kazanacağım ciddî boyuttaki tazminatı unutup gidiyorum.

Akis’ten daha önce de kovulabilirdim

Akis’te geçen bir buçuk yıllık ilk gazetecilik dönemimde ilginç olaylar da yaşıyorum. Bunların bir bölümü benim, çiçeği burnunda bir gazeteci olarak tanıklık ettiğim bir olaylar. Bazıları ise kendimi içinde bulduğum, beni geliştiren,yönlendiren, yaşamıma renk katan olaylar. Bunlar arasında Kasım Gülek’le yaptığım, daha doğrusu yapmak zorunda bırakıldığım söyleşi belleğimde önemli bir yer tutar. Kasım Gülek uzun bir süre önce İsmet İnönü ile yıldızı barışmadığı için Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği’nden uzaklaştırılıyor ama milletvekilliği devam ediyor. Parti üst yönetimi ve özellikle de Paşa’yla ilişkileri çok iyi olmadığı için, doğal olarak Metin Toker’in de pek sevmediği biri. Metin Toker’le ilişkilerinin şeker renk olmasında, 1961 Mart’ında yine CHP milletvekili olan İhsan Ada ve ünlü yazar Aziz Nesin’le birlikte çıkardığı Yeni Tanin gazetesinde yer alan bir haber önemli rol oynuyor. Haberde, isim verilmemekle birlikte Metin Toker bir seks skandalıyla suçlanıyor, ancak haberin doğru olmadığı kısa sürede ortaya çıkıyor. Bir süre sonra da Kasım Gülek, Yeni Tanin’i satmaya kalkışıyor. İşte o günlerde Metin Bey, Kurtul Altuğ aracılığıyla, benim Kasım Gülek’le görüşmemi ve olayın iç yüzünü ve ayrıntılarını öğrenmemi istiyor.

Bu görevi yerine getirebilmek için her şeyden önce Kasım Gülek tarafından kabul edilmem, bunun için de ondan randevu almam gerekiyor. Bir hafta süren tüm çabalarıma ve Kasım Gülek’in Ankara Beşevler’deki villasının kapısını aşındırmama rağmen, hiçbir sonuç alamıyorum ve dergiye hep eli boş dönüyorum. Ne var ki, Akis’te randevu alamamak, görüşememek gibi mazeretlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yok. O nedenle Kurtul Altuğ, Metin Toker’le görüştükten sonra mı bilemiyorum, Kasım Gülek’le görüşemezsem Metin Bey’in işime son vereceğini söylüyor.Pabuç pahalı, bu görüşmeyi ne pahasına olursa olsun yerine getirmeliyim. Kasım Bey’in villasının kapısında karargah kuruyorum. Villada, adını anımsayamadığım bir görevli var. Tıpkı Osman Bölükbaşı’nın Hasan’ı gibi. Randevu alabilmek amacıyla çevresinde çok dolandığım için âdetâ dost oluyoruz. Beni uzaktan görünce sırıtmaya başlıyor, sonra da Kasım Bey’in olmadığını, ne zaman geleceğini bilmediğini, birkaç kez de görüşme isteğimi ilettiğini ama kabul etmediğini söylüyor. Onun doğru ya da yalan söylediğini, Kasım Gülek’in, hemen bahçenin girişine park ettiği Packard marka otomobilinin yerinde olup olmadığından anlıyorum. Sonra bir gün o görevlinin bu arabayı Kasım Bey’den habersiz kullandığını ve duvara çarparak önünü hurdaya çevirdiğini öğrenip pek de seviniyorum. Gazetelere de yansıyan bu haberin, dillere destan pintiliğini bildiğimiz için Kasım Bey’in yüreğine indiğini tahmin etmekte zorlanmıyoruz.

Bir gün, özel görevlinin tüm uyarılarına rağmen villanın bahçe kapısının önünde oturarak beklemeye başlıyorum. Packard içerde olduğu için Kasım Bey’in de evde olduğunu ve nasıl olsa arabasına binip çıkacağını biliyorum. Sanırım bir saat kadar bekledikten sonra Kasım Bey evden çıkıp arabaya biniyor, görevlinin açtığı bahçe kapısına yöneliyor. Ben kapının tam ortasında oturuyorum ve kımıldamıyorum. Birkaç kez korna çalmasına rağmen kalkıp çekilmediğimi görünce başını camdan çıkarıp “Delikanlı ne bekliyorsun orada, çekil de geçeyim” diyor. Sonuca adım adım yaklaştığımı hissediyorum. Son derece kararlı bir tavırla,

“Sen inatçı ve iradeli bir çocuksun…”

Efendim, ben Akis muhabiriyim, sizinle görüşmek istiyorum” diyorum. Belli ki, görevli daha önce söz etmiş ve kim olduğumu biliyor. Benim bu sözüm üzerine başını camdan çıkarıp bir kahkaha atıyor ve “Ama ben seninle görüşmek istemiyorum, n’olacak şimdi…” diyor. Bütün cesaretimi toplayıp, dokunaklı bir sesle “Efendim, sizinle görüşemezsem Akis’teki işimden kovulacağım. Lütfen beni arabanıza alın” diyorum. Bu kez bir kahkaha daha patlatıyor ve “Metin mi yapacak bunu, yapar yapar…” diyor ve uzanıp arabanın kapısını açıyor. Azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağı gerçeği bir kez daha kanıtlanıyor. Açılan kapıdan girip Kasım Bey’in yanına oturuyorum. Hele elini uzatıp, “Hoş geldin delikanlı” deyince, kendimi basının en acar muhabiri, Akis Dergisi’nin yeni Atilla Bartınlı’sı olarak görme duygusuyla dolup taşıyorum.

Sonra, Yeni Tanin’in Bakanlıklardaki bürosuna gidinceye kadar sohbet ediyoruz Kasım Bey’le. Hem gazetenin satışıyla ilgili bilgileri birinci ağızdan alıyor, hem de önemli bir politikacıyla, özel yaşamım, hedeflerim, politik görüşlerim gibi konular da dâhil olmak üzere sohbet etme fırsatı buluyorum. Vedalaşırken bir kahkaha daha atıyor ve

Metin’e selam söyle, seni daha fazla üzmesin, sen inatçı ve iradeli bir çocuksun, seni kazansın kazansın…” diyor. O görüşmeden sonra dergiye galiba gidiyorum, gidiyorum da birkaç ay sonra da, Akis’ten, uçar gibi kapı dışarı ediliyorum.

Şahin Tekgündüz

[email protected]

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.