Köşe Yazıları

Kelaynak: Bir başarı hikayesi mi, yoksa bir kümes hayvanı mı? – Kerem Ali Boyla

0

Kelaynaklar en yüksek küresel tehlike sınıfı Kritik Tehlike‘den (CR) çıkıp Tehlike (EN) kategorisine girdi. Bu şu anlama geliyordu, yıllardır soyu tükenen kuşların sembolü olan kelaynak, yapılan doğa koruma çalışmaları sayesinde eşikten dönmüştü ve yerküreyi bizimle paylaşmaya devam edecekti. Bu güzel haber, medya ve sosyal medyada “tarihi başarı” olarak hızla paylaşıldı.

Fotoğraf: Nedim İlkin

Kelaynakların yaşadığı alanların başında Urfa Birecik geliyor. GAP turlarında Birecik’i ziyaret ettiyseniz, oradaki üreme istasyonundaki kuşları görmüş olabilirsiniz. Günbatımında kalabalık kelaynak sürülerinin Fırat’ın üzerinden alay alay geçtiğine de tanık olmuşsunuzdur. Bu durumda Birecik’te 40 yıldır devam eden koruma çalışmalarının başarılı bir sonucu olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu sorunun cevabı maalesef hayır. Bugün kelaynaklar yabani olarak sadece Fas’ta yaşıyorlar. IUCN’in (Dünya Doğa Koruma Birliği) tür tehlike kategorisini düşürmesinin de yegâne nedeni Fas’taki nüfusun çoğalmış olmasıdır. Keza Kelaynak 1989 yılından beri Türkiye’de soyu tükenmiş kuşlar sınıfındadır. Birecik’teki kelaynakların hayvanat bahçesi kuşlarından çok bir farkı maalesef yok.

Zaten IUCN adına kuşların kırmızı liste sınıflarını düzenleyen Dünya Kuşları Koruma Birliği’nin (BirdLifeInternational) haberini[1] incelediğimizde Türkiye’nin adının geçmediğini göreceksiniz. Daha kapsamlı basın bildirisinde[2] de bizim kuşlar, Avrupa’daki hayvanat bahçeleriyle beraber en son cümlede anılıyor.

En başta kabul etmemiz gereken gerçek, Türkiye’deki kelaynağın soyunun tükenmesine engel olamamış olmamızdır. Tek kelime ile başarısızız!

En iyisi kelaynağın hikayesini biraz anlatayım…

Kelaynak 1960 yıllarda hem sağlık bakanlığının sıtmaya karşı ve tarım bakanlığının çekirgeyle mücadele için kullandığı DDT ilaçlamasından sonra yaklaşık bir 13 yıl sağlıklı yumurta koyamadı. DDT yumurta kabuğu oluşumuna engel oluyordu. 1973’te üremeye başladıklarında sayıları 600 çift kuştan 23 çifte inmişti.

Bu noktada WWF (DünyaYaban Hayatı Koruma Vakfı) ve Orman Bakanlığı 1977 yılında bir proje yaparak 32 yabani kuşu esarete aldı. Hedef bir yandan sayıları arttırmak, diğer yandan da göç alışkanlığını korumaktı. Diğer yandan 34 kuş serbest bırakıldı ve onların göçe gidip gelmelerine izin verildi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve kafes dışında tutulan 34 serbest kuştan oluşan göçmenler her yıl kayıp verdi ve 1988 yılında geriye üç birey kaldı. Ertesi yıl üç kuştan sadece biri geri dönünce Birecik kelaynakları tükenmiş kabul edildi.

Elde kalanlar, göç etmeyi unutmuş veya hayatında hiç göç etmemiş yavru kuşlardan oluşan kümes kuşlarıydı. Bugünkü kuşların ataları bunlar.

Fakat hikâye burada bitmiyor…

1990 ile 2000 yılları arasında Bakanlık, kuşları iki bekçiye emanet etti. Bu esnada kümesteki tüm eksik koşullara rağmen, kelaynaklar müthiş bir üreme performansı gösterdi. Her yıl yaklaşık 19 ila 20 genç kuş, temmuz sonunda kümesten ayrılarak bilinmeyen alanlara göçe gittiler. O zamanlar kafesleri temmuzda kapatarak göç güdüsü ile koloniden uzaklaşmaya çalışan kuşları tutsalardı, belki bugün Birecik’te 500 kelaynak olacaktı. Keza bu kuşların muhtemelen tamamı öldü. Kafesteki birçok kuş ise hayvanat bahçelerine dağıtıldı.

Sonra hiç olmadık bir gelişme yaşandı. 2002 yılında Giancarlo Serra isimli bir İtalyan 2002 yılında Suriye Palmyra’da küçük ve göçmen bir koloni keşfetti. Bizim kelaynaklar gibi Etiyopya’ya giden göçmen kuşlardan oluşan bu koloni, Türkiye’deki nüfusa dikkatleri topladı. Bir anda bizim yarı-evcil kuşların tekrar yabani olabileceği umudu doğdu. Bakanlık, Doğa Derneği ve İngiliz ortakları beraber çalışmaya başladılar, bazı kuşlar halkalandı, hatta uydu vericili bırakılan 23 kuş Birecik’ten kalktı, doğrudan Suriye’deki koloniyi ziyarete Palmyra’ya gitti. Yani bizim kuşlar, Suriye kuşları ile aynı popülasyona ait olabilirdi.

Ancak Birecik’te verici takılan kuşların hiçbiri geri gelmedi. Ya vuruldular, ya da zehirlendiler. Geri gelemedikleri için başka kuşları da yanlarında götürerek yeni bir göç rotası oluşturamadılar.  Bu esnada Palmyra’daki kuşların sayıları da azalmaya başladı. Üstüne üstlük, 2013’te Suriye savaşı başladı. Palmyra kolonisi tahrip edildi, kuşların bir bekçisi savaşta vuruldu, diğeri de kaçarak Türkiye’ye geldi. Bir anda parlayan umut ışığı da sönmüş oldu.

Yani gene kaldık kümes kuşlarıyla baş başa …

Peki Türkiye neden başarısız oldu? Kelaynak kurtulabilir miydi?

* 1980 yılında kelaynak “nesli doğada tükenmiş” olarak ilan edildikten sonra herkes projeden çekildi. Ardından bakanlık tüm kelaynakları iki bekçiye emanet etti. Bir biyolog veya veteriner atayamadı, atadıkları Birecik’te kalmak istemedi.

* 2000 yılında bazı idealist biyologlar Bakanlık bünyesinde çalışarak kelaynakları tekrar gündeme taşıdılar ve ilk halkalama çalışmalarını başlattılar. Ancak sonra bu idealist arkadaşlar devlet yapısı altında devam edemedi.

* 2003 yılında Suriye’deki koloninin bulunmasıyla fırsat tekrar kapıyı çaldı. Doğa Derneği ve BirdLifeInternational aracılığı ile yeni fonlar ve projeler geliştirildi. Proje oturana kadar en az 4 proje elemanı değişti. 2008 yılında, projenin en yoğun döneminde, derneğin genel müdürünün Bakan’a “Doğa’nın Seri Katili” demesi ile alanda çalışmaları yürüten Doğa Derneği’nin devletle ilişkileri ve dolayısıyla projedeki ortaklık büyük darbe yedi. Zaman içinde uluslararası kelaynak uzmanları da zaman içinde ayrıldılar.

* Belki de, en başında, hiç esarete alınmayacaktı. Esarete alırken sevgilileri birbirinden ayırmamak gerektiğini düşünmek gerekiyordu, vs. Bunu Tansu Bey’e danışmak veya Reşit Akçakaya’nın makalesini okumak lazım…

Peki bundan sonra ne yapabiliriz?

Öncelikle “emeğe saygı” edebiyatından bir nebze kurtulmamız gerekiyor. Bir şeye emek vermemiz, o konuda başarılı olmamız anlamına gelmiyor. Oysa toplumsal olarak, maçı 3-0 kaybetse de “iyi oynamıştık” diyoruz ve başarısızlıklarımızla yüzleşemiyoruz. Oysa öğrensek neden başarısız olduğumuzu, bundan ders çıkarabiliriz. Hatta başarılı insanın en büyük kapitali başarısızlıkları değil midir?

Evet, doğru… Kelaynaklar için 40 yıldır çalıştık, kafesler kuruldu, 2000 yılında 47 kuş olan nüfus 2018 yılında 270’e kadar arttırıldı, ulusal ve yerel dernekler başarılı tanıtım programları hazırlandı, serbest dolaşan kuşların sayıları arttı. Ama bu kuşların tükenmelerine engel olamadık ve tükenmiş olduğu gerçeğini değiştiremedik.

Başarısızlık konusunda yalnız olmadığımızı da hatırlamak lazım. Japonya’da soyu tehlikede olan Nipponaynakları için yapılan projeler de başarılı olamadı. Koca Japonya bu türü kurtaramadı. Oysa denizin öte tarafındaki Çin, aynı türü ücra bir köyde keşfettikten sonra 1980’li yıllardan beri iğneyle kuyu kazarcasına çalışarak ve nüfusu hiç esarete almayarak türü kurtardı! Bu iş biraz da şans işi.

Ders çıkarmamız gereken bir konu da tür koruma yaklaşımları ile ilgili. Ülkemizde ve dünyadaki birçok doğa koruma projesinde hayvanlar çit çekerek ve kafese koyularak korunuyor. Ancak bu sadece geçici bir çözüm olmalı. Temel amaç, sayıları arttıktan sonra yabani yaşam alanlarına bırakmak olmalı. Örneğin Belgrad Ormanı’nda bildim bileli bir geyik koruma çiftliği var. Buradaki hayvanlar samanla beslene beslene inekleşmişler. Üstelik evcilleşme nedeniyle çoğunda genetik bozukluklar ve evcil hayvan hastalıkları baş göstermeye başlamış. Diğer yandan bu hayvanların salınabileceği ormanda yaşayan köpeklerin geyikleri yaşatma şansı yok. Piknikçiler, hayvan sevenler ve hayvanlarını terk eden sorumsuz insanlar nedeniyle ormandaki yüksek köpek nüfusu nedeniyle geyiklerin yaşama ihtimali yok olmuş durumda.

Kelaynakların salınabilecekleri yeni alanlar bulmak, yeni koloniler oluşturabilecekleri yeni kaya yarları bulmak da neredeyse imkânsız. Güneydoğu Anadolu’da bile her yerde ya insan var, ya da kalan ücra kaya uçurumları ve nehir kıyıları da Dicle ve Fırat’a yapılan barajlar nedeniyle kayboldular.

Her şeye rağmen umutlu olmak için de bazı nedenler var!

Doğa korumada çok başarılı örnekleri olan bazı yabanileştirme/yeniden-yerleştirme (re-introduction) çalışmaları da var. Kelaynak 400 yıl öncesinde Alpler’de de yaşıyordu. Bu nedenle Avusturya’daki Tirol hayvanat bahçesinin çok kalabalık bir kelaynak grubu var. Kısa zaman önce Avusturya ve Almanya’da bir grup kelaynak yabanileştirildi ve doğada kendi başlarına yaşamaya başladılar. Üstelik Avusturya grubu hafif bir uçakla İtalya’da bir kışlama alanına da göçettirildi. Yani çok yakında Alp dağlarında tekrar göçmen kelaynak alayları gözükebilir.

Benzer bir coğrafyaya sahip İspanya ise işleri daha da ileri götürmüş. Uzun zamandır saldıkları kelaynaklar tamamen yabani olarak doğadaki kayalıklarda üremeye başlamışlar. İspanya nüfusunun Fas nüfusu gibi göçmen olmaması da, bu doğal restorasyonda bir kolaylık. Oysa bizim kuşların doğasında göç var.

Bizim kelaynaklar için hâlâ umut var. Esaret altında kalan kuşların sayıları 270’i buldu. Bakanlık bünyesinde hâlâ ısrarla kuşlara verici takarak onları göçe bırakmaya çalışıyorlar. Ortadoğu’nun silah dolu coğrafyasında bu kuşların çoğunun hayatta kalması kolay değil. Ancak bir kere Afrika’ya geçseler, belki gene Etiyopya’ya uzanan göç rotasını yeniden yaratacaklar. Keşke barış ortamı olsa da, bu kuşları bir şekilde alıştırsak ve hafif bir uçakla bu kuşları Etiyopya’ya kadar uçursak. Belki de hiç yılmadan elimizdeki kuşları salmaya devam etmeliyiz. Bu kuşların göçleri başarılı olduğunda, yarı-yabani nüfusun tekrar yabani bir nüfusa dönüşmesi mümkün.

Ne olursa olsun, kelaynakları yaşatmamız için birçok neden var. Onlar Birecik tarihinin canlı tanıkları, uzun soluklu bir doğa koruma hikâyesinin somut oyucuları ve şehrin kültürel mirasının bir parçası. Ne mutlu ki hâlâ Birecik semalarında uçuyor, Fırat’ta günbatımı sırasında daireler çizerek bize unutulmaz anılar yaşatıyorlar.

Birecik’teki kelaynaklara selam olsun!

Kaynaklar:


[1] http://www.birdlife.org/worldwide/news/red-list-northern-bald-ibis-pink-pigeon-making-comeback

[2] http://www.birdlife.org/sites/default/files/red_list_update_for_birds_-_two_iconic_species_saved_from_extinction_by_conservation_action.pdf

Doğa korumada tarihi başarı: Kelaynakların sayısı artıyor

Kerem Ali Boyla

You may also like

Comments

Comments are closed.