Hafta SonuKültür-SanatManşet

Bir bileşen olarak su: ‘Havza: Bir Su Hikayesi’ sergisi

0
Hare, 2014

Su kaynakları üzerine çalışmalar yürüten sanatçı Sinem Dişli ile üretimlerindeki odak noktaları ve The Circle Space’te düzenlenen sergi “Havza: Bir Su Hikayesi hakkında konuştuk. Sergide sanatçının video çalışması, son on yıldır Doğu ve Batı Afrika’da su toplama sistemleri inşa eden PITCHAfrica’nın projesine ait tasarlanmış model, çizim, fotoğraf ve videolara eşlik ediyor.

Sergi 2 Aralık 2018’e kadar görülebilir. Dişli’nin su üzerine yapacağı sunumu ise 1 Aralık’ta sanatçının atölyesinde gerçekleşecek.

 

Röportaj: Yasemin Ülgen

***

Çalışmalarında genellikle insan, toplum ve doğa ilişkisinde su, enerji gibi odaklarla karşılaşıyoruz. Biraz bahseder misin nasıl bu konularla ilgilenmeye başladın? 

Sinem Dişli: Hepimiz yaşadığımız coğrafyanın hızlı değişimine tanıklık ediyoruz. Ben de aslında “Su üzerine çalışayım” gibi bir karar almadım. Bu konularla içgüdüsel bir şekilde ilgilenmeye başladım, sanırım. Urfa’da yapılan barajla ilgili çalışarak değil öncelikle buradaki değişimi gözlemleyip bunun temel sebebini anlamaya yönelerek işe başladım.

Sinem Dişli

Urfa, sosyo-ekonomik yapısından dolayı kültürel olarak yıllarca çok kapalı bir yerdi. Kuru tarımın yapıldığı bir şehirken sulu tarıma geçilmesiyle çiftçinin aniden zenginleşmesi söz konusu oldu. Endüstrileşme ve kentin fiziksel yapısının ansızın değişimi adaptasyon sorununu da beraberinde getirdi ve neredeyse kültürel bir yıkıma yol açtı. Hasat dönemi, yağmur zamanı yerine insanlar günlük sohbetlerinde bile arsaların büyüklüklerini ve fiyatlarını konuşmaya başlamışlardı.

Ben de kendi yaşamımdan veya etrafımdaki kültürel olaylardan yola çıkarak bir şekilde doğaya vardım diyebilirim. Fakat bütün bu söylemlerle ilgili bence ironik bir durum var. “Doğa” derken ondan sanki bizden daha büyük bir varlıkmış gibi bahsediyoruz. Oysaki içinde bulunduğumuz her şey doğa, biz doğayız. Bu yüzden de onu kendimizden nasıl ayırıp ötekileştirdiğimizi düşünerek başladım ve fotoğraflar çekip bu ikircikliliği ele alarak ilerledim.

Mezopotamya ve Fırat Nehri etrafındaki bu coğrafyanın binlerce yıl önce nasıl muamele gördüğünü, tarımda tek tip üretimden dolayı bölgede nasıl bir çölleşme olduğunu gözlemleyerek devam ettim. Fırat Nehri etrafındaki bu yaşamsal süreçleri ve “uygarlığın” ortaya çıkışını, özellikle insan müdahalesinin sonucu olarak bu alanın dönüşümünü ve bütünsel yaşamın döngüsel devinimlerini keşfederek, su kontrol sistemlerini çevreleyen konuları inceledim.

 

Hare 2014

Mesela Urfa’da Erken Bizans Dönemi’nde yaşanan büyük selleri kontrol etmek için 2000 yıl önce Jüstinyen köprüleri inşa edilmiş. “Tarihte suyu nasıl kontrol ediyorduk?”, “Şimdi bunu kurduğumuz barajlarla nasıl yapıyoruz?” ve “Bu kontrolün dozajı nasıl bir düzeye geldi?” gibi sorular üzerine kafa yormaya başladım. Yine de dediğim gibi su içgüdüsel olarak bir şekilde işlerimde yer buldu. Geriye baktığımda suyun birtakım duyguları hissettirmek için bir metafor olarak işlerimde belirdiğini söyleyebilirim.

Dediğin gibi su çok farklı anlamlarda bir temsil haline gelebiliyor ya da metaforlaşabiliyor; yaşamın kendisi, formları, kültür ya da mücadele alanı olarak su. Bunlar işlerinde nasıl ilişkileniyor ya da işlerin birbirleriyle?

Sinem Dişli: Bence bu sorunun yanıtı bir sanatçı için her zaman değişen ve dönüşen bir şey. Bu üretimler arasında nasıl ilişki kuruluyor, bir yandan sezgilerini bırakırken bir yandan da metodolojiler sürekli değişmek durumunda kalıyor.

Benim için nasıl oluyor? En başta bir şeyden, bir formdan, bir olaydan etkileniyorum. Aslında bu anlatabileceğim bir sey değil. Örneğin önceki sergimde su imajı hiç bir yerde tekrar etmiyor, onu yalnız kullanmayı özellikle istedim. Çünkü döngü ile kendi kendine bir ilişkisi var. Birbirine bağlı bambaşka şeyleri forma dair bir yapı ile bir araya getirmek, diğerlerinden koparmak ama tamamıyla farklı işlerin karşısına koyarak (çünkü aynı yerin mikroskopla çekilmiş fotoğrafları var) kontrasta bir vurgu yapmak istedim. Bir imaja bakarken diğerini düşünmek ama karşısındakine bakarken kendisini akıldan çıkaramamak. Diğer bir deyişle sürekli döngü içindeki düşünceler arasında gidip gelmek ya da aynı olan şeyi birbirinden iyice ayırmak gibi. Evet, belki dediğin gibi yaşamın kendisi ile ilgili bu durum. Su aracılığıyla o karmaşıklığa, o esansa doğru bir yönelme var. Bir işi tanıyıp ona biraz yaklaşınca o şeyin berraklaşması ve seni kaçınılmaz olarak kendisini tanımlamaya yöneltmesiyle görünürlüğünün anlam değiştirmesi gibi.

 

Urfa özelinde örnek vermek gerekirse o coğrafyada beni etkileyen bir şeyler var. Bu belki içimize işlemiş iklimden kaynaklı, fiziksel olarak açıklamak gerekirse birtakım moleküllerin hissettirdikleri bir şeyler olabilir. Mesela her sene Urfa’ya en sıcak aylarda gitmek istiyorum çünkü bana kalırsa bir coğrafyadaki en zorlu iklim koşulları aslında oradaki yaşamın formlarını belirliyor.

Sıcak iklimin hakim olduğu yerlerde ısı, koku ve renklerin nasıl oluştuğu beni çok etkiliyor ve işlerimi üretirken bunu nasıl hissettirebileceğim sorusuyla yola çıkıyorum. İşin zamansallığına, ritmine ya da kavramına göre medium’unu belirliyorum. Bazen bir heykel bazen de video ile bunları ifade ediyorum. Bunların birbiriyle nasıl ilişkilendiği sanırım biraz kendine has biçimsel ve duygusal bir süreç. Ben de bunu sürekli sorgulayan bir sanatçıyım çünkü asıl yapmaya çalıştığım şey bütün bu medium’ların bir araya gelmesiyle bir duygu ortaya koymak.

Yine de son zamanlarda buradan biraz uzaklaştığımı söyleyebilirim çünkü eninde sonunda bunların tümünü yapan kişi benim. Yani kendi sınırlılıklarım var ve bu yaptığım işin de sınırlılıklarını belirliyor. Bu yüzden çok da kaygılanmadan işi sezgilerime bırakıyorum.

Mekânın bağlamı da işlerini üretirken belirleyici mi?

Sinem Dişli: Evet, işlerin hissiyatı bulunduğu yerle ilişkilenerek değişip dönüşüyor. O yüzden sergileri bir işi çerçeveleyip herhangi bir yere koymaktansa o işin diğerleriyle ilişkisini düşünüp, mekanı da dahil ederek kurguluyorum. Hatta bazen sergi alanı, yeniden farklı üretimler yapmama sebep olabiliyor.

Hare, 2014

Hare, 2014

Hare 2014

 

Hare isimli yerleştirmen bu bahsettiğin dönüşüme en uygun örneklerden. Biraz bahseder misin bu çalışmadan?

Sinem Dişli: Hare, Cereyan işinin tomurcuk vermeye başladığı bir dönemde başladı. Urfa’daki çalışmalarımda artık sadece fotoğraf çekmeyeceğimi bildiğim bir noktadaydım. Bölgede toprak aşırı sulanmadan ötürü tuzlanıyordu. Tuz, yaşam için hem çok gerekliyken hem de çürütücü bir dozda belirmeye başlamıştı. Acaba bunun üzerine gidebilir miyim gibi bir soru vardı aklımda.

O dönem davet üzerine çağrıldığım Fotoİstanbul için Ermeni Yetimhanesi’nde, en üst katta yuvarlak formları olan bir bölümde yerimi seçtim. Bir hafta sonra beni arayıp “Sinem yağmur yağdı ve orayı su bastı, başka bir yer seçebilir misin?” diye sordular. Böyle olunca ben de “Acaba sızan suyu kucaklayan bir iş yapabilir miyim?” diye düşünmeye başladım. Akan suyla, o odada bir dönüşüm yaratmaya karar verdim.

Yetimhane binası da aslında kendi içinde pek çok hikâyeyi, değişimin katmanlarını ve zorunlu kılınmış bir “dönüşümün” izlerini taşıyordu. Buradaki yaşanmışlığa odaklanarak adaptasyon ve başkalaşım kavramları üzerine düşündüm ve çektiğim fotoğrafları dönüşen malzemelerle bir araya getirip suyu kucaklayan bir kurgu yarattım.

Şu an The Circle Space’te ziyaretçiye açık olan güncel sergi Havza: Bir Su Hikayesi’nde PITCHAfrica’nın son on yıldır Doğu ve Batı Afrika’da su toplama sistemleri inşa eden projesine ait tasarlanmış model, çizim, fotoğraf ve videolara senin de Aşina Olanın İmalatı isimli video çalışman eşlik ediyor. Biraz bu serginin çıkış hikâyesinden ve sergide yer alan çalışmandan da bahseder misin?

Sinem Dişli: David Turnbull, Afrika’da su sorunuyla ilgili çalışmalar yapıyor. Havza projesiyle yağmur sularının toplandığı yapılar tasarlayarak bölgede yaşayanlar için su kaynaklarını ulaşılabilir hale getiriyor. Sergide Havza projesinin yanı sıra Ahmet Ergenç’in önerisiyle lokal bir sanatçıya ait, yerel meselelere değinen bir işin yer alması söz konusu oldu. Ben de The Circle Space’in davetiyle Fırat Nehri’ni odağa alarak ürettiğim Aşina Olanın İmalatı işimi sergilemek istedim.

Nehir üzerindeki barajlarla tutulan su, geniş bir alana yayıldı ve bu da buharlaşmayı beraberinde getirdi. Doğadaki her şeyin birbiriyle ilişkili ve bir süreç halinde ilerlediğini ama burada gerçeküstü bir coğrafyanın oluştuğunu gördüm.

Bunu vurgulamak için de içerisinde videonun oynadığı aynalı bir kutu tasarladım. Kutunun yüzeyleri birbirine yansıyarak içeride bir küre oluşturuyor. Bu taraftan bakınca dünyanın şekline evrenin hareketlerine, döngülerine dair bir gönderme de söz konusu. Hiçbir görsel manipülasyon olmamasına rağmen, Fırat Nehri’nin çoğalan imajlarıyla bahsettiğim gerçeküstülük daha belirgin şekilde hissediliyor.

Tüm mekanizma, gördüğümüzü bildiğimizle kıyaslayarak onu anlamlandırmayı çabalarken içinde olduğumuz illüzyon haline işaret ediyor.

 

 

 

Röportaj: Yasemin Ülgen

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.