Köşe Yazıları

Gezegeni kurtarma görevi de mi kadınlara verildi? – Menekşe Kızıldere

0

Türkiye’de yaşanan birçok politik tartışma arasında duyduğum en güzel slogan “savaşı kadınlar durduracak” sloganıydı. Fakat bir süre sonra bu çok fazla sorumluluk değil mi derken buldum kendimi. Neden ekseriyetle erkek iktidarların böbürlenerek çıkardıkları savaşları durdurmak bize kalıyor? Aslında yanıtı çok basit. Sosyal hiyerarşinin altlarında kim yer alsa tepeden çıkarılan tüm krizlerin ceremesini çekeceği için savaşın maddi manevi tüm yükü bizlerin omuzlarında olacak da ondan. Savaşları durdurmaya herkesin kabiliyeti var da kadınlar zorunda kalıyor. Dünyadaki tüm iktidarların çıkardığı ve çıkaracağı gelmiş geçmiş en büyük savaşlardan çok daha tehlikeli bir yıkımın göz göre göre geldiği ve bunu gözlerimizle seyrettiğimiz çağın insanlarıyız.

Bizler, geçen yüzyılın sonu ve bu yüzyılın başında nefes almaya başlamış olan hepimizin en büyük savaşı iklim değişikliği. Her gün doğan güneş gibi her yeni gün limitlerini aşarak hayatımızın içine içine girmekte. Güneş gibi bir gerçek olarak cebimizdeki parayı da, gıdamızı da, aldığımız temiz nefesi de, içtiğimiz temiz suyu da tüketmekte. Hatta gezegenin uzak köşelerinde bastığımız toprağı da bizden hızla almakta. Tam da bu yüzden gezegendeki tüm savaşlardan daha tehlikeli ve şu anda nefes alan her canlıyı tehdit etmekte. Tüm savaşlar o ülkenin bu ülkeye ilan ettikleri bir tehdit iken iklim değişikliği dünya gezegenine bir tehdit. Zannedildiği gibi torunlarımızın derdi değil tam 12 yıl sonra hepimizin en büyük derdi olmaya aday. IPCC 1.5 Derce Raporu’nda 2030 yılında gezegenin sıcaklık artışı 2 C dereceye dayandığında neler olacağını net bir şekilde ortaya koymakta. Çok çetin bir mücadele yaşanmakta ve 1.5 derecenin üstü bu mücadelenin sadece bir grup ülkenin değil herkesin mücadelesi olacağının açık göstergesi.

Politikada, bilimde, sanatta, günlük hayatımızda karşı duruş, bilakis haksızlığa karşı duruş çok kadınca bir eylem değil midir? Dünya tarihi boyunca, savaşlarda, politik baskı altında ve felaket zamanlarında sokağa ilk kadınlar çıkmıştır. Dünyanın neresine gidersek gidelim bir doğa kıyımı yaşandığında hep kadınların sesini duymaktayız. Latin Amerika’da, Uzak Doğu’da, Afrika’da ekolojik krizin etkisinin en ağır yaşandığı yerlerde hala doğayı katletmekte olanlara karşı hep kadınlar direnmektedir. Neden? Çünkü toprağın, suyun, havanın dengesinin bozulmasının ceremesini kadınlar çekmektedir de ondan. Oya Beklan Çetin Sosyo Ekonomi Dergisi’nde yayımlanan makalesinde 1 sanayi devrimi ile artış gösteren çevre sorunlarının, kadınların sorunu haline geldiğini aktarmıştır. Çetin aynı makalede günümüz ekolojik krizinin sebebini şu şekilde ifade etmektedir: “Günümüzde yaşanan ekolojik krizin nedeni, tarih öncesi topluluklardaki kadını ve yeryüzünü yücelten inancın yerini ataerkil dinlerin almasıdır”.

Beklan ekolojik krizin sorumlusunun ataerkil zihniyet olduğunu ve bunun sorumluluğunu üstlenmenin ise kadınların omuzlarında bir yük olarak bırakıldığını ifade etmektedir. Ekoloji mücadelesi bir kadın mücadelesine dönüşmüştür.

Ekofeminizm kavramı bu mücadeleyi en kapsamlı şekilde ortaya koymaktadır. Ekofeminizm kavramı ise 1974’te Françoise d’Eaubonne tarafından kadınların öncülük ettiği ekolojik devrimi tanımlamak için ortaya atılmıştır. Daha önce bahsettiğimiz doğa için kaygılanma halini ekofeminizm kavramında kadınlar daha derinden anlar ve hatta liderlik eder. Fakat güncel ekofeminizm kavramı daha da derinleşmiştir. Sadece ekolojik devrimi değil iktidarı, tahakkümü ve mücadele yöntemlerini de irdeler. 1991 Vandana Shiva ve Maria Mies bu derinleşmiş değerleri bir araya getirmek için Ekofeminizm kitabını kaleme aldırdılar. Modern tanımı ile ekofeminizm kadının ve doğanın aynı iktidarın tahakkümüne aynı yöntemler ile maruz kaldığını en sağlam örnekleri ile açıklar. Ekofeminizm kitabında Shiva kadınların tüm dünyadaki üretimin % 65’ni yaptıkları halde, kazancın sadece % 10’nu aldıklarını anlatmaktadır. Yani kadın ataerkil kapitalist düzende ucuz ve erkeğe eşit olmayan bir kazanç aracıdır. Üstelik bu sadece yoksul kadınlar için geçerli değildir. Beyaz yakalı kadınlar da istihdam politikalarının alt metninde hala ucuz iş gücü olarak görülmektedir. Dünyanın her yerinde kadınlar eşit ücret için mücadele vermektedir. Shiva ve Mies Dünya Ticaret Örgütü’nün (1995) kurulması ile birlikte doğa tahribatının sistemli ve şirketleşmiş bir meşrulukta arttığını dile getirirken kadına yönelik şiddetin bu sistemleşmiş ve şirketleşmiş tahribat ile birlikte arttığına dikkat çekerler. Yerel ekonomilere, doğaya ve kadın bedenine hükmetmek ataerkil kapitalist düzenin yaydığı tecavüz kültürüdür. Shiva’nın kitabında verdiği Hindistan örneğinde yeni ekonomik reformlardan sonra dişi fetüs cinayetlerinden, kadın tecavüzüne kadar kadına yönelik şiddetin korkunç bir şekilde arığı görülmektedir. Halk yoksullaştıkça, doğal varlıklar ve yerel yaşam zarar gördükçe tüm bunların faturası haklarından yoksun birey olarak görülmeyen kadına kesilmektedir.

Ekolojik yıkımın en çok zarar göreni kadınlardır. Eğitim hakkı, kendini ifade etme hakkı, bedeni ile ilgili kararları alma hakkı, hayatı ile ilgili kararları alma hakkı ellinden doğar doğmaz alınmış bir birey elbetteki yaşanacak tüm olumsuz şartların en çok etkileneni olacaktır. Yerelde yaşanan yaşam kaynakları ile ilgili herhangi bir kriz elbette ki hiyerarşik olarak yayılacaktır.

Dünya tarihi kadınların doğa için verdiği mücadeleler ile doldur. Kadınların doğa için mücadelesinden bahsederken cesur kadınları anarak başlamak isterim. Berta Caceres Gualcarque Nehri üzerinde yapılacak hidroelektrik santral karşıtı kampanya yürüten etkili bir kadın aktivistti. Lenca yerlilerinin direniş önderiydi. Yöredeki birçok ekolojik kıyıma sebep olacak projenin durmasını sağlamıştı bu sebeple sürekli ölüm tehdidi alıyordu. Korkusuzca direnişe devam ederken, belki de tüm Latin Amerika ekoloji direnişlerine örnek olsun diye 2016 yılında Berta Cáceres zalimce katledildi. Berta aslında 1730 da Hindistan da Chipko eylemini başlatan Amirata ile aynı kaderi paylaşıyordu. 1730 da Hindistan Rajhatan Bölgesi Bishnoi Köyü’nde Amirata Devi isimli kadın 362 din adamı ile birlikte dönemin emirinin sarayına odun olması için kesilecek khejiri ağaçlarını kendi bedenleri ile korurken katledildi. Ağaçlara sarılarak gerçekleşen bu eylemin adı Chipko 2 (Sanskritçe sarılma anlamına gelmekte) eylemiydi. O gün ağaçlara sarılan kadınlar katledildikten sonra Hindistan ormansızlaşma yüzünden tam dört asır boyunca birçok doğal felaketle karşı karşıya kaldı.

Metin Yeğin’in Topraksızlar 3 kitabında anlattığı Brezilyalı mülksüz kır işçilerinin hareketi, Topraksız Köylü Hareketi Movimento dos Sem Terra, MST) yaklaşık 700 bin insanın katıldığı en kalabalık hareketlerden biridir. Tekelleşen tarım politikalarına karşı bir işçi direnişidir. 1960’ların başında başlayan hareket hem Brezilya’nın tarım politikalarını değiştirmiş hem de tüm Latin Amerika ülkelerine sermayeye karşı direnme kültürünü getirmiştir. Brezilya’da kır işçilerinin çoğunluğu, kadınlardır. Bu hareket Brezilyalı kadınların cesareti ile güçlenmiştir. Bu sayede 2000’li yılların başından beri Ekvatorlu kadınlar mangrove ormanlarını kurtarmak ve geçim kaynakları olan balıkçılığı sürdürmek için mücadele etme gücünü ve örgütlülüğünü bulmaktadır. 4 Dünya’nın dört bir yanında kadınlar aynı yöntemlerle doğa savunuculuğu yapmaktadır; Almanya’da atom enerji santrallerine karşı, Japonya’da tarımsal kirlilik be nükleer enerji tehdidinde karşı, Himalayalar’da kalker madenciliğine karşı, Kenya ve Tanzanya’da küçük tarım bahçelerini korumak için, Meksika’da orman kıyımına karşı, San Francisco’da shale gazı faaliyetlerine karşı, Cerattepe’de madenciliğe karşı, Munzur ve Hasankeyf’te hidroelektrik barajlarına karşı doğayı savunmaktadırlar. Burada saymaya ve tek tek anlatmaya kalksak sayfalarca sadece bu direnişlerin isimlerini yazabiliriz ancak.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Ekvador’da kadınlar bir araya gelerek yerelin ve yerlilerin korunması için bir deklarasyon 5 yayımladı. Kawsak Sacha – Yaşayan Orman Deklerasyonu’nun amacı uluslararası kamuoyunun dikkatini de çekerek yerelin korunması için kalıcı ve hukuksal bağlayıcılığı olan bir çözüm bulmak. Dünyanın yaşayan akciğerleri olan Amazon Ormanları’nı kurtarmak için beklide en kritik adımı yine kadınlar attılar ve bunun için zor bir mücadele vermekteler.

Doğa mücadelesinin en eski tarihine uzandığımızda kadın direnişini ve örgütlülüğünü görmekteyiz. Günümüzde ise iyice anlaşılmıştır ki ekolojik yıkıma ve iklim değişikliğine karşı mücadele feminist bir mücadeledir. Doğa ve kadın ataerkil kapitalizm ve onun tahakkümü karşısında kader birliği içindedir. Bu sebeple kadının doğa için direnişi güçlüdür, örgütlüdür ve uzun ömürlüdür. İnsanlık tarihinin en büyük mücadelesinin en çok etkileneni ve bu sorunla en çok mücadele eden kadınlar dersem hiç de iddialı bir söz etmiş olmayacağım. Evet galiba gezegeni kurtarma görevi de bize verildi. Aman canım kadın cinsi olarak varlığımızdan itibaren patriarka ile mücadele ediyoruz iklim değişikliği ile neden edemeyelim ki… İklim değişikliği patriarkadan daha mı kötü? Evet daha kötü ve bu yük sadece bizim kaldırabileceğimiz bir yük değil. Bize verilen bu ulvi görevi nazikçe reddetmeliyiz. Bir zahmet erkek bireyleri de sahneye alalım. İşe sıkı sıkı yapıştıkları yönetici ve liderlik koltuklarından nazikçe kalkmakla başlayabilirler. Eşit haklar eşit liderlik ve eşit üstlenilmiş yükümlülük olmadan bu mücadeleyi veremeyeceğiz. Gezegeni kurtarma görevi hepimizin.

Kaynak:

1.Ekofeminizm : Kadın Doğa İlişkisi ve Ataerkillik, Oya Beklan Çetin, Sosyo-Ekonomi Dergisi 2005-1

2. Kadının Doğası Doğanın Kadınları, Gökşen Şahin, EKOIQ Dergisi Sayı : , 7 Mart,

3.Metin Yeğin, Topraksızlar,İletişim yayınları 2004

4.Bravo, E Accion Ecologica, Un ecositema en peligro,los bosques de maglar en la costa ecoltoriana, Quito

5. https://kawsaksacha.org

 

Menekşe Kızıldere

Kadın iklim aktivisti 

You may also like

Comments

Comments are closed.