Kültür-SanatManşet

(Babil’den Sonra) Açık Radyo 24 yaşında

0

Seslerin anlamını ayırt etmeye başladığım günlerden bugüne radyo hep hayatımın baş köşesinde yer aldı…

Çocukluğumu 1960’lı yıllarda yaşadım. İstanbul’un dışında, Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyinde bir köyde, Altınşehir’de dünyaya geldim ve bugün de doğduğum köyde yaşıyorum. Geçen yıllar buralarda birçok şeyi değiştirdi. Her sabah Açık Gazete’de Ömer Madra ve Can Tombil’in Saatli Maarif Takvimi okumalarında bahsettikleri romantik isimli doğa olayları artık pek takvime uymaz oldular.

Köyün yeşil kırları, gölü çevreleyen tepelerin yamaçlarını ıtırlı kokularıyla süsleyen sarı katır tırnakları artık yoklar. Oraları kendisine yaşam alanı seçen canlılar da yoklar. Bugün yerlerinde beton kuleler yükseliyor. Yakında buralarda inşası düşünülen “yeni kent” bu güzelim doğa parçasına son darbeyi vuracak.

Bir zamanlar ayın şavkıyla ışıyan Sazlı Dere’nin kurbağalarının geceyi bölen çılgın sesleri epey zamandır sustu. 1960’lı yıllarda zengin endemik dokusuyla bilinen Sazlı Dere’de, doğal varlıklar literatürüne giren 140 değişik canlı türü yaşardı. Hepsi şimdi gittiler. En son kurbağalar ve bizler kalmıştık. Kurbağalar da gittiler, biz kaldık. Yakında bize de yol görünecek gibi duruyor. Buralarda birçok şey değişti ama radyom hala baş ucumda…

Elektrik köye 1970’lerin başlarında geldi. Önceleri pille çalışan transistörlü bir radyomuz vardı. Her zaman açık olmazdı. Akşam babam işten eve dönünce ajans haberlerini dinlemek için açardı ve gece yatana kadar radyo açık olurdu. Günün o saatlerini dört gözle beklerdim. Gaz lambasıyla aydınlanan odada, sobanın başında geçen radyolu kış gecelerinin tadını hala duyumsarım.

Bazen gün içinde de radyoyu gizlice açar, radyonun ön yüzünde yer alan uzak kentlerin isimleri üzerinde gezinirdim. TRT dışında genellikle Balkan radyolarının yayınlarını yakalardım. Gün geldi televizyonlar evlere girdi ve bütün büyü bozuldu. Ama ben her zaman radyoya sadık kaldım. Bugün de evimde televizyonum yok ama envai çeşit radyom var.

1970’li yıllarda, liseye başladığım günlerde politik tercihlerim de biçimlenmeye başlamıştı. O günlerde çok uzaklardan yayın yapan “Bizim Radyo” ile tanıştım. Sonraları Doğu Almanya’dan yayın yaptığını öğrendim. Günün belli saatlerinde yayın olurdu ve radyo sinyalleri çok da güçlü değildi. Daha kaliteli bir radyo alacak durumu olanlar için mesele değildi ama ben o duruma geldiğimde radyo da yayın hayatını sonlandırmıştı. FM kanallarının artmasıyla tercih şansımız da giderek artıyordu.

1991’de Dikili’de yapılacak olan bir konsere giderken Muammer Ketencoğlu ile tanıştım. Bugün de eksilmeden süren sıkı bir dostluğumuz oldu. 1995 yılıydı sanıyorum, bir radyoda program yapma teklifi aldığından söz etmişti. Programı yapmaya başladı, Açık Radyo’ya olan tutkulu bağlılığım da böylece başlamış oldu.

Açık Radyo yaşamıma yön veren bir radyo oldu. Çok rahatlıkla “son okulum oldu” diyebilirim. Bir Açık Okul. Mezun olma şansınızın hiç olmadığı bir okul. Derslere devam etme zorunluluğu da yok ama bir gün dersleri atlasanız hayatınızda bir şey eksik kalıyor duygusunu yaşıyorsunuz.

Bugün içerisinde yer aldığım Yeşiller Hareketi’ni de radyom sayesinde tanıdım. 2009’du sanıyorum, Ömer Madra’nın Beyoğlu Yeşil Ev’de verdiği derslere de katılmaya başlamıştım. Yeşiller ile tanışmak çocukluğumun yeşillere bezeli, börtü-böcek günlerine dönmek gibi bir şey oldu benim için. Gezegenimiz alarm veriyordu ama hala yapabileceğimiz şeyler olduğunun düşünü birlikte kurmak bile bana çok iyi gelmişti.

Açık Radyo Hareketi’ne önce dinleyici olarak katıldım. “Hareket” diyorum; gerçekten de öyle. Açık Radyo sadece bir radyo değildi benim için. Bugün ülkemizde ve bütün dünyada yaklaşan küresel krizin ayak seslerini daha çok duyuyoruz. Ekolojik, ekonomik, sosyal… krizler kapıda. Açık Radyo, bu kaotik ortamda nefes alabildiğim, her türlü olumsuzluğa rağmen kendimi alabildiğine özgür hissetmemi sağlayan, hep beraber- doğayla ve üzerindeki tüm canlılarla, börtü-böcekle birlikte barış içerisinde yaşayabileceğimiz özlediğimiz hayatın her şeye rağmen hala mümkün olduğunu bana duyumsatan bir kolektif hareket. 7/24 radyoya emek veren emekçileriyle, gönüllü programcılarıyla ve dinleyicileriyle birlikte “Haydi, daha her şey bitmedi, umut hala var, umut insanda, umut doğada…” diyen bir yaşam kolektifi…

Bazen nefes almakta bile zorlandığımı hissediyor insan ve o zaman benzer kaygıları taşıyan insanları aramaya başlıyor. Açık Radyo, Yeşil Gazete ve benzeri hareketler bugün bana alternatifsiz olmadığımızı hatırlatan adresler oldular. Sorumluluk alındığında bir radyoyu veya bir gazeteyi işlevli halde tutmanın aslında ne kadar çok emek ve özveri gerektirdiğini de görüyor insan; zamanla bir radyo programını veya bir gazete haberini sadece “tüketen” olmaktan çıkıp bir “türetici” olmaya doğru da evriliyor.

Mart 2016’da Yeşil Gazete’de yazmaya başladım. Orası da tıpkı Açık Radyo gibi bir okul oldu bana. Sonra Nisan 2017’de Açık Radyo’da “Babil’den Sonra” programını hazırlayıp, sunmaya başladım. Radyo programcılığı bana epey uzak bir işti. Açık Radyo’da radyo programcılığını öğrenmeye başladım ve öğrenmeye de devam ediyorum.

Geçen gün Açık Radyo’da 80. programımı sundum. Bundan sonra da her pazartesi 13.00’de Açık Radyo’dan sevdiğim müzikleri, sesleri, sözleri, düşüncelerimi paylaşmaya devam edeceğim. Kafama takılan sorularıma da yanıtlar aramaya çalışacağım bu arada.

Açık Radyo bugün, yani 13 Kasım Salı günü 23. yılı geride bırakıp, 24. yaşına basacak. Radyomuz 23 yıldan bugüne 7/24 yayında ve arkasında büyük bir öz veri- büyük bir emek var. Açık Radyo’yu akıl edenler, kuruluşuna öncülük edenler, 23 yıl boyunca radyoya emek verenler sağ olsunlar, var olsunlar.

Bu hafta programda DOĞA İÇİN çalınmış-söylenmiş türküleri, bütün dünyada doğa hakları için yazan-çizen-eylemler yapan, mücadele eden insanlar için çaldım. Bir de Açık Radyo emekçileri için…

Programı buradan dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/ZkGYTF4UomQ

Açık Radyo’nun yolu AÇIK, ömrü uzun olsun…

Ercüment Gürçay

You may also like

Comments

Comments are closed.