Hafta SonuManşet

[Hayvan Deneyleri] Deney karşıtı hareketin kısa tarihi

0
1950 li yıllardan bir hayvan özgürlüğü protestosu eylemi - İngiltere

İnsanlık tarihi boyunca, insan menfaatine küçük ya da büyük her bilimsel gelişme için mutlaka bir bedel ödenmesi gerekti. Peki bu bedeli kim ödeyecek? [Hayvan Deneyleri] yazı dizisinde bu sorunun cevabını hep birlikte bulmaya çalışacağız

***

              Geçen hafta, hayvanlar üzerinde yapılan deneysel ve bilimsel araştırmaların doğuşu ve artışına dair Hayvan Deneylerinin Kısa Tarihi’ni yazmıştım, bu hafta da hayvanlar üzerinde yapılan deneylere muhalefetin doğuşu ve gelişmesini kısaca anlatmaya çalışacağım. Hayvan Deneylerinin Kısa Tarihi’nde, Antik dönemde hayvanların birer canlı olarak görülmemesi konusunda dönemin düşünürlerinin itirazlarından bahsetmiştik. Hayvan hakları savunusunun temelleri diyebileceğimiz bu itirazlar, zamanla onların çeşitli amaçlarla kullanılmasına itiraza dönüştü ve artık 18. Yüzyılda bilimsel furya haline gelen hayvan deneyleri açıkça tartışılır olmaya başladı.

Hayvanlarla duygudaşlığın öne çıktığı bu dönemde, artık onların düşünüp düşünemediği ya da akılları olup olmadığından çok, hissedebilir canlılar olup olmadıklarına odaklanılmıştı. Bunda, Descartes’ın “Hayvanlar birer makinedir” görüşünün de hayli etkisi oldu, Descartes’ın bu tezine katılanlar kadar katılmayanlar da seslerini yükseltiyordu. 1711’de, dönemin popüler dergilerinden Tatler’de kedi ve köpekleri kesip biçen bilim adamlarından bahsediliyor, vejetaryenlikle ilgili yazılar yayımlanıyor, Samuel Johnson haftalık gazete The Idler’de “yaşamları sadece zulüm çeşitlerinden ibaret, en sevdiği eğlencesi köpekleri canlı canlı masaya çivileyerek kesip açan sefiller” diye viviseksiyonistleri hedefe koyuyordu. Komşusu Stephen Hales’in hayvanlar üzerinde yaptığı kan dolaşımı deneylerine şahit olan şair Alexander Pope, yaşamının son yılında bir “anti-viviseksiyonist” olarak şiirlerinde deney karşıtı ifadeler kullandı.

Deney karşıtlığının politik ve ahlaki bir harekete döndüğü bu dönemin dikkat çeken olaylarından biri, ortopedi cerrahı A.M. Phelps’in köpekten çocuğa kemik nakli denemesiyle ilgili görgü tanıklarından birinden gelen isimsiz mektubun The New York Times’da yayınlanması oldu. Mektupta, ses telleri alınmış ve her yeri bandajlarla çocuğa sabitlenmiş köpeğin günlerce inleyerek hareketsiz bırakılmasından ve 10 gün yaşadıktan sonra akıbetinin bilinmediğinden bahsediliyordu. Dr. Phelps konuyla ilgili detaylı bir açıklama yapsa da bu konu uzun süre tartışılmıştı.

1950 li yıllardan bir hayvan deneyleri protestosu eylemi – İngiltere

Aydınlanmacı Fransız yazar ve filozof Voltaire “Hayvanların bilgi ve duygudan yoksun, her hareketi aynı olan ve hiçbir şey öğrenmeyen makineler olduğunu söylemek… Ne kadar saçma. Barbarlar, dostluk kapasitesiyle insanı geride bırakan bir köpeği yakalayarak masaya çiviliyorlar ve hala canlıyken damarlarını göstermek için onu parçalara ayırıyorlar. Onda da sizdeki duyu organlarının aynılarının olduğunu keşfediyorsunuz. Cevap verin, doğa bu hayvanı duygu sıçramalarını hissetmeyeceği şekilde mi düzenledi? Sinirleri etkilenmeyecek düzende mi? Doğada böyle bir çelişki olacağını sanmayın” derken, faydacılığın kurucusu olarak bilinen İngiliz filozof ve toplum reformcusu Jeremy Bentham ise ahlaki statü için gerekli olan kıstasın “akıl yürütme” değil, “acıyı deneyimleme” olması gerektiğini ve hayvanların acıyı deneyimlediklerine dair yeterli kanıt olduğunu söyleyerek hayvanların hakları olmadığını düşünenlere karşı çıkıyordu. Eleştirel felsefenin mimarı Kant ise, hayvanlarda bilincin varlığı ve acıyı deneyimleyebilmeyi kabul etse de hayvanların varoluş nedeninin insanlar olduğunu söylüyordu.

François Magendie’nin gelen davet üzerine 1824’te Londra’ya yaptığı ziyaret İngiliz tıp dünyasını ikiye böldü: fizyologlara omurilik sinirinin fonksiyonunu gösterdiği toplantıda, masaya sabitlenmiş acı içinde kıvranan köpeğe “sakin dur!” diye bağırması ve ardından izleyicilere dönerek “Fransızca anlasa daha sakin olurdu” diye espri yapması şok etkisi yaratmıştı. Medico-chirurcigal Rewiev dergisi onu haddinden fazla zalimlikle suçladı. Hatta bu olay, İrlandalı siyaset insanı Richard Martin tarafından İngiliz Parlamentosu’na da taşındı ve Martin’in “toplum için utanç kaynağı” olarak lanse ettiği Magendie’nin kötü şöhreti Britanya’ya da yayıldı.

Magendie’nin çağdaşı İngiliz nörolog ve fizyolog Marshal Hall da 1831 yılında bilimde hayvan refahı olgusuna öncülük ederek, fizyolojiyle ilgili deney prosedürlerinde belli kural ve kısıtlamalar getirilmesini önerdi ve ona göre tüm deneylerde şu beş kural göz önünde bulundurulmalıydı:

  • Başka araştırmalarla gereken bilgiye ulaşabilme ihtimali olduğunda deney yapılmamalı
  • Sadece erişilebilir hedeflere varacak ve bir açıklama getirecek deneyler uygulanmalı
  • Gereksiz deney tekrarlarından kaçınılmalı
  • Tüm deneylerde asgari acı şartı olmalı
  • Tekrarların azaltılması için fizyolojik deneyler izlenmeli

Deneysel fizyolojinin en hararetli savunucularından, tüm deneylerini canlı hayvanlar üzerinde yapan fizyolog Claude Bernard, viviseksiyonla ilgili çoğalan eleştirilere “Introduction à l’étude de la médecine expérimentale” (Deneysel Tıp Çalışmasına Giriş) adlı kitabında yanıt veriyor, bilimin sadece deneylerle var olup gelişeceğini ve yaşayanları ölümden kurtarmak için bazılarının kurban edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ancak karısı ve kızı onunla aynı fikirde değildi: Marie François Bernard, 1870 yılında kocasından ayrılarak viviseksiyon karşıtı bir topluluk kurdu.

Bu olaydan beş yıl sonra, bir araştırma için 4 ay süresince Bernard’ın laboratuvarında bulunmuş İngiliz hekim George Hoggan, English Post gazetesinde yayınlanan mektubunda; tavşan ve diğer hayvanların yanında her gün birkaç köpeğin kurban edildiği laboratuvarda geçirdiği süre boyunca, yapılan deneylerin hiçbirinin gerekli ya da başarılı olmadığı sonucuna vardığını anlatmıştı. Paris’ten Prof.Colin “deneyler 20 defa yapılır ve 20 farklı sonuç alınır, maalesef bu çok sık olur” derken, mesleğinde öncülerden kabul edilen İngiliz klinisyen John Elliotson farklı türlerde aynı etkinin görülmediğini savunuyor, jinekolojik cerrahinin öncülerinden kabul edilen Lawson Tait ise yüzyıllardır binlerce hayvan üzerinde cerrahiyle ilgili yapılan deneylerden pek birşey öğrenilmediğini söylüyordu. Böylece, bu özet yazıda hepsine yer verilemeyecek kadar fazla sayıda olan bilim dünyasından yükselen seslerle birlikte hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin -zalimce olması bir yana- faydasız ya da yanıltıcı olduğu düşüncesi de yaygınlaşmaya başladı.

Bu arada, deney karşıtı örgütlenme de başlamıştı. Dünyadaki ilk hayvan koruma örgütü SPCA (The Society for the Prevention of Cruelty to Animals), aralarında parlamento üyesi Richard Martin, kölelik karşıtı din adamı William Wilberforce, doktor ve avukatların da olduğu 22 kişilik üye topluluğu tarafından 1824’te kuruldu. İlk başlarda hedefleri madenlerde çalıştırılan atların refahı olmasına rağmen, Kraliçe’nin desteğinin ardından Royal önekinin kullanılmasıyla birlikte (RSPCA) her yönden daha muhalif bir tavır sergilemeye başlayarak, hayvan deneyleriyle ilgili etkin bir örgüt olmaya ve yasal düzenlemeler için lobi faaliyetlerine başladılar.

1874 yılında Claude Bernard’ın öğrencisi fizyolog Valentin Magnan’ın davet edildiği Norwich’teki toplantıya RSPCA genel sekreteri de katıldı. Magnan’ın iki köpeğe absint ve alkol enjekte ederek epilepsi yaratmayı göstermesi istenmişti fakat ilk köpeğe yapılan enjeksiyondan sonra ortaya çıkan korkunç manzara neticesinde, katılanlar işlemin devam etmesine karşı çıktılar, Royal College of Surgeons’ın başkanı kullanılacak diğer köpeği bağlayan ipleri keserek hayvanı serbest bıraktı. Toplantıyı organize eden üç Britanyalı hekim ve Magnan hakkında hayvanlara zalimce işkence ettikleri gerekçesiyle şikâyette bulunulduysa da suçlamalar düştü. Daha sıkı ve kapsayıcı yasal düzenlemeler gerekiyordu…

 

Frances Power Cobbe

4 Mayıs 1875’te, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin kısıtlanmasına ilişkin bir tasarı Lordlar Kamarası’na ulaştı ve bundan 8 gün sonra da deneylerin kısıtlamalı olmasına karşı çıkan başka bir tasarı Avam Kamarası’na gönderilmişti. İrlandalı feminist yazar (ve aynı zamanda “The Victoria Street Society for the Protection of Animals” adlı deney karşıtı örgütün kurucusu) Frances Power Cobbe ve arkadaşlarının hazırladığı tasarı Lord Henniker tarafından Lordlar Kamarası’na sunuldu ve Henniker Bill olarak anıldı, Darwin ve diğer bilim insanlarının hazırladığı ve Lion Playfair tarafından Avam Kamarası’na sunulan tasarı ise Playfair Bill olarak anıldı.

Garip şekilde, Playfair Bill bazı noktalarda Henniker Bill’den daha kısıtlayıcıydı. Mesela; viviseksiyonun sadece fizyolojideki gelişim için yapılabileceğini, eğitim amaçlı yapılamayacağını söylerken, Henniker Bill ise kısıtlama olmaksızın tüm deneylerin lisans ve denetim altında yapılabileceğini öngörüyordu. Parlamentoda bir türlü konsensüs oluşmadığı için, herkesin mutabık kalacağı bir tasarı hazırlanması için eşit sayıda RSPCA üyesi ve bilim insanından oluşan bir Kraliyet Komisyonu kuruldu. Ve aynı yıl, 1835 tarihli Cruelty to Animals Act ismli kanunun deneysel ve bilimsel prosedürlerle ilgili revizesi tamamlanarak, 110 yıl boyunca kullanılacak adıyla, “The Cruelty to Animals Act-1876” olarak kabul edildi.

Kanunun çıkması öncesinde bilim dünyasının yaptığı baskılar ve İçişleri Bakanlığı’na yollanan üç bin doktor ve araştırıcının imzasının bir sonucu olarak, kanun hayvan deneylerinin önlenmesi açısından tatmin edici pek az yenilik getiriyordu ve ne RSPCA ne de Victoria Street Society sonucu değiştirmekte etkili olamadı. Kanun, lisans alma ve kayıt tutma gibi bir takım zorunluluklar getirerek, deneyi yasal kılmıştı. Victoria Street Society’nin deneyi tümden reddettiğini açıkladığı 1878 yılında ise, ABD’deki ilk hayvan koruma örgütü çocuk ve hayvan hakları aktivisti Henry Bergh tarafından 12 yıl önce kurulmuştu: ASPCA (The American Society for the Prevention of Cruelty to Animals).  1883’te, bazı ASPCA üyeleri ayrılarak, AAVS (American Anti Vivisection Society)’yi kurdular ve American Medical Association’a karşı başarılı şekilde mücadelelerini sürdürdüler.

Cobbe, daha saldırgan bir mücadele için 1898 yılında “British Union for the Abolition of Vivisection”u (şimdiki ismi Cruelty Free International) kurdu. Bu yeni oluşumda, George Bernard Shaw gibi kişiler de vardı. Ve ayrıca aynı yılın Nisan ayında, editörlüğünü üstlendiği anti-viviseksiyonist dergi The Abolitionist yayınlanmaya başlandı. George Bernard Shaw, 1913’teki oyunu “The Doctor’s Dilemma”da mikrop teorisi, viviseksiyon ve tıbbi uzmanlığa saldırıyor, ayrıca yüksek sınıfa mensup viviseksiyon karşıtlarının et yemesi, kürk giymesi ve avlanmasını da eleştiriyordu.

Kahverengi köpek protestoları

1900’ler, Londra Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde William Bayliss adlı profesörün üzerinde anestezisiz olarak 60’dan fazla deney yaparak ölümüne yol açmakla suçlandığı “Kahverengi Köpek” olayıyla başladı. İsveç asıllı iki aktivist, fakülteye kayıt olmuş ve buradaki deneyler hakkında kayıtlar tutmuşlardı. Yazdıkları günlükler, National Society for the Prevention of Cruelty to Children (Çocuklara Zalimliğin Önlenmesi Derneği) genel sekreteri ve aynı zamanda deney karşıtı bir yazar olan Stephen Coleridge tarafından “The Shambles of Science” adıyla yayınlandı ve içindeki “Fun” başlıklı kısımda, küçük kahverengi köpek üzerinde yapılan deneyler anlatılıyordu. Suçlamaları reddeden Bayliss, Coleridge’e karşı açtığı dava sonucunda £2,000 tazminat kazandı. Bu konuda halk ve tıp dünyası gibi medya da ikiye bölünmüştü; The Times mahkeme kararını yerinde ve adil bulurken, Star, The Sun, Tribune ve Daily News Coleridge’in tarafındaydı. Daily News Coleridge’e desteğini arttırarak, tazminat için bir kampanya başlatarak dört ayda £5,735 topladı.

İlk heykel

1906 yılında kahverengi köpeğin anısına Battersea Park’a onun bir bronz heykeli dikilmek istenince, çıkan olaylarda yüze yakın kişi tutuklanırken, olayların daha da büyümesiyle güvenlik güçleri heykelin başında nöbet tutmaya başladılar. 10 Aralık 1907′de, tıp öğrencilerinin oluşturduğu bini aşkın kişi heykeli protesto için Londra’da yürüdü ve heykeli kaldırmak isteyen on gösterici tutuklandı. Yürüyüş esnasında çıkan olayları, 400′ün üzerinde polis bastırmaya çalıştı. Ve 1910 yılında bir sabah, heykel şaşırtıcı şekilde ortadan kayboldu… 19 Mart 1910’da heykelin kaldırılmasını protesto eden 3 bin kişi, Hyde Park’tan Trafalgar Meydanı’na yürüdü. Bu olaylardan yaklaşık 75 yıl sonra, 1985′de aynı yere heykeltıraş Nicola Hicks tarafından yapılan yeni bir ‘Kahverengi Köpek’ heykeli konuldu ve üzerindeki plakada ilk dikilen heykeldeki yazının aynısı vardı:

Şimdiki heykel

“Şubat 1903’te ölümüne kadar, üniversite laboratuvarında üzerinde sayısız deney yapılan kahverengi terrier ve aynı zamanda, 1902 yılı içinde aynı yerde deneylerde kullanılan 232 köpeğin anısına…

İngiltere’nin bay ve bayanları: Bu daha ne kadar devam edecek?”

Kaynaklar:

Phelps: The Longest Struggle – Animal Advocacy from Phythagoras to PeTa, 2007

Guerrini: Experimenting with Humans and Animals, 2003

Monamy: Animal Experimentation: A Guide to the Issues, 2000

C.B. Jørgensen, Daniel Frederik Eschricht, Peter Wilhelm Lund: Danish pioneers in experimental physiology. Historians, philosophers and practitioners on Claude Bernard’s Introductionà l’étude de la médecine expérimentale, 2005

Ahmet Cevizci: Uygulamalı Etik, İstanbul, 2013

J.E. Hampson: History of Animal Experimentation Control in the U.K.

Susan Hamilton: Animal Welfare & Anti-vivisection 1870-1910: Frances Power Cobbe, 2004

American Humane Education Society, Five Hundred Dollar Prize Essays, 1891

Carol Lansbury: The Old Brown Dog, 1985

The New York Times, “Dr. Phelps’s Experiment-Is it anything more than useless vivisection?”, 26 Kasım 1890

 

 

Yağmur Özgür Güven

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.