Köşe Yazıları

İklim hareketini büyütmek ve dilde anlam – Berkay Erkan

0

Geçen yazıda bir Picasso anekdotu ile bıraktığımız yerden, yine Picasso ile devam edelim.

Yolculuğu sırasında yanında oturan bir adam Picasso’ya:

“ Neden resimlerinizi gerçekte olduğu gibi yapmıyorsunuz?” diye sorar.

Picasso : “Gerçekte olduğu gibi kısmını açıklarmısınız?” der.

Adam cüzdanından karısının resmini çıkarır ve “ Bunun gibi” diye cevap verir. Picasso resme bakar ve adama şöyle der:

“ Karınız sizce de çok küçük ve biraz yassı değil mi?”

Bu diyalogda da cümlenin taşıdığı anlamın ortak olmadığını görüyoruz. Anlatılmak istenen ile anlaşılan mesaj farklı olunca iletişim bozuluyor ve anlaşma olanağı ortadan kalkıyor. İletişimde sıklıkla yaşanan bu durumda herkesin bildiği gibi, şu cümle çok duyulur : “ Yanlış anladın, onu demek istemedim!”

Yani sağlıklı bir iletişim, iletilmek istenen anlamın aktarılabilmesine bağlı.

Kavram ve cümlede anlam

Dilde anlam deyince tek bir başlığı yok. Anlam farklı boyutlarda ortaya çıkabilir. Mecazi anlam, gerçek anlam ya da yan anlam gibi. Burada değindiğimiz anlam ise daha farklı. Bunu da iki başlıkta ele alabiliriz. Birincisi, kavramların içeriği ya da taşıdığı anlam bakımından, ikincisi ve daha önemlisi, kavramları yan yana getirerek oluşturduğumuz cümle /tümce ile aktarılan anlam açısından. İletişimde asıl söylenmek istenen, bir ifade bütünlüğü olan cümlede oluşur, onunla aktarılır. Cümle ile aktardığımız anlam, aslında bizim elde etmek istediğimiz bir değişim ya da hareketi sağlayacak asıl mesaj için yüklemeye çalıştığımız anlamdır. Muhatabımız tarafından istediğimiz şekilde anlaşılmasını bekleriz. Öte yandan bu aşamada işin içine dilin kullanılışı ya da söylem de dahil olur. Yani, iletişimde mesajın tam ve istenen şekilde karşı tarafa ulaşması için,

  • Seçilen kavramların içerik olarak doğru anlamı taşıması,
  • Bu kavramlar ile kurulan cümle ve söylemin, mesajda istenen anlamı veriyor olması gerekir.

İklim bağlamında henüz geniş kesimleri belli bir yönde hareket etmeye ikna edemediğimiz düşünülürse, bu anlaşılma probleminin önemini herkes kabul edecektir. Dolayısı ile bunların her ikisi de önemli elbette. Çünkü günlük hayattaki basit iletişimden farklı olarak iklim tartışmalarında ideolojik kalıplar işin içine dahil oldukları için aktarım sorunu çok daha çetrefil bir iş olmaktadır.

İletişim açısından en kötüsü ama en sık yaşanan, beklentilerinizin tam tersi bir sonuçla yüz yüze kaldığınızda bile, aktarmak istediğiniz mesajı en ideal ve uygun biçimde ilettiğinizden hiç kuşku duymayıp, sorunu muhataplarınıza mal etmektir. İşte, buna neden olan şey, kavramları, içeriklerinin mevcut ideolojik kalıplara göre oluştuğunu unutarak gelişi güzel kullanmaktır. Kavramların anlamı ile sizin aktarmayı umduğunuz anlam farklı olacağı için, Picasso karşısındaki adamın durumuna düşmek kaçınılmaz. İklim değişikliği bağlamında ise bunun en küçüğü bile olsa sonuçlarının çok önemli olacağı açık. Bunu, her iki başlığa da bir örnek ile açıklamaya çalışalım.

İklim değişikliğinde, büyüme ve kalkınma politikalarının önemli bir problem oluşturduğu biliniyor. Bunu anlatırken alternatif çözüm olarak önerilen yeşil politikalar, doğal olarak bu kapitalist kalkınma ya da büyümeye de karşı. Ama bu önerileri anlatırken mesajımızı anlamasını beklediğimiz kitlelerin zihninde, bunların hangi anlama geldiğine gereken özenin gösterildiğini söylemek zor. Hatta genel olarak bu problemin her iletişimde yaşandığının bile pek farkında olunduğu söylenemez. Bu yüzden kastettiği anlam çok farklı olsa bile “küçük güzeldir” ya da “kalkınmaya karşı olmak” gibi slogan ve söylemlerin etkisinin nasıl olacağını hiç sorgulamadan sıklıkla kullanmayı tercih ediyoruz.  Oysa gerek “kalkınma” ya da  “büyüme”, gerek buradaki bağlamda bile olsa “küçük” kavramları, acaba bizim beklentimize uygun anlamı ne kadar taşıyor? Dahası, vermek istediğimiz mesajı aktarmak için bunları yan yana getirerek söylediğimiz söz, arzuladığımız anlamı veriyor mu? Biraz değerlendirildiğinde, bunların pek gerçekleşmediği çok kolay görülür.

Buna karşılık, kalkınma, büyüme kavramları mevcut sistemde kitleler için iş, refah, güç ve dolayısı ile güven vb bağlamı olan ve bu yüzden de bunları vaat eden kavramlar. Bu kavramların anlamı ya da içeriği bu şekilde yerleşmişken, onu reddeden ve bu bağlamda bir sürü olumsuz şey çağrıştıran “küçük” kavramı ile anlatılan bir geleceğin, insanlara pek cazip gelmemesi ve bu politikayı anlayıp desteklememesi son derece anlaşılır bir şey değil mi? Oysa, örneğin, enerji gibi pek çok kavramda, yeni anlamını verirken kullanılan “sürdürülebilir”  nitelemesi gibi (şükür, enerji karşıtı olmak gibi bir anlam çıkmayan) arzuladığımız anlam ve mesaj açısından mükemmel bir içeriğe sahip olan yine çok sıfat bulunabilir. İşte size egemen ideolojinin sürece olan etkisinin nasıl somutlaştığına ve ideolojik çatışmaya bir örnek. Aşılması gereken sınırlar da burada.

İletişimin temel prensibi sizin ne anlattığınız değil, muhatabınızın ne anladığıdır derler. Dolayısı ile her zaman bunu gözeten bir dil kullanmak, hele de iklim hareketi açısından çok önemli. O halde kullandığımız kavramları, kurduğumuz cümle ve söylemimizi buna göre düşünmeliyiz.

İçerik ve anlam çerçevesi

Politikaların başarılı olması için yeterince destek görmesi, bunun için de onu oluşturan ya da önerenlerin, bunu sağlamasını bekledikleri şekilde mesajlarını kitlelere ulaştırması gerek. Yani iletişimin, bu yönde bir anlam aktarımını sağlaması için, ideolojik sınırları zihinlerde aşabilmesi ve sonunda değiştirmesi gerek. Bunu sağlayabilmek içinse kavramların anlamlarını değiştirmek, onları yerleşik ideolojiye göre oluşmuş bağlamlarından koparıp başka bir içerik kazandırmak gerektiğini belirttik daha önce. Ama bu anlam değişimini yaratmak nasıl olacak? Verilmek istenen mesaj doğru bir şekilde muhataplarına nasıl ulaştırılacak, beklenen yönde hareket etmeye nasıl ikna edilecek? Şimdi, önümüzde çözülmeyi bekleyen acil problem bunlar artık.

Bir kavramın içeriğini, taşıdığı anlamı, toplumsal düzeyde insanlara açıklayarak, öğreterek değiştirmenin olanağı yok elbette. Ama o anlamların yüklenişi de böyle olmuyor zaten. Kalkınma kavramı açısından verdiğimiz küçük örnek gibi bu, daha çok o kavramların kullanılışı, sıfat ya da zarf tamlaması, cümle içindeki yerleri, kuruldukları bağlam vb. diğer şeylere göre oluşuyor. Hatta bu şekilde, sadece aktarmak istenen mesajın doğrudan anlamını değiştirmek değil, daha geniş başka bir anlam ile bağlayacak şekilde çerçevelemek de mümkün. Eski çağlarda dilin bu şekilde kullanımına, etkilerinden dolayı büyülü denmiş. Modern çağda ise egemenler, sahip oldukları imkanlar ile hala illüzyonlar yaratabiliyor, bunlarla kitleleri yönlendirebiliyorlar.

Bu durumu çok güzel anlatan bir örnekle konuyu bağlamaya çalışalım.

Özdemir İnce “Şiir ve Gerçeklik” adlı kitabında, “imge ve serüvenleri” adlı denemesinde, Fransız yazar Roger Caillois’tan şöyle bir olay aktarır:

“New York’un Brooklyn Köprüsünde dilenen bir kör dilenci varmış. Köprüden gelip geçenlerden biri adamcağıza günlük gelirinin ne kadar olduğunu sormuş. Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş. Yabancı bunun üzerine kör dilencinin önünde duran, sakatlığını belirten tabelayı almış, tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra dilencinin boynuna asmış ve şöyle demiş:

“Tabelaya gelirinizi arttıracak bir şeyler yazdım. Bir hafta sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana.”       

Dediği gibi bir hafta sonra gelmiş. Dilenciye kazancında bir artış olup olmadığını sormuş. Kör dilenci:

“Bayım size nasıl teşekkür etsem azdır. Eskiden en fazla beş dolar veriyorlardı. Şimdi günde on-on beş dolar kadar topluyorum. Olağanüstü bir şey. Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka vermelerini sağladınız ?” der.

“Çok basit” diye yanıtlar adam, tabelanızda ‘Doğuştan Kör’ yazıyordu, onun yerine “Bahar geliyor ama ben göremeyeceğim diye yazdım.”(*)

“Doğuştan kör“ yazısı açık ve kesin ama sadece bir bildirim. Tıpkı bizim pek çok öneri ve sloganımızda olduğu gibi. Örneğin, çevre hareketlerinden seçtiğim şunlar gibi :

Kirlettiğimiz havayı gene biz ciğerlerimize dolduracağız.

Ormanlar bir ülkenin akciğerleridir.

Biz doğayı korudukça doğada bizi korur.

Yarının doğası bugünden yaratılır.

Doğa; miras değil gelecek nesillere devredilecek emanettir.

Küresel ısınma dünyanın sorunudur!

 Bu tür sloganlar ne için olursa olsun yok denecek kadar az etkisi olan sadece belli bir bilgi ileten cümlelerden ibaret. Bir de bunların “Hayır!” versiyonu var ki o, başlı başına ayrı bir dert.

Farkındaysanız bu söylemlerin ifade ettiği hiçbir talep yok. Kavramların gerçek anlamı dışında bir cümle olarak yeni ve farklı bir anlamda taşımıyorlar. Dolayısı ile insanların bundan bir sonuç çıkarıp belli bir davranış göstermeleri de daha zor. Bu, nispeten onların aldıkları mesaj üzerinde bilinçli çaba göstermelerini gerektiren bir iş. Bunun için, “doğuştan kör” bildirimi, onlara özel bir neden vermiyor. Oysa, “bahar geliyor ama ben göremeyeceğim“ ifadesi, doğrudan insanları bilinçdışı düşünmeye sevk ediyor. Kör olmanın  içerdiği gerçek anlamı, sosyal ve duygusal yeni bir çerçeveye oturtarak empati ile pek çok yan anlam ve duyguyu harekete geçiriyor. Bu şekilde sosyal dürtüleri tetikleyip onları belli bir davranışa itiyor. Bu kadar az şeyle, bu kadar etki yapmak sözün büyüsü değil mi?

 O halde şimdi soralım. Tüm sloganlarımız, anlatımımız böyle mi olsun, yoksa “doğuştan kör” gibi mi, hangisini tercih edersiniz? İklim değişikliği için mesajımızı insanlara daha etkili ulaştıracak bu dil dikkate alınmaya ve öğrenmeye değmez mi? Yoksa görmezden gelinmeye devam mı edilecek? Bana sorarsanız bu yapılabilir, yapılmalı. Şimdiye kadar kitleleri istedikleri gibi etkileyen egemenlerin illüzyonlarını bozabiliriz, kendi yarattıklarımız ile değiştirebiliriz. Kimbilir, böylece Arşimet’in kaldıracını ele geçirip, o gözümüzde çok büyüttüğümüz problemleri yerinden kaldırabileceğimizi de belki fark edebiliriz.

 (*) www.ozdemirince.com

 

 

Berkay Erkan

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.