Hafta SonuManşet

Bir doğa dostunun ardından: Joel Kovel – İbrahim Özdemir

0
Joel Kovel (1936 - 2018)

Prof. Joel Kovel vefat etti. Zihinlerimizde çok güzel izler bırakarak gitti. Kovel, sosyalist bir çevreciydi. Ben ise inançlı bir çevreci olmaya çalışıyorum. Ortak yönlerimizden bazısı: Aynı gemide olduğumuzun farkındaydık. Geminin su aldığını, bunun da bizler için olmasa bile yakın bir gelecekte çocuklarımız ve torunlarımız için oluşturduğu tehlikenin farkındaydık.

Joel Kovel (1936 – 2018)

Çocuklarımız ve torunlarımız için; insanlık için bir şeyler yapmamız gerektiğini biliyorduk. Ne ki, o benden daha çok çalıştı, daha çok eser ve iz bıraktı. Allah ömür verirse biz de kalan ömrümüzde aynı yolda çalışmaya devam edeceğiz.

Kovel, çevre sorunlarının ciddiyeti ile 1988 yılında yaşadığı bir tecrübe ile tanışmıştı. Her sene çok keyifli geçen yaz mevsimi, 1988 yılında birden değişmişti. “Haziran ortalarından Ağustos ortalarına kadar korkunç̧ bir kuraklık kasıp kavurdu” diye yazıyor. Bahçesindeki ve etrafındaki “bitkiler kavrulmaya, kuyular kurumaya devam ederken” okudukları ve bildikleri üzerine eleştirel olarak düşünmeye başlamış.

Kuraklığın sebepleri üzerinde derinlemesine düşünmüş. İlk keşfettiği sera etkisini anlamak olmuş. “Sanayi tesislerinden havaya karışan gazların yoğunluğu arttıkça, güneşin atmosfer içinde hapsolan radyoaktif ışınlarının oranının da arttığı, bunun da dünyadaki iklim dengesini her geçen gün daha fazla bozduğunu” öğrenmiş.

Önceleri o da başkaları gibi önemsememiş. Ancak etrafında tanık olduğu kuraklığın etkileri onu ikna etmiş. “Tehlikenin kapıda olduğunu” anlamaya başlamış. Bu kuraklığın “havanın bir azizliği” olmadığını, aksine “yanlış yolda olan” Batı uygarlığının ve kalkınma modelinin tehlike çanları olduğunu düşünmeye başlamış. “Kuraklıktan kavrulan bitkiler gözüme artık son derece korkunç bir şeylerin habercisi, bir eylem çağrısı gibi görünmeye başladı”.

Bunun üzerine Doğanın Düşmanı kitabını yazmak için ilk adımı atmış. “Birçoklarının yaptığı gibi kuraklığı havanın bir cilvesi kabul edip önemsemeyebilirdim” diyen Kovel, ilk kez ciddi ve derinlikli olarak “muktedirlerin” çevre başta olmak üzere diğer toplumsal sorunlarla ilişkisi üzerinde düşünmeye başlamış.

Yöntemi bugün de bize ışık tutacak nitelikte: “Muktedirlerle ilişkili her şey karşısında en kötü olasılığı düşünmeyi adet edinmek”. Muktedirlerin ve onların güdümünde yayın yapan medyanın her dediğine inanmamak, farklı bakış açıları için sorgulayıcı olmak. Koyun gibi söylenen her şeye inanmak ve uyumlu olmak yerine düşünmenin zahmetine katılarak, alternatifleri sorgulamak.

İlk ulaştığı sonuç, kendi ülkesi ABD em­peryalizminin bundaki payını görmek olmuş. İktidardakilere ve söylemlerine kuşkuyla yaklaşmaya Vietnam olayıyla başlamış. ABD’nin Orta Amerika politikasına yakından bakınca bu tutumu iyice pekişmiş. “Kuraklık ortalığı kasıp kavurmaya başladığı sıralarda, Nikaragua’daki devrimi Sam Amca’ya karşı savunmak için verilen müthiş mücadele kötü biçimde sonuçlanmak üzereydi. Sam Amca’nın, halkın yanında değil de, askeri diktatörlük zihniyetinin yanında yer alması sonucunda da Nikaragua’da devrimciler yenildi. Bu yenilgi “çok acı oldu öfkemi bir kat daha artırdı” diyor Kovel. Ancak tüm bunlardan “önemli dersler çıkarmış”. En başta da, “sistemin demokrasi ve insan haklarına saygı iddialarının cilası kazındığında ne kadar amansız olabileceğini” görmüş. Aslında onun gördüklerini, daha sonraki yıllarda hepimiz tekrar tekrar gördük ve görmeye devam ediyoruz.

Demokrasi havariliği ile başka ülkeleri işgal eden ABD, dünyanın en amansız diktatörlerini desteklemeye devam ediyor. Etrafımıza dikkatle bakmamız yeterli.

Kovel’e göre “İklim değişikliği aslında emperyalizmin başka bir türüydü”. İklim değişikliği, sermayenin amansız büyümesinin neden olduğu yegâne tehlikeli ekolojik etki de değildi üstelik. İşte akla gelen diğerleri: Biyosferin, organoklorinlerle ve zararlı olduğu kadar analizi de zor olan başka zehirli maddelerle doldurulması, Yeşil Devrim yüzünden toprakların ziyan edilmesi, canlı türlerin hızla yok olması, Amazonlar’daki orman arazilerinin parsellenme­si, dünyanın birçok yerindeki kuraklıklar ve bunların sebep olduğu toplumsal sorunlar: İç kargaşa, savaş, göç ve bunların sonucunda yaşanan farklı farkı trajediler. Bu da, hem Kovel hem de bizler için ekolojik krizin insani boyutunu görmeyi sağladı. Böylece “büyük ekolojik krizin”, aslında “ekolojisi hastalıklı bir toplumun ürünü olduğunu” görmüş olduk. “Dar bir ekonomik determinizmin dışına çıktığımızda, sermayenin maddi bir düzenleme olmanın yanı sıra, daha derinlerde, insanın ruhuna kanser gibi yerleşmiş patolojik bir varlık tarzı olduğunu da gören” ilklerden biri. Muktedirlerin tanrılaştırdığı ve “her derde deva” olarak başka ülkelere zorla ve hile ile, bazen de yerli politikacıların açgözlü hırslarının yardımı ile ihraç ettiği ekonomik modelin tüm sorunların anası olduğunu keşfetmiş.

Peki, Ne Yapmalı?

Birinci sorun, kitleleri bu konuda ikna etmek. “Kapitalizmin zafer kazandığı, sağduyu sahibi insanların bile piyasa mekanizmalarında yapılacak ufak tefek düzeltmelerle ekolojik zorlukların üstesinden gelebileceğimizi düşünmeye sevk edildikleri böyle bir zamanda aksi düşünülmediği” ve düşünülemediği bir ortamda işimiz hiç de kolay değil.

Kapitalizmin ezeli ve amansız düşmanı olan sosyalizm bir çözüm sunabilir mi? Kovel, bu konuya da eleştirel ve sorgulayıcı bir zihinle yaklaşıyor. Öncelikle, “Sosyalizm, sermayenin doğanın düşmanı olduğu fikrini tereddütsüz kabul etse de, kendisinin doğanın dostu olduğundan pek o kadar emin değil”. “Çoğu sosya­listin, daha temiz bir çevreden yana tavır koymasına rağmen işin ekolojik boyutunu pek ciddiye almadığını” da özellikle belirtir. Bu tespitinin birçok Müslüman çevreci için de geçerli olduğunu not etmem gerekir.

Kovel göre, “Sosya­listler, çevre kirliliğini işçi devletinin gidermesi gibi bir stratejiden yanalar, ama ekolojik bir bakış açısının insani ihtiyaçların karak­terinde, sanayinin kaderinde ve doğanın içsel (intrinsic) değeri sorununda gerçekleştirilmesini gerekli gördüğü radikal değişimleri benimsemeye pek gönüllü değiller”.

Burada işaret edilen devlet fetişizmi ve kalkınmacı zihniyetin birçok Müslüman siyasetçide ve onlara biat kültürü ile bağlananlarda izdüşümünü görmek mümkün. Bir sosyalistin doğanın içsel değerini yeterince veya Arne Næss’in ifadesi ile “derinlemesine” kavraması mazur görülebilir.

Ancak tüm kâinatın Allah tarafından belli bir süreçle yaratıldığına ve bu yaratmanın hâlâ devam ettiğine; dahası tüm kâinatın bir kitap gibi Allah’ın kudretini, ilmini, iradesini, celal ve cemalini gösteren bir kitap ve ayna gibi olduğuna inanan kesimlerin tabiatın içsel boyutunu görmezden gelmeleri ve ihmal etmeleri bağışlanamaz.

Kutsal kitaba abdestsiz dokunanlara tepki gösteren bir müminin, Allah’ın yarattığı ve biz insanlara emanet ettiği tabiatı tahrip ve talan eden kapitalist zihniyeti görmemesi ve ona tepki göstermemesi bağışlanamaz. Hele ki bunu yapan zihniyet “dini maskeler” takıyorsa ve buna sessiz kalınıyorsa!

İşte tam da burada Kovel, değişimin ancak ve ancak “egemen konsensüse” karşı olanların güçlerini birleştirmede görüyor. Aslında Papa Francis de 2015’te yayınladığı İklim Değişikliği Genelgesi’nde her din ve her kesimden insanı çevre konusunda işbirliği yapmaya davet etmiş; bir kez daha “aynı gemide” olduğumuz metaforunu hatırlatmıştı.

Kovel, Doğanın Düşmanı kitabını dünyada uyanan bu ruhu simgeleyenler için yazmış: Doğayı ve çevreyi tahrip eden ortak bir düşmanımız var. Bu düşman güçlü ve sürekli kılık değiştiriyor. Bunun karşısında olanlar “farklıklarını inkar etmeden işbirliği yapmanın yolunu ve yordamını” bulmak zorundalar. Kitap bizi “verili gerçeklerin ötesine geçmek için” cesur olmaya çağırıyor.

Dahası 1968 kuşağının unutulmaz mottosunu hatırlatarak “Gerçekçi ol, imkânsızı iste” diyor. “O halde, haydi ayağa kalkalım ve imkânsızı isteyelim”. Tüm bunları da insani ve ahlaki sebeplerle yapıyor: Çocuklarımıza ve torunlarımıza karşı olan ahlaki sorumluluğumuz sebebiyle.

Ben de genelde çevre ve özelde İslam İklim Değişikliği çalışmalarımı yaparken tüm gelecek nesilleri temsilen çocuklarımı ve torunlarımı düşündüm.

Sınırsız ve sorumlu bir endişe.

Onlara içerisinde barış, huzur ve sağlıkla yaşayabilecekleri daha güzel bir dünya bırakmak için çaba harcamak.

Kovel bu uğurda onurlu bir mücadele vererek yolculuğunu noktaladı. Onun bıraktığı yerden yolculuğa devam etmek; bu yolda yürüyenlerle birlikte yürümek çocuklarımıza, torunlarımıza, insanlığa ve tüm varlığa karşı ahlaki bir sorumluktur.

Toprağı bol olsun…

 

İbrahim Özdemir

Abo Akademi Üniversitesi, Turku-Finlandiya

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.