Hafta SonuManşet

Benim duygularım, benim kararım – Gökçe Aydoğan

0

Hatırlar mısınız? Birkaç sene önce, bir kahkaha atan kadın tartışması patlak vermişti. Yaklaşık bir hafta falan gündemde kalmıştı. Kadınlar da erkekler de iffetlerine uygun bir şekilde davranmalı, özellikle kadınlar toplum içinde kahkaha atmamalı denmişti. Bir de şu aralar sosyal medyada sık sık hamile kadın imajı ve bu imaja yönelik yakıştırmalarla karşılaşıyorum. Hamileyken poz veren kadınlar toplumun algısına hitap etmiyorsa linç girişimine maruz kalıyor. ‘Göbeğini belli eden kıyafet giymiş, hiç utanmıyor!’ ‘Bir anne adayına hiç yakışıyor mu? Utanmıyor da!’’ Daha pek çok örnek…

Evet. Bu kahkaha atan kadın vakası birkaç sene önce olmuştu. Hatırlanmıyor olabilir. O zaman tekrar su yüzüne çıksın. Tabi buradaki önemli nokta işin kahkaha kısmı değil. Önemli olan bu ve bunun gibi insani davranışlara toplum tarafından atfedilen ‘utanılması gereken davranış’ kalıpları.

Geçenlerde sosyal medyanın linç girişimine maruz kalmış olan bir fotoğrafa denk geldim. Fotoğrafta hamile, spor yapan bir kadın vardı. Ve fotoğrafın kapladığı alanın iki katı kadar ‘utan’ kelimesi. Kadının hamileliğinden, yüzündeki gülümsemesinden, kıyafetlerinden, fotoğraf makinasından utanması gerektiğine dair pek çok yorum.  O zaman tekrar gün yüzüne çıkaralım. Geçen zamandan bu güne bir şey değişmiş mi?

TDK’nın tanımından girelim konuya.

Onursuz sayılabilecek ya da gülünç olacak bir duruma düşme nedeniyle bundan üzüntü duymak, utanç duyumsamak. Bu tanım, utanmak kelimesinin TDK’daki karşılığı. Tanımdan da anlaşıldığı üzere bir çeşit duygusal boyut. Yani aşık olmak, nefret etmek, hoşlanmak, vicdan azabı çekmek, heyecanlanmak gibi; utanmak. Bu aralar bu kelimeyle aram pek iyi değil. Aslında kelimeyle değil. Kelimenin ne suçu var? Bir duyguyu ifade ediyor neticede. Kelimenin toplum tarafından maskara edilişiyle benim sorunum. Dile pelesenk olmuş bu duydu ifadesinin tekele alınıp, yönetilmesiyle. Kelimenin maskara edilmesinden kastım ise, her ne kadar metaforik anlam içerse de aslında gerçek bir durumu ifade ediyor olması. Yani evet, kelime gerçekten maskara edilmiş durumda. İnsanları iç dünyalarının yansımalarından biri olan bu duygu, yine insanların tekeline alınmış durumda. Artık herkes birbirinin utanma duygusunu kontrol edebiliyor.

Şundan utanmıyor musun, bundan utanmıyor musun? Ondan utan, bundan utan! Komşudan da mı utanmadın? Hele üst kattakinden hiç mi utanmadın? Sağdaki dükkandakilerden utanmadıysan bari soldaki dükkandakilerden utansaydın! Elalemden utan, görenlerden utan, topraktan utan, sudan utan, havadan utan, kapıdan utan, bacadan utan…! Duygulara kumanda etmek adeta. Kimin, neyden, nerede, ne zaman, nasıl utanması gerektiğine biz karar verir olduk.

Oysaki insanları şuna aşık ol, bundan nefret et bakayım diye yönlendiremiyoruz değil mi?  Ama utanma duygusuna gelince işler değişiyor. Buna eş dost, konu komşu karar veriyor. Peki nasıl çalışıyor bu yönlendirme mekanizması? Kelimenin kullanım sıklığı gün geçtikçe artan toplumsal cinsiyetçilik söylemlerinde, gelenekçi-görenekçi söylemlerde, gündelik dilde kısaca hayatın her alanında, toplumun insanların hayatına yönelik belirlediği sınırlar dahilinde çıkıyor karşımıza.  Hamile bir kadının göbeğinin belli olduğu bir pozunda, seçtiği kıyafetten utanması bekleniyor. Eve, toplum tarafından belirlenen saatler dışında giren kadınların konu komşudan utanması gerekiyor. Kalabalık mekanlarda sesli konuşup, gülen kadınlar etraftaki insanlardan utanmalı. Yoksa maazallah üst kat komşuya, yoldan geçen bir öğretmene, bankacıya, öğrenciye, mühendise, şoföre, doktora, kasiyere, büfeciye, çiçekçiye rezil olur, utanç verici duruma düşer.

Burada bir sorunsal daha çıkıyor karşımıza. Utanılacak ya da utanılması gereken –beklenen- durum. Toplum tarafından çizilen çizginin ve yine toplum tarafından belirlenen sınırların dışına çıktığımız an utanç verici bir duruma düşmüş oluyoruz. Toplumun ahlak algısına hitap etmeyen bir resmin içinde bulunuyorsak utanma duygularımız yönlendirilmeye çalışılıyor. Utanç verici olan durumu anlayıp, pişmanlık duymamız, yüzümüzün kızarması bekleniyor. Bunlar gerçekleşmezse ‘arsız, ar damarı çatlamış’ yaftası yemememiz işten bile değil.

Zaten iç mekanizmaya etki edemeyen baskılarla karşımızdakileri yönlendirmeye çalışmak insanlar arasına nifak tohumları ekmekten farksız geliyor bana. Sonuçta duygular yönetilemiyor. Yönetmeye çalıştıkça da ortaya çıkan şey tam bir kaos. Toplumsal ikilemlerden doğan bunalım kapıya dayanıyor.

Bırakalım da hamile bir kadın kadraja istediği gibi gülsün. Kadınlar, genç bireyler kalıplaştırılmış saatler dışında ‘Kim, ne der?’ baskısına maruz kalmadan, gidecekleri yere rahatlıkla gitsinler. İnsanlar gülmek istediklerinde gülsün, kahkaha atmak istediklerinde atsın, konuşmak istediklerinde konuşsunlar.

İllaki kabartmak istiyorsak utanma duygularını çocuk tacizcilerinin, tecavüzcülerin, kadın katillerinin ve onların yolunda ilerleyenlerinkileri kabartalım.  Bunlara sessiz kalıp, komşusunun eve giriş saati yüzünden utanması gerektiğini düşünen komşunun, kendisinin utanmasını sağlamaya çalışalım. Okullarda, sokaklarda kurum ve kuruluşlarda ahlak bekçiliğine soyunup, insanlar arasında soğuk savaş başlatanların utanmasını sağlayalım. Kahkahalarından dolayı genç bireyleri, kadınları değil; okul önlerinde uyuşturucu satıp onları zehirleyen ve buna karşı önlem almayanları utandıralım. Göbeğinin resminden, kılık kıyafetinin durumundan dolayı hamile bir kadını değil; kadınların bebeklerini çöpe atmalarına neden olan, bir kadını bebeği doğar doğmaz kapının önüne koyma noktasına getiren ataerkil sistemin bekçilerini kınayalım. Okumak için evden kaçan, çoğu zaman zor duruma düşen genç kadınları değil; onların haklarını gasp edip, kendilerine köle yapmak isteyen kokuşmuş aile yapısını yuhlayalım.

Bırakalım caddelerde, balkonlarda, parklarda kadınlar, erkekler, çocuklar, gençler, yaşlılar kahkahalar atsın. Belki o kahkahalar bir gün hepimize bulaşır ve utanç mekanizması da asıl işlemesi gereken yere doğru işlemeye başlar.

 

 

Gökçe Aydoğan

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.