Kültür-Sanat

Kapsül: Doğa Bilimleri Merkezi’nde bir sergi

0
"Kapsül", Yerleştirme görseli, 2018, Istanbul. Fotoğraf: Bahar Yürükoğlu. İstanbul Özel Saint Joseph Fransız Lisesi'nin izniyle.

İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi’nde yer alan Doğa Bilimleri Merkezi’nin çatısı altında konumlanan Kapsül sergisi, bugün insanoğlunun yarattığı yıkıntılar altından tekrar yeşerecek bir gelecek manzarası tahayyül eden çalışmaları bir araya getiriyor.

Sergi, bir yandan insanoğlunun gezegende iz bırakma derdini sanatsal çalışmalarla sorgularken bir yandan da kentin merkezinde gizli kalmış çok önemli bir koleksiyonu da görünür hale getiriyor. Türkiye’nin en geniş fauna koleksiyonuna sahip Doğa Bilimleri Merkezi’nin içine konumlandırılmış Kapsül sergisinin küratörlüğünü Amira Arzık ve Gizem Karakaş üstlendi.

“Kapsül”, Yerleştirme görseli, 2018, Istanbul. Fotoğraf: Bahar Yürükoğlu. İstanbul Özel Saint Joseph Fransız Lisesi’nin izniyle.

Sena Başöz, Jeanne Briand, Jonathan Bréchignac, Shezad Dawood, Ekin Kano, Lara Ögel, Ayça Telgeren, Pınar Yoldaş ve Bahar Yürükoğlu’nun çalışmalarının yer aldığı serginin fütüristik mekân tasarımı ise Aslin Ersan’ın mimari danışmanlığında Fuat Eşrefoğlu’na ait.

Bugün (11 Mayıs) sona erecek olan serginin ortaya çıkış sürecine dair Amira Arzık, Gizem Karakaş ve Fuat Eşrefoğlu’yla söyleştik.

“Dünyanın yaşını düşün, jeolojik devirleri, okyanusların meydana gelişini ve yok oluşunu. Galaksinin yaşını, evrenin yaşını düşün. Tüm o milyar yıllar. Ve biz, sen ve ben. Bir çırpıda yaşıyor ve ölüyoruz.”
Ross Lockhart, oğlu Jeffrey’e, Zero K, Don DeLillo

Röportaj: Yasemin Ülgen

***

Yasemin Ülgen: Kapsül sergisini alışılagelmiş bir sergi mekânından farklı olarak Doğa Bilimleri Merkezi’nin içinde yapmayı tercih ettiniz. Bu farklı önerinin bir hikâyesi var mı? Ekip olarak sizin bir araya gelişiniz nasıl oldu?

Amira Arzık: Hepimiz kültür ve sanat alanında, farklı kurumlarda farklı pozisyonlarda çalışıyoruz. Uzun zamandır tanışıyoruz, birlikte vakit geçiriyoruz ama ilk defa bir sergi için üçümüz birlikte çalıştık.

Nasıl bir araya geldik? Doğaçlama oldu. 2002 senesinde Saint-Joseph’ten mezun oldum. O dönem Doğa Bilimleri Merkezi (DBM) henüz açılmamıştı ama bu koleksiyondan haberdardım. 2010’da DBM açıldığında da merkezi ziyaret etme fırsatım oldu, koleksiyonun içeriğinden ve okul tarafından bu kadar titizlikle korunuyor olmasından çok etkilendim.

Genel izleyiciye kapalı olması da beni hep çok üzdü. Gizem, geçtiğimiz Eylül ayında Saint-Joseph’te kültür etkinlikleri sorumlusu olunca olaylar hızlı gelişti. Bir akşam birkaç sanatçı arkadaşımız ve Fuat’la birlikteyken DBM’ye bir gezi düzenlemeye karar verdik; sanatçı arkadaşlarımızın bu gizli kalmış, kimsenin pek de bilmediği koleksiyondan etkilenip ilham alabileceklerini düşündük.

Sonrasında Gizem, ““Frankofoni Haftası” kapsamında bir sergi yapmaya ne dersiniz?” deyince işler ciddiye bindi. Hepimizin daha fazla hakim olduğu konular var, bunları da göz önüne alarak iyi bir iş bölümü yaptık. Gizem ve ben sanatçılar ile görüşmeye başladık, Fuat ise serginin tasarımını üstlendi. Hazırlık ve kurulum döneminde de, Merkür son sürat gerilemesine rağmen işlerimiz yolunda gitti. Terslikler olduğunda da bir şekilde aşabildik. Tüm bu süreçte okulun desteği inanılmazdı. Kapsül’ü sahiplendiler ve gerçekleşebilmesi için ellerinden geleni yaptılar, hatta neredeyse ötesini zorladılar.

Yasemin Ülgen: Evet dediğin gibi Saint Joseph Fransız Lisesi gerçekten çok gizli kalmış önemli bir koleksiyonu koruyor. Bu koleksiyon mekânının, çağdaş yapıtlar üreten sanatçılarla paylaşılması ve buna destek verilmesi izleyici olarak bizleri de heyecanlandırdı. Biraz daha Doğa Bilimleri Merkezi ve koleksiyonundan bahsetsek?

Gizem Karakaş: Doğa Bilimleri Merkezi 2010 yılından beri faaliyette ve çoğunlukla eğitsel geziler kapsamında çeşitli okulların farklı yaş gruplarındaki öğrencilerini ağırlıyor. Koleksiyon, bu bölgedeki zenginliği arşivleyip geleceğe aktarmak isteyen Saint-Joseph Fransız Lisesi’ndeki frerlerin bir girişimi. 1880’lerin sonlarında başlayıp 1960’a kadar bu koleksiyonu geliştirmeye devam etmişler.

Koleksiyonda yaklaşık 30.000 hayvan ve 40.000 bitki türü bulunuyor. Doğa Bilimleri Merkezi’nde sergilenenler koleksiyonun sadece küçük bir bölümü. Merkez açılmadan önce, restorasyon ve tasarım için ayrılmış 5 yıl süren yoğun bir dönem var.

Memelilerin, kuşların, balıkların ve sürüngenlerin tahnitlerini, mineral, taş ve bitkilerden oluşan koleksiyonunun restorasyon çalışmalarını ise Paris Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nde çalışmış ve bu alanda uzmanlaşmış Xavier Filoreau yürütmüş. Merkezde şu an sergilenmeyen parçalar da olağanüstü bir titizlikle özel koşullar altında muhafaza ediliyor.

Yasemin Ülgen: Biraz önce bahsettin, “Frankofoni Haftası” bu sergiyi yapmak için güzel bir vesile. Ama anladığım kadarıyla sizi esas heyecanlandıran neredeyse Türkiye’nin bir dönemine ait biyoçeşitliliğini gözler önüne seren DBM’nin koleksiyonu oldu. Pekâlâ, bu merkez ve koleksiyon sizi sergi içeriği ve tasarımı anlamında nasıl etkiledi?

Amira Arzık: Bir araya gelişimizin odağında DBM vardı. Sanatçıları merkezi görmeye davet ettik. İşlerin hepsi bu sergiye özel olarak şekillenmedi ama stüdyo ziyaretleri sırasındaki amacımız sanatçılar ile birlikte, Doğa Bilimleri Müzesi ile beraber söyleyecek ortak bir lafı olan işlerin etrafında gezinmekti.

Ölümlülük – ölümsüzlük, evrilme, askıda duran bedenler, zamanı / bedeni dondurma çabası- ki insanlar da kendilerini bir gün uyanmak ümidiyle dondurtuyorlar, buna yarayan cyro tüpleri vardı aklımızda. Merkezdeki soyu tükenmiş Hazar kaplanı, soyu tükenmese de artık İstanbul’u terk eden tepeli pelikan ve Akdeniz foku, yakın zamanda veya uzak gelecekte soyu tükenecek türler, bizim yapay olarak üreteceğimiz veya insan yapımı rezervlerde koruma altına aldığımız türler, işgal altındaki yabani hayat ve sonrasında da onu romantikleştirme çabamız.

Altını çizmem gereken bir şey daha var, o da sergi mekânı önerisi olarak bir kapsül. Bu fikir, sergi tasarımını üstlenen Fuat Eşrefoğlu’na ait. Serginin prelüdü Doğa Bilimleri Merkezi ise, klasik bilim kurgu filmlerinden ödünç aldığımız, klinik derecede steril – beyaz, ve nedense her dönemin “fütürist” mekânı kapsül de serginin taşıyıcı kolonlarından biri. DBM ne kadar geçmişse Kapsül de o kadar geleceği işaretliyor.

Yasemin Ülgen: Kapsül, kendi içinde bir yandan “fütürist” bir mekân temsiliyken bir yandan da merkezden ayrıksı bir konumda değil. Ziyaretçi bir rota izliyor mu sergiye gelmeden önce?

“Kapsül”, Yerleştirme görseli, 2018, Istanbul. Fotoğraf: Bahar Yürükoğlu. İstanbul Özel Saint Joseph Fransız Lisesi’nin izniyle.

Fuat Eşrefoğlu: Kapsül sergisine gelen ziyaretçilerin bir yürüyüş aksını takip etmelerini arzuluyoruz. Okulun ana kapısından girdikten sonra bahçeyi takip edip öncelikle Doğa Bilimleri Merkezi’ni geziyorlar, merkezi gezdikten sonra çıktıkları koridor onları doğruca Kapsül’e yönlendiriyor. Böylelikle sergi izleği, bir anlatıya dönüşebiliyor.

Yasemin Ülgen: Sergi için sanatçılar yeni işler üretti mi? Ya da var olan çalışmalarından mı bir seçki hazırladınız?

Gizem Karakaş: İşlerin hepsi bu sergiye özel olarak üretilip tamamlanmadı. Sanatçıların son dönem işleri olmalı diye bir kaygımız da olmadı. Örneğin, Sena Başöz’ün “Türkiye’nin Vahşi Memelileri” ve “Doctoring” videoları 2009 ve 2010 tarihli.

“Kapsül”, Yerleştirme görseli, 2018, Istanbul. Fotoğraf: Bahar Yürükoğlu. İstanbul Özel Saint Joseph Fransız Lisesi’nin izniyle.

Ama şanslıyız ki eserlerin çoğunluğu İstanbul’da ilk defa Kapsül içerisinde sergileniyor. Bahar Yürükoğlu’nun Panama’da ürettiği Sadland videosu ve melez bir gelecek manzarası sunduğu kolajları; Pınar Yoldaş’ın ciddi pigment eksiklikleri olan “leucistic” hayvanları topladığı Regnum Alba başlıklı ışıklı panosu, Ekin Kano’nun Viktorya dönemindeki botanik illüstrasyonlarından esinlendiği yağlıboya resimleri bunlardan bazıları. Ayça Telgeren’in cam fanuslar içerisinde muhafaza ettiği cut-out’ları ve onlara eşlik eden uçak kazası hikayesi ise bu sergi için tamamlandı.

Bir de Paris’ten davet ettiğimiz sanatçılar Jonathan Bréchignac’in hareket eden kayaları Sailing Stones V1.0 ve Jeanne Briand’ın tekno-beden tahayyülü G.G.lemon da İstanbul’da ilk defa sergilenen işler arasında.

Yasemin Ülgen: Sanat alanında ekoloji, iklim ve doğa gibi meseleler üzerine her geçen gün daha çok konuşmaya, fikir ve iş üretmeye başladık. Bu bahsettiğimiz iki alanının birlikte hareket etmesi önemli elbette. Bu konuda ne demek istersiniz? Sanatın bu alandaki sorunları tartışmak için zemin yaratma gibi bir rolü olabilir mi?

Amira Arzık: Sanatın tabii ki böyle bir gücü var. İnsan türü kendini, özellikle buharlı gemi ve Sanayi Devrimi’nden beri iyiden iyiye başrolde görüyor. Yaşadığımız gezegen üzerinde yol açtığımız tahribat devam ediyor. Sanat, bazı acil meseleler üzerine düşünüp daha eşitlikçi ilişki ağları önermek ve daha sürdürülebilir bir toplumsal organizasyon inşa etmek için doğru bir araç. Tabii ki bir istismar aracı olarak kullanılmadığı müddetçe.

***

Doğa Bilimleri Merkezi ve “Kapsül”, 21 Mart – 11 Mayıs tarihleri arasında hafta içi her gün 15:00-18:00 arasında ziyaret edilebilir.

 

Röportaj: Yasemin Ülgen

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.