Hafta SonuManşet

[Yaşadım Diyebilmek] Ağlama Ahmet ağlama – Şahin Tekgündüz

0
Faruk Sükan

Her birimizin yaşamında paha biçilmez değerde dangalaklıklar vardır. Yoktur diyene de inanmak zordur. Farkında ya da bilincinde olmaksızın neden olduğumuz bu dangalaklıklar sonucunda öyle durumlara düşeriz ki, yıllar sonra anımsadığımızda hâlâ sırtımızdan aşağıya buz gibi ter damlalarının indiğini hissederiz. Bundan kurtulmak için çoğu zaman kendimizden bile saklarız ama onlar bizi bir türlü bırakmaz, hangi durumda olursak olalım, en küçük çağrışımlarda karşımıza dikilip gözümüzün içine baka baka acımasızca dalga geçerler bizimle. Bir de benim gibi, böyle durumlarla kendisiyle dalga geçmeyi sevenler vardır. Diyelim dostlarla bir sohbet sırasında, yıllar önce sebep olduğum bir dangalaklık dikiliverir karşıma. Kafamdan atmaya çalışırım, ama bir türlü terk etmez beni, sırıtır durur karşımda. İşte o anda bu açmazdan kurtulmak için, içinde bulunduğum durum ne olursa olsun hemen söze girip, hattâ başkasının sözünü kesip, başlarım ballandıra ballandıra anlatmaya. Sonunda da herkesin kahkahayı basmasını beklerim. Çünkü o kahkahalar, aradan uzun yıllar da geçmiş olsa karşımda sırıtıp duran dangalaklığımı deniz dalgaları ya da sabun köpükleri eritip giderirler. İçin için hissettiğim baskı kalkar, derin bir nefes alırım… İşte şimdi de böyle yapmaya çalışacağım ve paha biçilmez değerde bir dangalaklığımı anlatacağım sizlere.

Yıl 1965… Kasım ya da aralık… Yaklaşık on otomobille Ankara’dan yola çıktık, Doğu’ya gidiyoruz. En öndeki resmi otomobilde, daha sonraki İçişleri Bakanlığı döneminde adı Zehir Hafiye’ye çıkan, Adalet Partisi Cumhuriyet Halk Partisi koalisyonunun Sağlık Bakanı Faruk Sükan var. Öteki arabalarda da Sağlık Bakanlığı’nın üst düzey yönetimi ve kimi gazeteciler… Ben de TRT Haber Merkezi’ni temsilen konvoydayım.

Faruk Sükan

Ancak benim gibi eskiler anımsayabilir, o yıllarda da her zaman olduğu gibi, devletin, birkaç yıl içinde çöpe atılacak ve unutulacak pek çok büyük projeleri var. Bunların heyecanı yaşanıyor. Türkiye’nin sağlık sorununun kökünden çözüleceği iddiasıyla kürsülerde bol bol nefes, gazetelerde sayfa sayfa kâğıt ve mürekkep tüketiliyor. Meclis kürsüsü ise, Zaloğlu Rüstem gibi amansız düşmana gürz sallayan, İskender gibi kördüğümü kılıçla yaran kahramanlarla dolu. Büyük Türk milleti diye başlayan nutuklar birbirini izliyor… Bu geleceği âşikâr projelere itibar etmeyenler ise her fırsatta sesleri kesilen meslek örgütleri ve kimi yazarlar…

O yıllarda, aradan on yıllar geçmesine karşın bugün de olduğu gibi Doğu Anadolu’da sağlık kurumu ve hekim sayısı ihtiyacı karşılamaktan uzak. Batı bölgelerinde ise yine bugün de olduğu gibi, özellikle uzman hekimlerin hemen tümü yarım günlerini hastanelerde, yarım günlerini de özel muayenehanelerinde geçiriyor ve paraya para demiyor. Dolayısıyla, devletin ödeyebildiği ücretlerle Doğu Anadolu’ya gönderilecek hekim yok.

İşte Sağlık Bakanı Faruk Sükan, zehir hafiyeliğini daha o günlerden göstermeye başlıyor ve TBMM’nin önüne iki yasa teklifi koyuyor. Bunlardan biri, Batı’daki hekimlerin ücretlerini artırıp muayenehane açmalarını yasaklayarak sağlık kurumlarında tam gün çalışmalarını zorunlu kılmak. Bunun adına “Full Time” deniyor. İkinci yasa teklifi ise, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde köyleri de içine alacak yoğunlukta sağlık ocağı açmak, oralara tatmin edici ücretlerle hekim, ebe-hemşire ve sağlık memuru atayarak sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmak. Bunun adına da “Sosyalizasyon” deniliyor.

İşte biz, Sağlık Bakanı ve ekibiyle birlikte, bir yıl kadar önce başlatılmış bulunan sosyalizasyon uygulamasını yerinde görmeye, incelemelerde bulunmaya gidiyoruz. Ankara’dan sonra ilk durağımız Malatya… Malatya’ya girişimiz akşamı bulduğu için doğruca geceyi geçireceğimiz Şeker Fabrikası lojmanlarına gidiyoruz. Akşam da fabrikanın salonunda büyük bir yemek var.

Yemek gerçekten görkemli. Şeker Fabrikası’nın en az 500 kişilik salonu gösterişli bir şekilde düzenlenmiş. Sanırsınız ki, bugünün etkinlik düzenleyen halkla ilişkiler ve ikram şirketlerinin eli değmiş. Beyaz kolalı örtüler, porselen tabaklar ve pırıl pırıl çatal bıçaklarla donatılmış bütün masalar tıklım tıklım dolu. Bir görevli bizi basın için ayrılmış büyük bir yuvarlak masaya götürüyor. Benim dışımda Ankara’dan geziye katılan Anadolu Ajansı muhabiri ile kimi gazetelerin Ankara muhabirlerinden başka bölge basınından gazeteciler de var. Oturduğumuz yuvarlak masa öylesine büyük ki, bölgenin Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri ve bölge temsilcilerinden birkaçı da aramızda.

Cezmi Kartay

Yemek büyük bir keyifle sürüyor. Bölge sorunları tartışılıyor. Biz Başkent’ten gelen bilmişler olarak ortaya atılan her soruna, önünü ardını düşünmeksizin büyük havalar içinde bilgiççe çözümler üretiyoruz. Bu cesur davranışımızın temelinde, zengin mezelerle götürdüğümüz duble duble rakıların rolü de büyük. İşte tam bu sırada, Malatya’nın başarılı valisi Cezmi Kartay ev sahibi edasıyla masamıza geliyor. Yer vermek istiyoruz, ama oturmuyor. Hepimizle ayrı ayrı tanışıp tokalaştıktan sonra elini benim sandalyemin arkalığına koyarak sohbete başlıyor.

Hoşbeşten sonra konu Sosyalizasyon Projesi’ne geliyor. Herkes bir şeyler söylüyor. Kafalar bulutlu olduğu için görüşler sınırsız. Özellikle AP’liler pek keyifli. Onlardan birisi,

“Sayın valim, her şey çok iyi gidiyor da şu sosyalizasyon adını hiç mi hiç sevmiyoruz. Bunun sonu komünistliğe mi gider diye de işkilliyiz doğrusu”

diyor. Cezmi Kartay AP’liyi zarif bir şekilde yanıtladıktan sonra ‘full time’ mı, ‘sosyalizasyon’ mu başarılı olacak tartışması başlıyor. Herkes farklı görüşlerde. Benim dileğim ise sosyalizasyonun başarılı olması. Serde sosyalistlik var ya, başka türlü düşünülebilir mi? Konuşulanları dikkatle dinleyen Vali Kartay, “Beyler Malatya Valisi olarak ben de sosyalizasyonun başarılı olmasından yanayım, ama şunu unutmayın, ‘full time’ çok büyük bir proje, hem de varlıklı kesimi temsil ediyor. Bu nedenle de sosyalizasyonun önünü kesecektir diye korkuyorum doğrusu. Malum, büyük balık küçük balığı yutar” diyor.

Valinin söyledikleri kanıma dokunuyor. O ana kadar hep sustuğum için konuşma sırasının hattâ hakkının bende olduğunu düşünüp sendeleyerek ayağa kalkıyorum ve başlıyorum nutuk atmaya, daha doğrusu saçmalamaya:

Oktay Rıfat

“Sayın Vali Bey, ben sizin gibi düşünmüyorum efendim. Mutlaka sosyalizasyon galip gelecektir. Çünkü özünde halk var, emek var, sömürüye karşı çıkma var… Hem bakın ben size çok sevdiğim bir şiiri okumak istiyorum” diyorum. Herkesin şaşkın ve endişeli bakışları altında Oktay Rifat’ın Ahmet adlı şiirini teatral bir ifadeyle okumaya başlıyorum:

“Ağlama Ahmet ağlama

Davranma kuşağına ikide bir

Anam avradım olsun

Bu kara günlerin sonu gelir

Büyük balık küçük balığı yutar demişler

Bok yemişler…”

Birden ne bok yediğimi hissediyorum. O anda yüzümün aldığı rengi, sırtımdan aşağı inen buz gibi teri, bulanıklaşan gözlerimle ayırt etmeye çalıştığım insan yüzlerini unutmam ne mümkün. Dangalaklık parayla mı, yetmezmiş gibi, çam devirmeye devam ediyorum ve üst üste,

“Sizi tenzih ederim vali bey, sizi tenzih ederim efendim…” demeye başlıyorum. Masadan kıkırdamalar geliyor kulağıma, Vali Cezmi Kartay sırtımı sıvazlayarak oturtuyor beni yerime. Algılayabildiğim ve kulağımda kaldığı kadarıyla beni teselli eden şeyler de söylüyor,

“Estağfurullah Şahin Bey, haklısınız aslında sosyalizasyon elbette galip gelecek…” diyor.

Gece nasıl bitti bilmiyorum. Ertesi sabah geceyi düşünerek uyanıyorum. Sabahın serininde yeniden ter boşanıyor bütün vücudumdan. Kulağımdaki tek ses ise “Büyük balık küçük balığı yutar demişler Bok yemişler…” sözleri.

Olayın duyulmaması ve TRT’deki işimden olmamam için dua ediyorum. Ama olay ilginç bir şekilde orada kalıyor. Yıllar sonra Ankara’daki bir seminerde Cezmi Kartay’la karşılaşıyorum. Beni tanıması ne mümkün. Ama ben kahve molasında kendimi tutamayıp yanına gidiyorum. Artık TRT’ci de olmadığım için daha rahatım. Kendimi tanıtıp, günah çıkartırcasına olayı anlatıyorum. Müthiş bir kahkaha patlatıyor ve olayı anımsadığını söylüyor. Zarafeti hiç elinden bırakmadığı için,

“Şahin Bey sizin tepkiniz doğruydu… Üstelik tepkinizi de dobra dobra ortaya koydunuz” diyor.

Bu olağanüstü dangalaklığımı hoşgörmeniz için o güzel şiirin son dizelerini de alıyorum buraya. Birleştirip okuyun, eminim siz de çok seveceksniz.

Onu sardalyalar düşünsün

Sen balık değilsin Ahmet

Mek parmak mek parmak daha

Sonu selamet

 

Şahin Tekgündüz

[email protected]

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.