Hafta SonuManşet

Çevresel Hareketler: Dün, bugün, yarın – Ebru Bingöl

0
Love Canal’da risk grubu olan çocuk ve genç protestocular

Çevresel hareketler, modernitenin, kendi köklerini derinleştirmek amacıyla önüne çıkan her olanağı sınırsızca kullanma güdüsü karşısında artan endüstrileşmenin kentlerdeki sağlığı tehdit eder hale geldiği 19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, gündelik yaşam kalıplarından alternatif kültür yaşamına varıncaya kadar toplumun yeniden idealize edilmesine yönelik kuramlar ortaya atmıştır.

Bu duruma tepki olarak doğan çevresel hareketler, kendi katliamına sesini çıkaramayan doğanın sesi olmuştur. Modernitenin mekanik felsefesine karşıt olarak kendi bütüncül felsefesini üretmiştir. Ancak pek tabi ki içinde birçok çeşitliliği barındıran çevresel hareketleri bir tek bu çerçeveye sokmak yeterli olmayacaktır. Çevresel hareketler içine doğdukları yerel ve global dünyanın durumuna bağlı olarak bazen sadece korumacı anlayışları içermiş, bazen radikal düşünceleri barındırmış, bazen de parlamento içinde daha politik bir yapıya bürünmüştür.

Bu doğrultuda ülkeden ülkeye, kültürden kültüre değişiklik gösteren çevresel hareketlerin, değişim süreci ve bunun sebepleri bu yazının anlamaya çalıştığı temel sorudur. Soruya yanıt bulma amacıyla çevresel hareketlerin doğuşu ve zaman içinde değişimleri, geniş yankı bulmuş çevresel hareketler ve bunların genel yapıları ve hareketin içerdiği ideolojiler ve ideoloji farklılıkları incelenmiştir.

Bu sebeple Castells’in ‘Çevresel Hareketler’ üzerine yazısı[1] çıkış noktası olarak ele alınmıştır. Castells’in de çalışmasında gözlendiği üzere, tarihsel süreç içinde toplumun değişmesiyle beraber değişen ideolojiler üzerinde durulacaktır. Çünkü şehir kuramcısı Prof.Dr. İlhan Tekeli’nin de vurguladığı gibi ‘kişilerin eylemlerinin bir nedene dayandığını kabul etmeden bir toplum bilim kurulamaz’[2].

Tarihsel Süreç

Castells’in toplumsal hareketleri sınıflandırdığı çalışmasında proactive toplumsal hareket olarak adlandırdığı çevresel hareketler, doğanın korunması, çevrenin kalitesinin arttırılması ve ekolojik yaklaşım konuları kapsamında 19.yüzyılda ortaya çıkan fikirler olup uzın süre gelişmiş ülkelerdeki aydın elit kesim tarafından savunulmuştur. Her ne kadar Kropotkin gibi anarşizm ve ekoloji konularını ele alan ütopyacı politik ekolojistler var olsa da yaklaşık bir yüzyıla yakın bir süre çevreci yaklaşım zengin tabakanın yönlendirdiği, korumacı yasalar çıkarılmasını talep eden ve çevre için varlıklı bireylerin para bağışlamasını destekleyen entellektüel bir trend olarak kaldı. Bu çizgiden kopuş 1930’larda Amerika’daki ekonomik ve sosyal refah söylemleriyle beraber artan karşıt topluluklarla başladı. 1960’larda ise Amerika, Almanya, Batı Avrupa’dan başlayarak tüm dünyaya yayılan kütlesel hareketler haline geldi, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutta yeni bir kültür öngörüyordu.

1960’larda Grup Ten’in çıkış noktası doğanın korunması anlayışıdır. Sierra Club, Audubon Society ve Wilderness Society adlı üç doğa koruma örgütü daha sonra yedi farklı korumacı toplulukla daha birleşmiş ve Grup Ten’i oluşturmuştur. Aralarındaki yaklaşım farklılıklarına rağmen yeni gruplarında kurumsal sisteme karşı pragmatik koruma doğrultusunda birleştiler. Amaçlarının şimdiki ekonomik ve yapısal sistemde vahşi hayatın korunması olduğunu söylüyorlardı; doğayı önemsemeyen bürokrasiyi ve kontrolsüz gelişmeyi karşılarına almışlardı.

Kendilerini doğa aşıkları olarak adlandıran 600.000 kişi, fikirlerini sosyal farklılık gözetmeden herkese yaymaya çalıştılar. Yaygın desteklerini ve popülerliklerini varlıklı elitlerden, bağış kurumlarından ve derneklerden aldılar. Zaman zaman politikada koalisyon olarak yer alsalar dahi, çevreci amaçlarından sapmamaya, radikal ideolojilere karışmamaya dikkat ettiler. Radikalleşmeyen, insanların, kendi yerlerini istenmeyen faaliyetlere karşı korumaları çevresel eylemin en hızlı büyüyen çeşidini oluşturdu. Bu duruma bir örnek teşkil eden ‘Not in my Back Yard’ hareketi de 1978’de Amerika’da Niagara Şelaleri’nde-Love Canal endüstriyel toksik atık hareketiyle ortaya çıktı. Lois Gibbs’in 1981’de oğlunun sağlığını korumak amaçlı kurduğu yerel grup daha sonra 1988’de genişledi; hedefleri arasına altyapı sağlanması, kontrolsüz gelişme ve zararlı faaliyetlerin yer seçimi gibi konuları da dahil etti. Hareket yerel olsa dahi eylemlerini işyerlerine ve bürokrasiye karşı yaparak yerelde hapsolup kalmıyordu. Bu doğrultuda, çevre kirliliğinin toplumun yoksul kesimini daha çok etkilemesi, istenmeyen aktivitelerin altgelir kesiminin ve azınlıkların aleyhine yer seçmesi, alan kullanımına karar vermede demokratikliğin ve şeffaflığın yoksunluğuna karşı savaşıyorlardı. Bu yüzden yerel demokrasi istiyorlar, kent planlamasında, kentsel ve endüstriyel gelişmede söz sahibi olmak istiyorlardı. Devletten talepleri, şirketlerden önce toplumun yararına çalışması, gücünü toplumsal refah için kullanması gerekliliğiydi.

Love Canal’da risk grubu olan çocuk ve genç protestocular

Çevresel hareketlerin küresel bir tepkiye dönüşmesinin sebebi 1970’lerde ortaya çıkmaya başlayan yeni sosyal yapı ve ağ toplumunun ortaya çıkardığı kuramlardır. 1970 sonrası özellikle Kuzey Amerika’da ortaya çıkan ve bilgisayar modellemelerine dayanan bilim anlayışına karşı kendi bilimsel yaklaşımını oluşturmaya başlar. Bramwell’e göre çevresel hareketler ‘bilimin bilime karşı bir başkaldırısıdır’. Bu noktada hareket, bilim ve teknoloji büyük bir ikilemi içermektedir. Gelişmiş teknoloji ve bilime olan güvensizlik bir takım ideolojilerde yankı bulurken bir yandan da insan ürünleri ve çevrenin ilişkisini incelemek için veri toplama, analiz etme, yorumlama ve elde edilen sonuçları yayma misyonunu içermektedir. Endüstri, bürokrasi, kapitalizm ve teknokrasi tarafından saklanan gerçeklerin öğrenilmesi için bilime ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yüzden birçok hareket bünyesinde bilim adamı barındırımaya başlar ya da bilim adamları ve akademisyenlerle iletişim halindedir. Asıl amaç bilginin yadsınması değil üstün bilgiye ulaşmaktır. Burada adı geçen üstün bilgiden kasıt parçacı ve dar zamanlı yaklaşımdansa bütüncül yaklaşımı ve uzun dönemli zamanı içeren bilgidir.

Çevresel hareketler 60-70 hareketlerindeki alternatif kültürlerle de beslenerek birtakım değişimler gösterdi. Castells’e göre alternatif kültürün çevreciliği radikal çevreciler kadar marjinaldi. Hayvan hakları ve ekofeminizm gibi konuları da kapsıyor ve ‘deep ecology’ /derin ekoloji kavramı genel söylevlerini oluşturuyordu. Bu kavram, insan ve insan dışı yaşamın ayrı ayrı değerleri olduğunu ve insanın kendi istekleri doğrultusunda bu insan dışı yaşamı kullanamayacağı düşüncesine dayanır. Yaşam formlarındaki çeşitliliğin bu dağerlerin sağlanmasına ve korunmasına bağlı olduğunu ve insanın hayati ihtiyaçlarını karşılamak dışında bu çeşitliliği yoketmeye hakkı olmadığını savunur. Bu amaçlar doğrultusunda yasaların dolayısıyla ekonomik, teknolojik ve ideolojik yapının ve de devletin değişmesini öngörmektedir. Abbey’in ‘Monkey Wrench Gang’adlı romanında yazılanlar birçok radikal ekolojiste örnek olan eko-gerillalar hakkındaydı. 1970’lerde başlayan New Mexico ve Arizona’da radikal ekolojistler tarafından kurulan ‘Earth First’ hareketi yöntem olarak sivil itaatsizliğe dayanır.

Dünya çapındaki en geniş çaplı protesto Earth Day’de (22 Nisan 1970) 20 milyon insan aynı günü kutladı

Derin ekoloji kavramınından türeyen bir başka hareket olan ekofeminizm ise kadın hareketlerini de içermesiyle farklılık içermekteydi. Endüstrileşmenin ve ataerkil topluma karşı doğaya dönüş ve özgürleşmeyi temel alıyordu. Kadınların, doğayı katleden aynı ataerkil şiddetin kurbanı olduklarını söylüyor, doğa gibi pasifize edilmiş olan kadınları kurtarmak için baskının kaynağını arıyor ve değiştirmeye çalışıyorlardı. Bu yüzden harekete göre, doğanın haklarının korunmasının kadın haklarından ayrılması mümkün değildi. Genel olarak bakıldığında kısaca 1970’lerde eko-gerillalardan derin ekolojistlere, ekofeministlerden kültürel devrimi çevresel eylemle birleştiren radikal ekolojistlere kadar bütün bu hareketler kendi ütopyalarını kurmaya çalışıyorlardı.

1980 sontası Küreselleşmenin sonucunda meydana gelen yapısal dönüşümle beraber değişen mekan ve zaman çevresel hareketin de içinde yer buldu. Mekanın kontrolü ve yerellik çevresel hareketin üzerinde durduğu önemli konulardandır. Küreselleşme ve ağ toplumu ile beraber, space of flows/akışların mekanı, iletişim ve bilgi sistemleriyle belli bir mesafeden organizasyonunu içeren mekan ortaya çıkar. Ancak space of place / yerin mekanı sosyal etkileşimi ve kurumsal organizasyonu barındıran mekan, hala yaşamın içinde mevcuttur. Bu yüzden ekolojistler birçok insan aktivitesinin ve deneyiminin hala lokal olduğunu vurgulamakta ve insanların, yaşam mekanları üzerindeki kontrollerinin yeni güçler sistemine bir karşı duruş olarak nitelendirmektedirler. Yerel çevrecilik de teknik rasyonaliteye, teknokrasiye ve kontrol edilemeyen iş yaşamı döngüsüne meydan okumaktadır.

1990’ların ağ toplumuyla birlite evrilen çevresel hareketler arasında, komünikasyon stratejisiyle medya odaklı ve eylem odaklı hareket olma fikri, dünyanın en fazla yankı ve destek bulan çevresel organizasyonu Greenpeace ile vücuda gelmiştir. Çevresel hareketler arasında küresel çevre konularını, ve şiddet içermeyen eylemleriyle vurgulayan haline gelmiştir. İlk olarak 1971’de  ABD’nin Alaska’nın doğusunda yaptığı nükleer denemelere karşı Kanada’dan denize açılan bir avuç insanın çabasıyla doğan Greenpeace, 1994’de bir network organizasyonuna dönüştü ve dünya çapında 6 milyon üye, 100 milyon dolar bütçeye ulaştı. Yerel ve evrensel arasındaki potansiyelleri ilk keşfeden hareket, yerelde spesifik kampanyalar hazırlayan, kürelselde ilgi uyandıracak eylemleri olan, böylece dünya kamuouynun dikkatini çeken, hükümetleri, şirketleri ve uluslarası kuruluşları çevre duyarlılığına zorlayan bir hareket oluverdi.  Çevresel etkilerin global olması sebebiyle global çözümler öngörüyor ancak aynı zamanda 30 ülkedeki ofisleriyle ulusal ve yerel kampanyalar yürütüyordu. Kuzey Amerika, Latin Amerika, Avrupa ve Pasifik’teki bölge konseyleri ise kontrolü sağlıyordu. Hareket aynı zamanda konularına göre bölünerek daha etkili bir hale geliyordu. 1990’lardaki ana konuları: toksik maddeler, enerji ve atmosfer, nükleer konular, kara ve deniz ekolojisi gibi başlıkları içermektedir.

Greenpeace kurucuları, Jim Bohlen, Paul Cote ve Irwing Stowe

Tüm bu hareketlerin yanında bir de politikayla yakından ilgili olan çevresel hareketlere örnek vermek gerekir, ki buna en belirgin örnek olarak ilk etapta bir çevresel hareket olarak görülmese de çevreci stratejilerle politikaya giren Alman Yeşiller Partisi verilebilir.

13 Ocak 1980’de kurulan parti, tabandan gelen demokrasi (grassroot democracy) hareketinin temellerine dayanmaktadır. Çok sert çevreci söylemleri olmasa da 1970’lerdeki barış yanlısı ve nükleer karşıtı örgütlenmelerin kuruluşunda itici güç olmuştur. Özgürlükçü ve taban demokrasisi tarzı söylemleri gençler, öğrenciler, öğretmenler, endüstriyel üretimde çalışmayan çalışan kesim, hükümet için çalışanlar ve hükümetçe yardım gören işsizler tarafından destek bularak, 1983’de parlementoya girmeklerine sebep oldu.

Gündem konularını ekoloji, barış, özgürlüklerin korunması, göçmen ve azınlık haklarının korunması, feminizm ve demokrasi oluşturuyordu. Anarşist gelenekten ilham alan yeşiller, kendilerini parti karşıtı alternatif güç olarak adlandırıyorlardı. 1990’larda ezici çoğunlukla parlementoya yeniden girdiklerinde değişikliklere uğramışlardı. Castells’in yorumuna göre totaliter ve reformist eğilimlerden uzak durmanın zorluğu partiyi bir başka onaylamaya; sosyal değişime zorlamıştır. Artık çevreci söylevleri içeren tek parti değildi; liberaller ve sosyal demokratlar da bu tür söylevlere yer veriyorlardı. Zaten 90’larda Avrupa’nın üçte ikisi kendini çevreci olarak adlandırır hale gelmişti. Çevre koruma için uluslarası kuruluşlar hükümet programları oluşturdular, çevre kalitesinin arttırılması amaçlı yasalar çıkarıldı, kirletici şirketler gündemlerine çevre koruma kavramlarını dahil etmek durumunda kaldılar, uzun dönemli önlemlerin farkına varıldı ve sürdürülebilir kalkınma her ülke için önemli bir konu oluverdi.

Kronoloji içermeyen bir yaklaşımla, Castells, Kuzey Amerika ve Almanya’daki (çünkü en çok yankı bulan hareketler buralarda) çevresel hareketleri inceleyerek bunların amacı, temeli ve karşı durdukları nedenler doğrultusunda tarihsel süreç içerisinde sınıflandırmış ve tipolojilerine dair bir tablo hazırlamıştır. (Tablo 1) Tablodan da anlaşılacağı üzere çevresel hareketler birçok politik ve sosyal orijinli farklı konuların vurgulandığı değişik ideolojilere sahip grupları içermektedir.

Kısaca  1960’lardan beri çevreciler sadece kuşları izleyen, ormanı koruyan ve havayı temizlemeye çalışan basit söylemlerle uğraşmaktan artık vazgeçtiler; toksik atıklara karşı tepki gösteriler, tüketici haklarını savunma, anti-nükleer protestolar, feminizm gibi birçok konuyla ilgilendiler. 70’lerde ve 80’lerde söylemlerini biraz daha genişlettiler. 90’larda ise barış istekleri ve anti-nükleer söylevlerinin yanında politikanın içinde partiler olarak ya da hükümet politikalarının maddeleri arasında yer aldılar. Çevresel hareketlerin tarih içindeki süreçlerine bakıldığında ütopyacı bir bakış açısından gerçek politikliğe doğru bir değişimin var olduğunu görebiliyoruz. Castells’e göre çevreci hareketler diğer sosyal güçlerin yanında iletişim ve hareketliliğe en fazla uyum sağlayabilen harekettir. Bunun sebeleri olarak birçok neden öne sürülebilir. Ancak bu kısa gibi görünen fakat dünya tarihinin en hareketli yıllarını içeren 20.yüzyıl zaman sahnesinde dünya ve toplumlar büyük değişiklikler geçirmişler, kurumlar ve yapılar değişmiş hatta bazen yeniden yapılanmıştır. Toplumsal hareketlerin, zaman içindeki değişim süreci, toplumsal yapıdaki değişimlerle açıklanabilir. Çevreci hareketin geleceğini ise yine değişen yapı belirleyecektir.

Günümüzde hemen hemen her yerel hareket uluslarası düzlemde de bir platform oluşturmakta ve küresel düzeyde tepki ve destek  topalyabilmekte. Bunun yanında internet dünyası eylem temelli hareketi sanal dünyaya taşımakta, yer yer eylem gücünü kaybetmesine de neden olmakta. Çevre koruma, doğaya karşı duyarlılık yaklaşımları çeşitlendi, yaygınlaştı ama belli ki  odağını kaybetmeye başladı. Doğaya karşı duyarlılık, koruma, ekoloji konuları, organik ürünler olarak karşımıza çıkarılıp tüketim objesi olarak bize sunuluyorlar. En çok şirketler tarafından kullanılan greenwash (yeşil aklama)[3] stratejileri, yeşil pazarlamanın nasıl da karlı bir sektör haline geldiğini gösteriyor. Çevresel duyarlılık, doğa koruma, ekolojik yaşam hareket olmaktan başka bir yerde bugün. Postmodern dünyada siyahın ve beyazın birbirine karıştığı, kavramların anlamlarının genişleyip kendi zıtlığını da içinde barındırdığı bir dönemden geçiyoruz.Kısaca  1960’lardan beri çevreciler sadece kuşları izleyen, ormanı koruyan ve havayı temizlemeye çalışan basit söylemlerle uğraşmaktan artık vazgeçtiler; toksik atıklara karşı tepki gösteriler, tüketici haklarını savunma, anti-nükleer protestolar, feminizm gibi birçok konuyla ilgilendiler. 70’lerde ve 80’lerde söylemlerini biraz daha genişlettiler. 90’larda ise barış istekleri ve anti-nükleer söylevlerinin yanında politikanın içinde partiler olarak ya da hükümet politikalarının maddeleri arasında yer aldılar. Çevresel hareketlerin tarih içindeki süreçlerine bakıldığında ütopyacı bir bakış açısından gerçek politikliğe doğru bir değişimin var olduğunu görebiliyoruz. Castells’e göre çevreci hareketler diğer sosyal güçlerin yanında iletişim ve hareketliliğe en fazla uyum sağlayabilen harekettir. Bunun sebeleri olarak birçok neden öne sürülebilir. Ancak bu kısa gibi görünen fakat dünya tarihinin en hareketli yıllarını içeren 20.yüzyıl zaman sahnesinde dünya ve toplumlar büyük değişiklikler geçirmişler, kurumlar ve yapılar değişmiş hatta bazen yeniden yapılanmıştır. Toplumsal hareketlerin, zaman içindeki değişim süreci, toplumsal yapıdaki değişimlerle açıklanabilir. Çevreci hareketin geleceğini ise yine değişen yapı belirleyecektir.

Tüketim objesi haline gelen, organik adı altında sunulan ürünler, çevreci hareketlerin sahip olduğu felsefi arka plana sahip olmaktan çok uzaklar.  Ancak  küresel ısınma, su sorunu vs gibi çevresel sorunların görmezden gelinemediği gerçekler, bir yandan da sosyal birimlerin ve kişisel hayatlarımızın değişmesine yol açacak olan üretim ve tüketim şeklinin değişmesini gerekli kılmakta.  Yatayda yayılmanın yanında dikeyde derinleşmeye sebep olacak potansiyeller de yine en büyük küresel tehditin altında yatmakta.

 

[1] Manual Castalls, “The Greening of the Self: The Environmental Movement”,  içinde Rise of Network Society Volume II: The Power of Identity. Wilwy Blackwell, 2004.

[2] İlhan Tekeli, Gündelik Yaşam Üzerine Düşünceler.

[3] Green washing/ Yeşil Aklama, çevreye zarar vermeme adına üretim teknolojilerinde ve süreçlerinde kar kaybetmemek adına hiçbir girişimde bulunmayan şirketlerin, pazarlama ve sunum aşamasında çevreye duyarlı söylemler ve reklamlar ile itibar kazanmaya çalışma taktiklerinin bir örneği. TerraChoice firmasının 2007 yılından bu yana yayınladığı “Greenwashing Günahları Araştırması” için bkz. SinsOfGreenwashing.org.

 

Ebru Bingöl

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.