Dış Köşe

Doğan Yayın Holding’in satılması: İmam nikâhı resmi nikâha dönüştü – Esra Arsan

0

Bu yazı evrensel.net sitesinden alındı

Ve Türk basınının amiral gemisi Hürriyet de düştü. Gazete, hükümete yakın bir gruba satıldı.

Sadece o değil, aralarında CNN Türk’ün, Posta’nın ve Kanal D’nin de olduğu, Aydın Doğan’a ait Doğan Yayın Holding, toplu olarak 1.1 milyar dolara Erdoğan Demirören’e satıldı. Gazeteleriyle, dergileriyle, radyolarıyla, müzik şirketiyle, yayıneviyle, kağıda basılı yayın dağıtım şirketi YAYSAT’ıyla, yazarıyla, çizeriyle, muhabiriyle, matbaa işçisiyle, TV programcısıyla, yapımcısıyla, kurgucusuyla Türkiye’nin en büyük yayın holdingi bir günde el değiştirdi. Bu satışın iktisadi arka planı, Demirören’in bu kadar parayı nereden bulduğu ve Aydın Doğan’ın bir süredir onursal başkan olarak geri plandan yönettiği holdingi neden gözden çıkardığının detayları yakında ortaya dökülecektir. Ama şunu söylemekte bir sakınca yok. Doğan medya grubu zaten çok uzun zamandır üzerindeki hükümet baskısıyla muhalefet etmeyi bırakmış, Tayyip Erdoğan’a ve iktidara teslim olmuştu. Bu satışla, holdingle iktidar arasındaki imam nikahı resmi nikaha dönüşmüş oldu. Eşlerden biri değişse de, bundan sonra evin reisinin kim olduğu, yani Hürriyet’in manşetini artık kimin atacağı belli oldu.

Medya âlemini sarsan bu büyük satışla birlikte, Türkiye’deki 29 gazeteden (spor, ekonomi ve yabancı dilde yayın yapan gazeteler hariç) 21’i hükümetle yakın ilişkide bulunan patronların eline geçmiş oldu. Oran olarak ifade edersek, ülkedeki gazetelerin yüzde 73’ü AKP’nin kontrolüne girdi. Hükümet çizgisinde yayın yapan gazetelerin toplam gazete tirajı içerisindeki payı ise yüzde 90’ı buldu (Kaynak: BirGün).

Bu satışın patronlar, medya dünyası, toplum ve basın özgürlüğü açısından sembolik önemi var. Hepsine tek tek bakalım:
Aydın Doğan ve sahip olduğu yayın organları AKP iktidarına hiçbir zaman sıcak bakmadı. AKP ileri gelenleri ve Tayyip Erdoğan da Aydın Doğan’a karşı boş değildi. Ancak AKP’nin Doğan Grubuna ve patronu Aydın Doğan’a karşı doğrudan baskı girişimleri 2007 seçimlerinden sonra belirgin hale geldi. Bu seçimde mutlak çoğunluğu (ve gücü) ele alan AKP ve Tayyip Erdoğan’ın baskısıyla, Hürriyet, önce çok okunan, sert muhalif yazarı Emin Çölaşan’a kapıyı göstermek zorunda kaldı. Ancak sorun öyle Çölaşan’ın işten atılmasıyla bitecek gibi değildi. Başörtüsüne serbestlik getirecek olan anayasa değişikliği oylaması ertesi Hürriyet’in attığı 411 el kaosa kalktı manşeti ve akabinde 2008’de patlak veren Deniz Feneri yolsuzluk skandalı haberleri, AKP’lileri çileden çıkarmıştı. Bu haberlerin faturası yayın yönetmenine çıkarıldı ve bir süre evvel Emin Çölaşan’a acımadan çıkışını veren Ertuğrul Özkök, yayın yönetmenliği görevinden alındı. Amiral belki geminin dümeninden alınmıştı ama, hâlâ kamarasında sessiz sedasız aşk, erotizm ve kaliteli şarap kokan yazılar yazmasına izin veriliyordu. Bu arada, Doğan Yayın Holding sıkı bir vergi denetimine tabi tutulmaya başlandı. Tam 20 vergi denetim elemanı, 330 gün süreyle Doğan Grubu’nu didik didik inceledi. Sonuçta, Doğan Yayın Holding hisselerinin yüzde 25’inin Alman medya devi Axel Springer’a satılması sırasında usulsüzlük olduğu gerekçesiyle, Aydın Doğan’a cumhuriyet tarihinin en yüksek ticari cezası kesildi: 4,8 milyar TL vergi cezası. Aydın Doğan bu vergiyi ödemek yerine tüm şirketlerini iktidara verse, daha kârlı çıkardı.

Aydın Doğan’ın ve sahip olduğu yayın kuruluşlarının AKP iktidarına karşı korkulu ve koşulsuz biatı, bu vergi cezasıyla başladı. İtirazlar, çeşitli mahkemelerde kazanılan davalar ve hükümet tarafından 2011 seçimlerinden hemen önce yapılan ‘dostane’ indirimle, bu rekor ceza toplamda 940 milyon liraya kadar düşürüldü. Bu arada Doğan medyasının muhalif manşetleri, hükümeti eleştiren köşe yazarları ve program yapımcıları da tırpanlanmıştı tabii. CNN Türk’te, Hürriyet’te, Kanal D’de, Posta’da hemen her gün hükümet tarafından adının üzeri çizilen bir gazeteci işten atıldı. Yerlerine ise hükümete yakınlığıyla bilinen gazeteciler işe alınır oldu. Nagehan Alçı’nın, Nazlı Ilıcak’ın, Ahmet Hakan’ın star olduğu bir medya zihniyetiyle yönetilmeye başladı Doğan Yayın Holding. Rıdvan Akar’ın yerine Hande Fırat. Ayşenur Arslan’ın yerine Akif Beki. Gezi süreci, CNN Türk ve medya tarihine geçen ‘Penguenler’ini unutmamışsınızdır. Aynı dönemde büyük medyanın her cenahında yaşanan büyük tensikat ve istifa dalgasıyla büyük bir gazeteci kıyımı yaşandı. Doğan Grubu da bu minvalde üzerine düşeni yerine getiriyordu. Böyle bakıldığında, aslında yeterince kullanışlı bir medya grubu olmuş, yola gelmiş, reisinin dizinin dibinde, bir daha ceza almamak için uslu uslu yayıncılık yapan bir grup haline gelmişti. İmam nikahlı eşler, çıkar ilişkilerini öyle ya da böyle sürdürmekteydi yani. Lakin gelinen noktada bu da yeterli olmadı ki, Aydın Doğan toptan medya işinden ve bu evlilikten illallah dedi. Boşanmadan sonra dul eşle resmi nikah kıyma işi tüpgazcı talip Demirören’in başına kaldı.

Demirören Holding’in patronu Erdoğan Demirören, kazara medya patronu olduğunu belirtmiş bir kişi. Adam LPG’ci. Taş çatlasa turizmci. Ne anlar yayıncılıktan? O belki sanıyor ki gazete satmak tüpgaz satmak gibi bir şey. Doldur, sat. Boşalınca yeniden doldur, sat, paranı cebine koy. Yayıncılık çok başka bir iş tabii. Başına nasıl bir bela verildiğini Milliyet ve Vatan gazetelerini Erdoğan’ın telkiniyle ve devlet bankalarından açılan krediyle satın aldıktan sonra idrak etti. Derya Sazak yönetimindeki Milliyet, 2013 yılında HDP heyetiyle Abdullah Öcalan arasında yapılan görüşmelerin dökümünü “İmralı Tutanakları” başlığıyla yayımladı. Bu tutanaklar aslında devletle PKK arasındaki çözüm sürecinde ne aşamada olunduğunun şifrelerini taşıyor ve kamusal şeffaflık sağlıyordu. Ancak bu açıklık, AKPgillerin hiç hoşuna gitmedi. AKP cenahından Milliyet’in yeni patronu Demirören’e yönelen tepki, adeta bir deprem gibiydi. Demirören, o çok duyduğu, ama ne olduğunu belki de hiç bilmediği ‘ba(ba)sının gücünü’ azzz sonra kulaklarını tırmalayan telefonun sesiyle anlayacaktı. Tayyip Erdoğan’ın İmralı tutanakları haberini okuyunca Erdoğan Demirören’i arayarak azarladığı, Demirören’in ise ne diyeceğini bilemeden ve gözyaşları içinde”Nereden girdim şu medya işine!” diyerek kendisinden özür dilediği konuşmanın ses kaydı medyaya sızdı. Demirören, hiç bilmediği bir iş alanında, hiç bilmediği bir iş yapma biçimiyle karşı karşıyaydı. Kendisine bir gazete verilmişti, ama onu nasıl yöneteceğine kendisi karar veremez durumdaydı. Oysa bu medyalar bu patronlara boşuna verilmiyordu. Boşuna bu medyalara havuz medyası denmiyordu. Bunu anlamayana anlatılan, hem de ağlata ağlata anlatılan bir düzen kurulmuştu. “Batsın böyle gazetecilik!” diye buyuruyordu Tayyip Erdoğan. Batacaktı da nitekim. Ama şirket değil, içindeki mesleği düzgün yapmaya çalışan gazeteciler ve haberciler. İmralı tutanakları haberi, yayın yönetmeni Derya Sazak’ı ve hükümet baskısına karşı çıkan gazetenin yazarlarından Hasan Cemal ile Can Dündar’ı işlerinden etti. Birçok başka yönetici ve muhabir de işinden oldu. Geride, sözde patron Demirören ve baskıya boyun eğenler kaldı. Sonuçta, Milliyet de artık yola gelmişti.

AKP hükümetine yakın bir iş insanı olan Demirören’in medya sektöründe hiç gözü yoktu aslında. Milliyet ve Vatan gazetelerini alarak medya sektörüne girişi de, dediğimiz gibi, pek eğlenceli olmadı. Peki, şimdi neden Türkiye’nin en büyük medya grubu olan Doğan Yayın Holding’i de satın aldı. Ya da, soruyu şöyle soralım, Doğan Yayın Holding Demirören’e zorla mı aldırıldı? Muhtemelen öyle oldu. Görücü usulü evlilik yani. Aile büyükleri görmüş beğenmiş, Demirören ne yapsın?

Bu satışın medya sektörü açısından önemi, yaygın medyada artık denizin iyiden iyiye tükenmiş olması. 15 Temmuz sonrası KHK’lerle kapatılan ve mal varlıklarına el konulan muhalif yayınlar da ortadan kalktığına göre, bugün Türkiye’de medya alanının tek ve mutlak hâkiminin AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Büyük medyanın bu derece tek sesli ve iktidarın hâkimiyetinde olmasının faturasının topluma daha çok yalan haber, daha çok çarpıtılmış bilgi, daha çok hükümet propagandası, daha çok iftira, daha çok kusursuz gizleme ve muhalifleri karalama kampanyalarıyla geri döneceği kaçınılmaz. Bu durumun topluma etkilerini yaklaşan 2019 seçimlerinde çok daha net göreceğiz.

Basın özgürlüğünde denizin tükendiği bu noktada, internet üzerinden yayın yapan bağımsız medyalara yönelmenin, sosyal medyayı sağlıklı bir yurttaşlık bilinciyle kullanmanın ve Evrensel, BirGün gibi alternatif yayınları daha çok desteklemenin önemi artıyor. Haber, artık sadece alternatif medyada. Hakikate sahip çıkmak ve ülkede neler olup bittiğini öğrenmek için, alternatif medyayı İzlemeye devam edin.

Esra Arsan – Evrensel

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.