Hafta SonuManşet

[Foto Öykü] Nyskie Gölü’nün büyülü gerçeği – Ferhan Şaylıman

0

Peşindeki eli silahlı katil sürülerini atlatıp, kıyısına kadar koştuğu gölü yüzerek geçtikten sonra küçük bir adada özgürlüğünü ilân eden ilk ineğim ben.

Anlatacaklarım büyük kabullenişler içinde yaşayan diğer ineklere ve hayatları belki de ineklerden daha beter geçen insanlara örnek olsun, yol göstersin, onların kafalarının içinde yükselen kalın duvarları yıksın.

Benim hikâyem Polonya’da Nyskie Gölü’nün yakınlarındaki bir çiftlikte başladı. Sahibimiz, efendimiz, hayatlarımızla ilgili tek karar vericimiz Bay Lukasz büyüklerinden ne gördüyse onu yaptı:

Besledi, büyüttü ve ölüme gönderdi.

Ölüm Bay Luckasz’ın sırası geleni mezbahada kesilmek üzere satmaya karar vermesiyle gerçekleşiyordu. Onun belirlediği adayları birisi gelip seçiyordu. Kendimi bildim bileli yani küçücük bir buzağıdan, ortalama yedi yüz kilo ağırlığında etli butlu bir inek oluncaya kadar ahırlarda sürekli konuşulan, beynimize adeta kazınan tek gerçek şuydu:

Nyskie’ de her inek çiftlikte doğar, mezbahada kesilerek ölür.

Ben hayatımın en mutlu dönemlerini buzağıyken geçirdim. Ailem henüz sağdı. Onların mezbahalarda ölüm üzerine anlattıklarını çok da ciddiye almadan dinlediğim günlerdi. Sonra birer birer eksildik. Bana ilk doğduğumda ak memelerinden aylarca süt emziren annemin gidişiyle başladı her şey. Ayaklarım suya erdi, gerçeği kıyısından köşesinden sezmeye başladım o zaman. Ölümü haber veren temel belirti, Bay Luckasz’ın bir gün öncesinden şık giyimli o adamla ahırlara gelmesiydi. Yanındaki seçiyordu ertesi sabah mezbahaya götürülecek ineği.

Gidenlerden hiçbirisi geriye dönmedi.

Başta annem olmak üzere sevdiklerim teker teker hayatımdan eksilirlerken şu sorunun kafamı kurcaladığını anımsıyorum: Mezbaha yolcuları yolun sonunda kendilerini neyin beklediğini acaba bilmiyorlar mıydı? Büyümeye başladığım, kilolarımın hızla arttığı süreçte anladım ki, kesilmek üzere kamyonlara bindirilenler ölüme gittiklerinin farkındaydılar ve daha da acısı bunun kaçınılmazlığına inanıyorlardı. Çünkü yıllarca beyinlerine çakılan kalıp hiç değişmemişti:

Nyskie’ de her inek çiftlikte doğar, mezbahada kesilerek ölür.

Sonrasında yalnızca kilolarım artmadı, kafamda olgunlaştırdığım kaçma düşüncesi olanca ağırlığı ile kuşattı her yanımı. Bu inanç özgürlüğe giden yoldaki tek dayanağım oldu. Sürekli şuna odaklandım: Sıra bana geldiğinde önce itiraz edecek, sonra da gücümün son damlasına kadar direnecektim.

Bay Luckasz’ın beni alıcı gözle inceleyip ardından o şık giyimli adamı yanıma getirdiği gün anlamıştım sıramın geldiğini. Sabaha kadar tetikte bekledim. Gün ışıdıktan epey sonra kamyonun motor gürültüsünü duydum. Büyük gün başlamak üzereydi. Doğduğumdan bu yana beslenmemle ilgilenenler, bakımımı sağlayanlar sohbet ederek girmişlerdi ahıra. Bay Luckasz arkada, kapının orada dikilmiş bakıyordu. Bakıcıların ellerindeki kayışları hemen tanıdım. Kamyona bindirilmeden önce boyunlarımıza kement gibi takıyorlardı bunları. Şöyle bir silkelenmiştim olduğum yerde. Neye huysuzlandığımı anlayamamışlardı. Tam yanıma geldiklerinde o düşünce bir ışık gibi patlamıştı içimde. Ben üzerlerine doğru yürürken onlar kayışı boynuma geçirmek için hamle yapmışlardı. İkisini de kocaman başımla iteleyip devirdiğimi anımsıyorum. Bunu hiç beklemedikleri için hazırlıksız yakalanmışlardı. Bay Lukasz önce kollarını açarak durdurabileceğini sanmıştı. Çarpıp geçmiştim.

İşte yıllardır beklediğim an buydu.

Kapını önündeki kamyonun arkasından dolanmış çitlere doğru koşturuyordum artık. Şimdiye kadar hiçbir ineğin bunları aşma girişiminde bulunduğunu duymamıştım. Bu da bir ilkti. Çiti o yüzlerce kiloluk gövdemle kağıttan bir kule gibi ezip dışarı çıktığımda arkamdan koşanların bağırtılarını duyuyordum. Bay Lukasz bakıcılara ağzına geleni söylüyordu.

Ormana doğru ilerlerken şimdiye kadar hiç bu kadar hareket etmediğimin farkındaydım. Soluk soluğaydım. Gövdem ter içindeydi. Ağzımdan burnumdan dumanlar fışkırıyordu. Ağaçların arasında nereye gittiğimi bilmeden tabana kuvvet koşuyordum yalnızca. Sonra beklemediğim bir şey oldu, orman birden seyreldi ve bitti, karşımda uzanan adını duyduğum ama hiç görmediğim Nyskie Gölü’ydü. Hayatım boyunca içmek dışında suyla ilişkim olmamıştı ki. Suya girildiğinde ne yapılması gerektiğine ilişkin hiçbir düşüncem yoktu. Gölün kıyısına ulaştığımda durup arkama baktım. Önde Bay Lukasz, arkada çiftlik çalışanları ellerinde silahlarla bana yetişmeye çabalıyorlardı. Düşünecek zaman yoktu. Kendimi bütün ağırlığımla suya bırakırken, gölü geçmekten başka bir seçeneğimin kalmadığının farkındaydım.

Gölü geçmek mi?

Bu gövdeyle mi?

Bacaklarımı bilinçsizce hareket ettirirken başımı suyun üstünde tutmaya çabalıyordum. Dönüp geriye baktığımda Bay Lukasz ve adamları inanılmaz gözlerle beni izliyorlardı. Şaşkındılar, tabii ben de şaşkındım. Derinliğini bilmediğim, ayaklarımın yerden çoktan kesildiği bir ortamda suya, çamura batmadan ilerlemek inanılmaz bir duyguydu. Yıllardır içimde büyütüp olgunlaştırdığım, başıma geleceklere karşı gücümün son damlasına kadar direnmekten vazgeçmeme düşüncesi, yüzlerce kiloluk gövdemi kuş gibi uçuruyordu sanki.

Sonra gücümün tükenmeye başladığı bir anda tam göz hizamda beliren ada kurtuluşum oldu.

Evet, ada diyorum ada.

Kimi mucizeler yıllarca gerçekleşmeyi bekler: Doğru inek, doğru zaman ve doğru eylem.

Bu üçünün bir araya gelmesidir mucize.

Ayaklarımın çakıllara bastığı, yorgun adımlarla kumsala doğru ilerlediğim sırada hâlâ inanamıyordum yaptıklarıma. Yorgunluktan, korkudan, şaşkınlıktan kumların üzerine çöküp boş gözlerle çevreye bakındığım sırada kendi mucizemi, kendi büyülü gerçeğimi yaratmanın heyecanıyla titredim.

Kaçış hikâyem çok çabuk duyuldu. Neredeyse kahraman ilân edildim. Bay Lukasz direncim, başarım karşısında diz çöktü. Şimdilerde beslenmem için adaya yem getiriyor. Yalnızca uzaktan bakışıyoruz. Kuşkusuz düşman değiliz ama dost da sayılmayız.

Nyskie Gölü’nde bir masaldayım artık, kendi yarattığım bir masalda; acılardan, korkulardan uzakta, kuşlarla,karabataklarla beraber. Burada gerçek, gerçek denemeyecek kadar büyülü; içine gömüldüğüm masal hiçbir masalla örtüşmeyecek kadar gerçek.

Kaynak: bbc.com/

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.  

 

Fotoğraf: RynekRolny

Öykü: Ferhan Şaylıman

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.