Hafta SonuKültür-SanatManşet

[Arada bir] Nazım’ın ayak izleri – Yaşar Özürküt

0

Sanırım 1985 yılının şubat ayıydı. Stockholm’de yaşayan Ressam İhsan Aydın’ın evine ziyarete gitmiştim.  Sandığından bir tomar mektup arasından, Nazım Hikmet’in el yazısıyla yazdığı: “Kardeşim, Malmen Otelinde 426 numaralı odadayım. Toplantılarımız -Dünya Barış Konseyi’nin toplantıları- otelin karşısındaki salonda yapılıyor. Arkadaşlara da haber verin. Gelin görüşelim. Hasretle. Nazım Hikmet” satırlarını görünce heyecanlandım. Sonra okşar gibi, satırlar üzerinde gezdirdim parmaklarımı. İlk kez, böylesine yakın oluyordum büyük ozana… Kendi el yazısıyla, orijinal bir mektuptu elimdeki. Yani o kâğıda Nazım’ın da elleri değmiş, duyguları satırlara yansımıştı.İkinci kâğıtta,  oğlu Memet’e Varna sahillerinden seslenişi vardı: “Karşıyalı memleket, Sesleniyorum Varna’dan, İşitiyor musun? Memet Memet” diyen ünlü şiirinden dizeler yer alıyordu. Kendi el yazısı ile yazılmış kâğıdın kenarında da 23.8.1958 tarihi düşülmüştü.

Bu tarih, Dünya Barış Konseyi’nin Stockholm’deki toplantısının tarihi idi. Nazım da bu toplantının delegeleri ve divan yöneticileri arasında idi. Belli ki, Stockholm’e geldiğinde, buradaki Türkiyeli aydınlarla da görüşmüş. Birlikte olmuşlar. Bunu eldeki diğer belgelerden anlıyorum.

Siyah beyaz bir fotoğrafta,  yuvarlak bir masanın çevresinde, Nazım’ın sağında Yusuf Erşahin; solunda da İhsan Aydın var.

Bir diğer fotoğraf da, bugün hala işlevini sürdüren, Stockholm’ün ünlü GAMLASTAN (Eskişehir) semtindeki Cattelin lokantasının kapısı önünde çekilen fotoğraf. Bu fotoğrafta da İhsan Aydın, İlhan Koman ve Yusuf Erşahin var. Nazım bir elini İhsan Aydın’ın, ötekini de Yusuf Erşahin’in omuzuna atmış. Kenarda da İlhan Koman var. Nazım, Stockholm’de kaldığı sürece sıkça gelmiş bu lokantaya. Sonraları da, İhsan Aydın, Lütfi Özkök bu lokantanın müdavimi olmuşlar. Zaten o tarihte parmakla sayılacak kadar az Türk yaşıyor Stockholm’de. 

Yeri gelmişken, Cattelin’e ilişkin bir anımı aktarmak istiyorum… 1988 yılında, Onur Kurulu Başkanı olduğum İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu’nun yaptığı kültür etkinlikleri çevresinde Stockholm’e gelen dostum Rutkay Aziz’le, oyun sonrası iki yudum bir şeyler içelim diye geze geze Gamlastan’a geldik. Cattelin’e girdik. Gözümüze kestirdiğimiz sakin bir masaya oturduk. İçkilerimizi söyledik. Oturduğumuz yuvarlak masa, mutfağa yakın, sakin bir köşedeydi. İçkimizi getiren yaşlıca garsona, ünlü bir Türk şairinin 1958’lerde sürekli bu lokantaya geldiğini, hep aynı masaya oturduğunu duyduğumuzu söyleyerek: 

“Acaba hangi masa olduğunu biliyor musunuz? dedim. 

Garson vestiyerdeki daha yaşlıca madamı çağırdı. Lokantanın en eskisi oymuş. 1958’leri anımsayamadı. Ama “Kısa boylu, tıknaz, İsveçliyle evli olan bir Türk şairi buraya sık gelir. Ve her gelişinde de sizin oturduğunuz bu masaya oturur. “ dedi.Sözünü ettiği, kısa boylu; İsveçliyle evli şair, İhsan Aydın’ın elindeki resimleri çeken ünlü fotografçı-şair Lütfi Özkök idi. Rastlantı mı, Nazım’ı arayış mı çekmişti o masaya bizi bilmiyorum. Sonradan Lütfi ve İhsan abilere sordum; Nazım’la oturdukları masanın bizim oturduğumuz yuvarlak masa olduğunu doğruladılar.

Şimdi uzun bir zaman atlaması yapıp, 1958’lerden, 1988’lerden 1990 yılının mayıs ayına gelmek istiyorum. Sağlık sorunlarım nedeniyle gittiğim Moskova’dayım. İnsan Moskova’ya kadar gider de, yüce ozanın nefeslendiği, ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiği evini, eşi Vera ‘yı görmek istemez mi? Zaten, Yılmaz Güney anı günü için 1989’da Stockholm’e gelmiş olan Vera ile tanışmış; adresini telefon numarasını almıştım. Rus filolojisi mezunu, TRT’den yapımcı arkadaşım Gültekin Kabukçuoğlu o günlerde bir şirket adına Moskova’da bulunuyordu. Vera’ya telefon ederek, bir taksiye atladık. Evi bulmak zor olmadı. Moskova’nın epey dışında olan Nazım’ın evine girerken, kalbimin atışlarının hızlandığını, nefesimin daraldığını duyumsadım. Dış kapının kod numarasını yazdık. Açılan kapıdan Nazım’ın ayak izlerini taşıyan merdivenleri çıktık. Kapısında VERA TULİAKOVA HİKMET yazılı olan zile bastık. Bu kapı Nazım’ın son gününde açıp da, posta kutusuna bakmak için merdivenlerden inmeye çalıştığı, ama son nefesini vererek önüne yığıldığı kapı idi.Vera açtı kapıyı. Vera’nın aydınlık yüzü ve saman sarısı saçları, şiire götürdü beni. 

“Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri

perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada

saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum.”

Öylesine içten, öylesine bizdendi ki Vera, kırk yıllık dost gibi sarıldık birbirimize. Vera’nın kızı ve 6 yaşındaki torunu Tanya da selamladı bizi. Dar bir koridordan sonra, oturma salonuna geçtik. Koltuklara oturduk. Duvarlar Nazım doluydu. Resimler, el sanatları, türlü türlü armağanlar, çiniler, vazolar, ödüller, halılar, kilimler… Şaşkın şaşkın dört duvarı taradığımı gören Vera:

“Her şey Nazım’ın koyduğu yerde duruyor. Hiçbirinin yeri değişmedi. Eksilmedi” diyor. Ses alma makinamı açıyorum. Kaydedemediğim bu ilk cümleyi de yazıyorum bir kenara. Sonra rahat bir üçlü söyleşi başlatıyoruz. Ben soruyorum, arkadaşım çeviriyor. Vera yanıtlıyor.

-Bu evde mi yaşadınız birlikte? Burada mı öldü Nazım?

-Evet. Bu evde yaşadık. Bu ev Nazım’ın evi. Dünyadaki tek mülkü bu ev Nazım’ın. Türkiye’de tek dikili ağacı yoktu. Sovyetlere politik göçmen olarak geldiği zaman, bu ev verildi ona. Ölene dek de burada yaşadı. Aslında ona çok şeyler önerildi. Ama istemedi. Bununla yetindi. Eserlerini burada yazdı. 

-Eserleri toplu olarak, bir arada var mı acaba?

-Tümü var. Bunlardan birçoğu Rusçaya da çevrildi. Dünyanın birçok ülkesinde Nazım için yazılmış makaleler var. Bunlardan bir kısmı çevrilmemiş olabilir. Bu makaleler de çok önemli belgeler. Nazım’la, onun şiiriyle bütün dünya ilgileniyordu.-Şimdi siz sürekli olarak bu evde mi yaşıyorsunuz?

-Burada yaşıyorum. Bu evi koruyoruz. O’nun olan her şeyi geleceğe aktarmak için gözüm gibi koruyorum. Hiçbir eşyasını eksiltmedim. Yirmi yedi yıldır sürüyor bu görevim. Bu benim evim değil, Türk halkının evidir. Her halkın kendi büyük sanatçıları, şairleri vardır. Nazım tüm insanlık için yazdı. Tüm insanların dostuydu. Ama o kuşkusuz Türk halkının sanatçılarından biriydi. Önce onların şairi idi. O bizden, basit insanlardan bu yönüyle ayrılır. O, yüzyıllar boyu, eserleriyle yaşayacak. Halka olan inancıyla yaşayacak. Şiirleri de onun nasıl bir halk adamı olduğunu gösterir. Şiirle insanın bağı iç içedir. Bu nedenle onun her şeyini koruyorum. Gelenler de bu evde Nazım’ı biraz daha tanıyor. Ülkeniz büyük bir ülke. Zengin bir edebiyatı var. Dünya edebiyatına önemli katkılar yapmışsınız. Biz Sovyet halkı, Türkiye’yi, Türk edebiyatını, Nazım’ın eserleriyle tanıdık. Biz Japon ve İtalyan edebiyatını tanımıyoruz. Ama Türk edebiyatını iyi biliyoruz. Bu yol Nazım’la açıldı. Nazım’ı okuyan Sovyet halkı, Türk edebiyatına ve Türk halkına ilgi duymaya başladı. Böylece Oktay Rifat, Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu, Yaşar Kemal ve daha birçok yazar Rusçaya çevrildi. Okundu… Okunuyor.

Sözün burasında soluklanıyoruz.

-Kahve mi çay mı? diyor Vera

Çay diyorum Türkçe… Anlıyor. Çünkü Rusçada da çay deniyormuş.

Bu kez İsveççe bir sözcük kullanıyor elindeki tabağın içindeki keki sunarken.

Pay, diyor. Ve ekliyor:

Nazım, birkaç kez Dünya Barış Konseyi toplantıları için İsveç’e gitti. Orada yemiş. Çok sevmiş. Sürekli yapardım ona. Bugün de sizin için yaptım.

Gülüşüp çaylarımızı yudumluyoruz. Yanımda götürdüğüm kitaplarımı Vera ve Nazım adına imzalıyorum. Güzel bir İsveç seramik vazosunu da çantamdan çıkarıp, masaya koyuyorum. Duvarda asılı duran, üstünde Nazım’ın resmi bulunan eski bir takvimi uzatıyor önüme. Sayfalar, Nazım’ın evini gezenlerin imzalarıyla dolu. Aziz Nesin’li, Özgentürk’lü sayfadaki boş köşeye şunları yazıp imzalıyorum:

Halkımızın onuru, enternasyonal sesimiz yüce Nazım’la olmak, evinde nefeslenmek büyük mutluluk. Teşekkürler VERA.”

Vera’ya yazdığı son şiiriyle noktalıyorum yazıyı.

Gelsene dedi bana.

Kalsana dedi bana.

Gülsene dedi bana.

Ölsene dedi bana.

Geldim kaldım güldüm öldüm.”

 

Yaşar Özürküt

 

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.