Hafta SonuManşet

Ursula, ejderhaların arasından göz kırpmaya devam ediyor… – Oya Ayman

0

Bugünün doğrularının yarının yanlışları olabileceğini, devrimin köklerinin ruhumuzda olduğunu, tamahkârlığın güneşi söndürdüğünü, içimdeki kötülükle yüzleşmeyi, gölgemi keşfetmeyi, kayaların da toprak gibi, ağaç gibi, su gibi kadim sırları barındırdığını, hikâyelerin hayatı değiştirme gücü olduğunu ve daha bir çok şeyi onunla keşfettim. Kitaplarının sayfalarını açıp okumak, başka dünyalara, farklı bakış açılarına fantastik yolculuklar yapmaktan öte, değer yargılarını, kimlikleri, meseleleri yeniden yeniden sorgulamama vesileydi aynı zamanda…

Ölümünü duyduğumda keder ya da üzüntü değildi hissettiğim… ”Yolculuğa çıktı” gibi bir duyguydu. Bize yeni diyarlar, marifetler, şiirler, farklı yaşantılar hediye ederek, düşlerimize yepyeni pencereler açarak, yaşlı bir ejderhanın sırtında En Uzak Sahil’e gittiğini düşündüm.

Bir ejderha gibi kocaman bir iz bıraktı ardında. Onu, yaşlı ve bilge ejderha Kalessin’in, insanlar tarafından ölüme terk edilmiş yarı insan yarı ejderha kızı, Tehanu ile özdeşleştirdim hep. Ama bu ona yakıştırdığım tek kimlik değil…

Kahramanı Tehanu, büyücülük okulu Roke’un ilk kadın büyücüsüyse Ursula da bilimkurgu, fantastik yazının ilk kadın büyücüsüydü. Kadın ve erkek kimliğinin yıkıldığı cinsiyetsiz bir toplumla, mülksüzlerle, marifetlerinin bedelini ödeyen insanlarla, kendi başlarına olmayı becerebilen ”yerli” kadınlarla, güçlerini kötüye kullanarak karanlık tarafın cazibesinde kaybolmuş büyücülerle, büyü olmadan da karanlık tarafla savaşabilenlerle, başarı ve maddi zenginliğin yüceltildiği bir dünyada sıradanlığı yaşayarak mutlu olabilen kahramanlarla dolu büyülü dünyalarla tanıştırdı bizi.

Gölgemizle yüzleşmek

Bugünlerde içimdeki kötülükle -Ursula’nın lisanında gölgemle- iyiden iyiye yüzleşiyor olduğumdan mıdır bilmiyorum; onun gidişinin ardından zihnimin derinliklerinden ilk çıkan şey, mutlak iyiliğin beyhudeliğine işaret ederek, bizi içimizdeki karanlık tarafla yüzleştirmesi oluyor. İçimizdeki kötülüğü görmezden gelerek iyiliği var etmemiz mümkün olabilir mi? Karanlık olmadan aydınlığı bilmek mümkün mü?

Yerdeniz Büyücüsü adlı kitabında gücünü yanlış yerde kullanıp, gölgeyle savaşarak karanlık dünyanın kapılarını aralayan büyücü Ged’e, ustası şöyle der: ”Senin içinde doğuştan çok büyük bir güç var ve sen o gücü, denetim altında tutamadığın, sonucunda aydınlık ile karanlığın, ölüm ile yaşamın, iyi ile kötünün dengesinin nasıl etkileneceğini bilmediğin bir büyüde uygulayarak, yanlış yerde kullandın. Ve bunu da nefret ve gurur yüzünden yaptın. Sonucun kötü olduğuna şaşmamak gerek. Sen ölüler arasından bir ruh çağırdın ama onunla beraber Yaşamsızlık Güçleri’nden biri de çıkıp geldi. İsimlerin bulunmadığı bir yerden, çağrılmadan geldi. Kötülük, senin aracılığınla kötülük yapmak istiyor. Onu çağırmakta kullandığın güç, onun yararına seni etkiliyor; artık birbirinize bağlandınız. O senin kibirinin gölgesi, senin yarattığın bir gölge…

 

Hikâyelerinde gölgelerimize bakmaya, onlarla hesaplaşmamıza zemin hazırlar. Gölgemiz görmek istemediğimiz yanımızdır; gözlerden ırak yerlerde tutmaya çalıştığımız bencilliğimiz, ihtiraslarımız, kendimize kondurmamak için bahaneler uydurduğumuz kötülüklerdir. İyilik gibi kötülüğe dair inanılmaz potansiyelimizin farkına vardığımız zaman, karşılaştığımız adaletsizliklere, acılara, kayıplara teslim olmaya veya yaşadıklarımızı inkâr etmeye daha az meyilli olabiliriz.

İçimizdeki kötüye karşı körleşmenin yol açtığı meseleler, yabancılaşmaya, düşmanlığa, savaşlara, yol açan en temel meselelerdir aslında. Ursula Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar kitabında bu ilişkiyi şöyle açıklar: ”Bilince kabul edilmeyen gölge, dışarı, ötekilere yansıtılır. Benim bir kusurum yok, sorun onlar. Ben canavar değilim, diğerleri canavar. Tüm yabancılar kötüdür. Tüm komünistler kötüdür. Tüm kapitalistler kötüdür. Ama kedi tekmeyi hak etmişti annecim… Eğer gerçek dünyada yaşamak istiyorsam, bu yansıtmalarımdan vazgeçmek zorundayım; nefret edilesi olanın, kötünün içimde olduğunu kabul etmeliyim. Bu kolay değildir. Suçu başkalarına atmamak çok zor. Ama buna değer… Kötülükle ilgili derin ilişkimi inkâr edersem, kendi gerçekliğimi de inkâr etmiş olurum. Hiçbirşey yapamam, edemem; yalnızca yapılanı ve edileni bozabilirim.

Geleceğin arkeolojisi

Ursula’nın verdiği en güzel hediyelerden biri kötü yanımla yüzleşmekse, diğeri de kavramları ve değer yargılarını sorgulayarak, onlara farklı açılardan bakmama aracı olmasıydı. Ama bunu yaparken hiçbir zaman yukarıdan bakmadı, öğreten kadın olmadı; dili mütevazı ve bir o kadar da bilgeydi. Belki de bu yüzden öldüğü günün hemen ertesinde, cümleleri, antik çağ tabletleri üzerindeki tanrıça sözleri gibi bilgisayarların masaüstlerinde boy göstermeye başladı.

Yıllar önce okuduğum, ”geleceğin arkeolojisi” olarak nitelendirdiği Hep Yuvaya Dönmek kitabı sayesinde, hazıra konduğum kavramları ve değer yargılarını tekrar tekrar sorguladığımı hatırlıyorum. Kitapta geçmişin kabile kültürleri ile geleceğin yeni kabile anlayışı içiçe geçer. Günlük yaşam alışkanlıklarından, sosyal yapıya, müştereklerin kullanımından doğum, evlilik ve cenaze törenlerine, kadın erkek ilişkilerinden zanaatkârlığa, teknoloji kullanımından suç karşısında uygulanan yaptırımlara kadar bütün ayrıntılarıyla ortaya koyduğu barışçı Keş halkının kabile yaşamını okurken, geçmiş ve gelecek birbirine girmiş, zaman algım altüst olmuştu.

Kabilenin bilgi ve teknoloji ile ilişkisini anlatırken, bilginin kuşaktan kuşağa geçişinin hikâyeler, masallar, gelenekler, ritüeller, şarkılar yoluyla aktarılışının bilgisayarlar yoluyla aktarılışından çok daha uzun süreli olduğunu düşündürür. Keş insanlarının müşterekleri vardır, herkesin kullanımına açık olan malzemeler; enstrümanlar, tören giysileri, şifa malzemeleri… İnsanlar birbirlerine şarkılar hediye eder, kendi yaşantılarından bir deneyimi, mutluluklarını ya da hüzünlerini dile getirdikleri şarkılar… Döngüsel bir seyir izleyen zaman, mevsimsel danslarla belirlenir… Ursula adeta bir antropolog titizliğiyle o kadar derine iner ki, okur, Keş halkının mutfakta kullandığı kapkacaklardan konuştuğu dilin yapısına, döngüsel zaman tasvirinden cenazelerde söylenen şarkılara kadar, özgürleştirici ve imrendirici kabile yaşantısına dair hemen hemen bütün ayrıntıları öğrenir. Öğrendikçe, Na Vadisi halkının arasında olmak istersiniz.

Bütünün parçası olarak ölüm

Ursula okurunu sadece uzak gezegenlere, başka boyutlara götürmekle kalmaz, yaşam ve ölüm hakkında yolculuklara çıkarır. Yerdeniz serisinin üçüncü kitabı En Uzak Sahil ölüm hakkındadır. ”Onun diğerlerinden daha zayıf kurgulu, daha tutarsız ve eksik olması da bu yüzden” der, kitapla ilgili bir söyleşisinde… ”İlk iki kitap yaşadığım ve atlattığım şeyler hakkındaydı. En Uzak Sahil’de konu edilen şeyi ise yaşayıp atlatamazsınız.

Zamanı yenerek sonsuz kadar yaşama isteğinin, yaşamın kendisine ne denli ters olduğunu; insanın sonsuzluk ve ölümsüzlük arayışının neden olduğu tamahkârlıkla, kutsal dengeye yaptıklarının yaşamın nasıl sonunu getirdiğini; ölümle yaşam arasına (ejderhalarla insanlar arasına) duvar örerek çorak bir dünya yaratan kötücül büyücülerin yaptıkları hatayı fark etmelerini, kızılağaç ve Tehanu’nun, Roke büyücüleri ve Orm İrialı’nın yardımıyla duvarı yıkarak ölümle yaşamın dengesini yeniden kurduğunu anlatır, Yerdeniz serisinin beşinci kitabı Öteki Rüzgar’da… Kitabın sonunda büyücü Ged, hayat arkadaşı Tenar’a duvarı ”Dünyayı bütünleştirmek için yıktık,” der.

Son yolculuğuna, varlığını kutlayarak uğurladığım Ursula, Öteki Rüzgâr’da, nefesini bu dünyada bırakmanın yaşamın devam edebilmesi için gerekli olduğunu, Tehanu’nun dilinden anlatır: ”…Bence,” dedi Tehanu yumuşak, garip sesiyle, ”öldüğüm zaman ben, beni var eden nefesi geri teneffüs edeceğim. Yapamadığım şeyleri dünyaya iade edebileceğim. Olmuş olabileceğim ve olamadığım şeyleri. Yapamadığım tüm seçimleri. Kaybettiğim, harcadığım, savurduğum her şeyi. Tüm bunları dünyaya geri verebileceğim. Henüz yaşamamış olan yaşamlara. Bu bana yaşadığım hayatı, sevdiğim sevgiyi, aldığım nefesi dünyaya veren hediyem olacak.

O şimdi ölümü anlattığı ve yaşamadığı için eksik bıraktığını söylediği En Uzak Sahil’de. Ejderha Kalessin’in sırtında öteki rüzgârlara yol alırken, sadece yapamadığı seçimleri, olamadığı şeyleri değil; yazdıklarını, söylediklerini, yaptıklarını, hayal ettiklerini hediye etti, biz hâlâ nefes alanlara…

Ursula K.Le Guin, geride bıraktığı hikâyelerle ejderhalar, gölgeler ve rüyalar arasından göz kırpmaya devam ediyor. Bedeni artık bizimle değil ama yarattığı dünyalar, kurduğu hayallerle her okunduğunda yeniden var olmaya devam edecek.

 

Oya Ayman
Marmariç, Ocak 2018

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.