Hafta SonuManşet

Aynı tas aynı hamam: Türkiye’nin kuraklıkla imtihanı

0
Sapanca Gölü kuruyor (2014)

Geçtiğimiz Aralık ayı sonunda Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Türkiye’nin son 44 yılın en kurak dönemini yaşadığını açıkladı. Eroğlu “Son 44 yılın en kurak yılını yaşıyoruz ama içme suyu sıkıntısı yaşayan bir ilimiz yok… Melen Barajı İstanbul’un sigortası gibi olacak. İzmir’de çok büyük su sıkıntısı vardı oraya da el attık. Şu anda İzmir’de de bir sıkıntı yok. Şu anda yeni barajlar yapıyoruz. Esasen şunu söyleyeyim 193 yerleşim yerinde su problemi vardı bunları kökünden çözdük hatta Kıbrıs’a da su götürdük” dedi[1].

Bu açıklama, Türkiye’de konuyla ilgili bakanının bile kuraklığın ne olduğunu bilmediğini gösterdi.

Kuraklık nedir, ne değildir?

Eroğlu’nun kuraklık haberini verdikten sonra kentlerde susuzluk sorunu olmadığını; yeni barajların yapıldığını ve havzalararası su taşıma projesi olan Büyük Melen Projesi’nin bir parçası olan Melen Barajı’nın inşasının %90’ının bittiğini söylemesi, kuraklığın basit bir susuzluk durumuna indirgendiğini ispatlıyor. Oysa kuraklık sadece kentlinin çektiği susuzluk sorunu anlamına gelmez. Bakanın da belirttiği gibi 200 km öteden Düzce’deki Melen Çayı’ndan taşınan su sayesinde İstanbul’da su kesinti yaşanmasa bile kuraklık bütün şiddetiyle devam ediyor olabilir. Kuraklık yaygın hale geldiğindeyse barajların sayısını iki katına da çıkarsanız, işe yaramıyor. Yağış olmazsa boş barajlara boş gözlerle bakılıyor. Hepsinden de ötesi kuraklık sadece kentliyi ilgilendiren bir sorun değil. Bu, kırsaldaki çiftçinin üretimi, ekininin verimi ve rekoltesi gibi daha pek çok unsuru doğrudan etkileyen bir felaket. Üstelik bunun sonucunda gıda fiyatları artacağı için, çiftçi de kentli de olumsuz etkileniyor. Hatta kuraklık başka etmenlerle de birleşerek köyden kente göçün önemli nedenlerinden biri de oluyor. Ve elbette ki kuraklık insan dışındaki canlılar için üreme, gelişme ve türün devamı konularında belirleyici bir iklim olayı. Yani kuraklık tepeden tırnağa hayatın her aşamasını, her canlıyı ve toplumsal yaşamın köşesini bucağını temelden etkileyecek çok boyutlu ve karmaşık bir mesele.

İklim değişikliği kader mi?         

Bakınız Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca yayınlanan 2017-2023 Ulusal Kuraklık Yönetimi Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nda kuraklığa dair neler denmiş. “Kuraklığın doğal süreçteki oluşumunun engellenmesi mümkün değildir. Ancak, kuraklığın doğru yönetilmesi ile muhtemel kuraklığın olumsuz etkileri azaltılabilir ve kuraklık sonucunda ortaya çıkması muhtemel problemlere ilişkin önceden gerekli tedbirlerin alınması sağlanabilir”[2]. İşte Türkiye’de kuraklık algısında sorgulanması gereken ilk unsur bu. Kuraklık, iklim değişikliğinin tezahür etme biçimlerinden sadece biridir. Ve iklim değişikliği çok büyük oranda endüstriyel, kentsel ve tarımsal faaliyetler sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Yani iklim değişikliği doğa kaynaklı değil insan kaynaklı bir değişimdir. Dolayısıyla bu insan faaliyetlerin gerçekleştirilme biçimlerinde ve sıklıklarında yapılacak istikrarlı değişimlerle bu durum çok büyük oranda değiştirilebilir. Bunun anlamı en kısa ifadeyle şu cümleyle özetlenebilir. Genelde iklim değişikliği ve özelinde kuraklık bir kader değildir…

Ulusal kuraklık yönetimi ilkeleri

Resmi söylemde kader olarak değerlendirilen bu olguyla mücadele etmek için onu yaratan etmenleri ortadan kaldırmak yerine, kuraklığın sonuçlarına yönelik yüzeysel “çözümler” öne sürmek kaçınılmaz oluyor. Ulusal Kuraklık Yönetimi Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nda ele alınan kuraklık yönetimi ilkelerinden birkaçına bakalım. İlk ilke “Sürdürülebilir bir kuraklık yönetimi için, havza ölçeğinde yapılacak çoklu tedbirleri içeren çalışmaların bir plan ve program çerçevesinde entegre bir yaklaşımla ele alınması”. Ancak Türkiye’de havza ölçeğinde planlama yapılıyor olsaydı başta Melen Projesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Su Temin Projesi  gibi daha onlarca havzalararası su taşıma projesinin daha baştan hiç yapılmaması gerekirdi. İkinci ilke “Kuraklık zararlarını azaltmak için yapısal ve yapısal olmayan tedbirlerin alınması” olarak geçiyor. Oysa kuraklık ve seller iklim değişikliğinin birbirini takip eden safhalarıdır. Ve söz konusu ilkenin aksine nehir ve dere yataklarında devam eden yapılaşma ve nehirlerin “ıslah” adı altında beton kanallara dönüştürülmesi Türkiye’nin kanayan yarası. Artvin’in Hopa ilçesinde 2015 ve 2016 yıllarında canlara mal olan seller bunun yakın tarihteki en çarpıcı örneklerinden. Yağmur hasadı gibi hem erozyonu hem de susuzluk sorunu büyük ölçüde ortadan kaldıracak kadim tekniklerin adının ile anılmaması da bu yöndeki eleştirileri doğruluyor. Üçüncü olarak “Kurak dönemde zarar görme riskini azaltmak maksadıyla suyun tasarruflu kullanımını sağlayacak stratejiler ile kuraklığın etkilerinin azaltılması” ise kâğıt üzerinde kalan başka bir ilke. Zira az kirlenmiş gri suyun basit bir arıtmayla yeniden kullanılmasıyla başarılabilecek %50’ye varan su tasarrufu sağlamak için yapılan çalışmaların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Türkiye’nin kuraklıkla imtihanı çetinleşecek

Türkiye’de kurak dönemler

Türkiye’nin su sorunu nüfus artışına bağlı olarak kişi başına düşen su miktarının azalmasıyla sınırlı değil. Geçtiğimiz yüzyıldan günümüze uzanan zaman dilimine baktığımızda 1950-1951, 1973-1974, 1988-1989, 1994-1996, 2000-2001, 2006-2008, 2012-2014 yılları arasında aşırı kurak dönemlerden geçtiğimiz ortaya çıkıyor[3]. Görüldüğü gibi 1950’lerden bu yana aşırı kurak dönemlerin arası kısalmış ve bunlar artık 4-5 senede bir yaşanır hale gelmiş. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde belirtildiği gibi iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan Akdeniz Çanağı’nda bulunan Türkiye’de yağışların Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde %20-40 arasında, İç ve Batı Anadolu bölgelerindeyse %40’tan fazla düşecek[4]. Başka bir ifadeyle yakın gelecekte daha uzun ve şiddetli kuraklıklar bizi bekliyor. Yani nüfusumuz artarken erişebileceğimiz su azalıyor.

Kuraklığın tarıma yansıması fena olacak

Birkaç gün önce Balıkesir Ziraat Odası Başkanı Sami Sözat Balıkesirli çiftçilerin kuraklıktan etkilendiğini ve 1100 çiftçinin banka borçlarının 1 yıl ertelendiğini belirtti[5]. Sözat gelecek 2-3 ay içinde kar ve yağmur olmazsa çiftçinin sadece kar elde etmemekle kalmayıp borca gireceğini söylüyor.  Bir zamanlar ihracatçı ülke olan Türkiye’nin artık ithalatçı ülke durumuna düştüğünü rekoltenin düşmesiyle gıda fiyatlarının 2-3 kat yükselebileceğini ekleyen Sözat bunun sadece üreticinin değil tüketicinin de sorunu olacağının altını çiziyor.

Sapanca Gölü kuruyor (2014)

Ama buna rağmen küresel pazarın taleplerine yönelik mısır, şeker pancarı ve pamuk gibi endüstriyel bitkilerin tarımı yapıp yeraltı su seviyelerini düşürmeye devam ediyoruz. Sadece son 15 yılın içinde Konya Ovası’nda yeraltı su seviyelerinde 30 metreyi bulan düşüşler yaşanırken, Mardin Kızıltepe’de son 20 yılda kuyu derinliği 125 metreden 470 metreye ulaştı[6]. Son 60 sene içinde 2 milyon hektar sulak alan kurudu. Bu miktar Marmara Denizi’nin kapladığı alanın iki katına denk geliyor[7].

Kuraklığa rağmen karbon yakıtlı enerjiye yatırımları tam gaz

Yatağan Termik Santrali

Enerji alanında da durum farksız. Kader gibi algılanan iklim değişikliğinin birincil nedeni olan fosil yakıt tüketimini artıracak faaliyetlerde azalma şöyle dursun artış var. Mevcut kömürlü termik santrallerinin sayısının iki katı kadarının daha yapılması planlanıyor. Kömürün çıkarılması, yıkanması, yakılması (soğutma) ve küllerin depolanması aşamalarında kullanılan su miktarını anlamak açısından şu örnek faydalı. 500 MW’lık bir kömürlü termik santral açık devre soğutma kullandığında kabaca her üç dakikada bir, olimpik bir yüzme havuzunu boşaltacak kadar su çekiyor[8]. Sadece suyu değil toprağı ve havayı da kirleten termik santraller ile ilgili 5 Ocak 2018 tarihli TMMOB Çevre Mühendisleri Odası basın açıklaması çarpıcı. Türkiye’nin 2017 Yılı Hava Kirliliği Raporu’nun kamuoyuyla paylaşıldığı açıklamada 81 illi Türkiye’nin sadece 6 kentinde havanın temiz olduğu belirtildi. Kahramanmaraş, Kütahya, Zonguldak, Manisa Soma gibi yerlerde ise termik santrallerden kaynaklı hava kirliliği yaşanıyor.

Kuraklık kader değil

Türkiye’nin birbirini sıfırlayan kalkınma hedeflerinin ortak noktası aşırı su kullanımı. İklim değişikliğini ve onun bir yüzü olan kuraklığı yaratan politikaları ve uygulamaları değiştirmek yerine, onu hesaba katmadan yapılan enerji, sanayi, tarım ve kentleşme projelerine son vermek gerek. İçmeye, tarım yapmaya temiz su bulamayacağımız günler hızla yaklaşıyor. Havzalararası su taşımakla, daha fazla sayıda baraj yapmakla kuraklığa çözüm değil, sebep yaratılıyor. Kuraklık bir kez daha kapımıza gelmişken “aynı tas aynı hamam” devam mı edeceğiz? Yoksa kuraklığı yaratan nedenleri ortadan kaldırmak için kolları mı sıvayacağız? İşte ilk sorulması gereken sorular bunlar…

Son notlar

[1] Bloomberg (21 Aralık 2017). Veysel Eroğlu: Son 44 yılın en kurak dönemini yaşıyoruz http://www.bloomberght.com/tarim/haber/2080707-veysel-eroglu-son-44-yilin-en-kurak-donemini-yasiyoruz

[2] Orman ve Su İşleri Bakanlığı (2017). 2017-2023 Ulusal Kuraklık Yönetimi Strateji Belgesi ve Eylem Planı, sayfa iii.

[3] Akgün İlhan (18 Haziran 2015). Su arzı artar ama Karadeniz biter. Gaia Dergi.

[4] TEMA (3 Aralık 2017). Kuraklık kapıda. http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/entitialfocus.aspx?primary_id=1928&target=categorial1&type=2&detail=single

[5] Milliyet (5 Ocak 2018). Kuraklık Çiftçiyi Etkiliyor. http://www.milliyet.com.tr/kuraklik-ciftciyi-etkiliyor-balikesir-yerelhaber-2510991/

[6] TEMA (3 Aralık 2017). Kuraklık kapıda. http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/entitialfocus.aspx?primary_id=1928&target=categorial1&type=2&detail=single

[7] CNN Türk (5 Eylül 2013). Marmara Denizi’nin 2 katı sulak alan kurudu.  https://www.cnnturk.com/2013/turkiye/09/15/marmara.denizinin.2.kati.sulak.alan.kurudu/723480.0/index.html

[8] GreenPeace (11 Mayıs 2016). Büyük Su Gaspı. http://www.greenpeace.org/turkey/tr/press/reports/komur-su-raporu/

Akgün İlhan

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.