Hafta SonuManşetUncategorized

[İnsan Deneyleri] ABD’de bilim marifetiyle insan hakları ihlalleri

0

İnsanlık tarihi boyunca, insan menfaatine küçük ya da büyük her bilimsel gelişme için mutlaka bir bedel ödenmesi gerekti. Peki bu bedeli kim ödeyecek? [Hayvan Deneyleri] yazı dizisinde bu sorunun cevabını hep birlikte bulmaya çalışacağız

demiştik Yağmur Özgür Güven’in “Hayvan Deneyleri” yazı dizisi tanıtımında, Güven, [İnsan Deneyleri]ni de aktarmaya başlıyor. İlk dizinin tanıtımındaki ilk cümle burada da geçerli, “İnsanlık tarihi boyunca, insan menfaatine küçük ya da büyük her bilimsel gelişme için mutlaka bir bedel ödenmesi gerekti.”

***

2 – ABD’de bilim marifetiyle insan hakları ihlalleri

ABD, özellikle 19. ve 20. yüzyılda “tıbbi tedavi” adı altında ve kişilerin rızası alınmaksızın ırksal azınlıklar, mahkumlar, yoksul ve dezavantajlı kişiler üzerinde gerçekleştirilen bilimsel deneylere ev sahipliği yaptı.

Jinekolojinin babası kabul edilen J. Marion Sims 1845-49 yılları arasında köle kadınlarda anestezi vermeden çoklu deneysel ameliyatlar yapmış, içlerinden biri tam 34 ameliyat geçirmişti. 1896 yılında Boston Çocuk Hastanesi’nde baş asistan A.H. Wentworth, yaşı 4-36 ay arasında değişen çocuklar üzerinde defalarca omurilik kanalı deneyleri yapmış ve yedisinin ölümüne sebep olmuştu. The Philadelphia Polyclinic dergisi 1896 Ekim sayısında menenjit şüphesi olan bir çocuk hastada yapılan lomber ponksiyon[1] uygulamasının ardından çocuğun nabzının 250’ye çıkarak kendini yatağa ve duvara vurmasından bahsediyordu. [2] Pennsylvania Temsilciler Meclisi 1913 kayıtlarına göre; 146 çocuğa kasten frengi bulaştırılmış ve yetimhanedeki 14 çocuk tüberküloz araştırmalarında görme yetilerini kaybetmişlerdi.[3] 1919-22 yılları arasında Dr. Leo Stanley, San Quentin’deki 500 mahkûm üzerinde testis nakli deneyleri yapmıştı ve 1951’e kadar farklı konulardaki deneylerine mahkumlar üzerinde devam etti. Stanley, idam edilen mahkumlardan ve hatta bazı büyükbaş hayvanlardan aldığı testisleri genç ve sağlıklı erkek mahkumlara naklediyordu.

1930-40’larda Almanya’da zirve yapan ırkçı tutum, ABD’de de karşılık buluyordu; Afrika kökenli insanların kanı kabul edilmiyordu[4]. Amerikalı psikiyatristler Alman psikiyatristlerden etkilenmişlerdi; iki grup da kısırlaştırma-lobotomi-elektroşok gibi yöntemler kullandılar. ABD’ye göç eden çok sayıda Alman bilim adamı, Hava Kuvvetleri’nde işe alındı; korkunç yöntemlerle elde ettikleri bilgileriyle  jet-roket makine ve yakıtları, hava hekimliği ve havacılık araştırmaları konusunda ABD’deki teknisyenlerden daha donanımlıydılar.[5]

Çıkarılan yasalar ve bu yasaların bir gereği olarak genetik hastalığı olan kişilerin kısırlaştırılması da sadece Nazi Almanyasına özgü değildi: Charlottesville’de yaşayan Carrie Buck, zihinsel olarak hasta bir annenin sağlıklı kızıydı ve Virginia yasalarına göre ‘potansiyel olarak normal çocuktan daha az normal çocuk sahibi olabilir’ denilerek 1927 yılında isteği dışında kısırlaştırıldı. Fakat bu olay bir ilk değildi; ABD’de tıbbi sebepler olmaksızın yapılan ilk kısırlaştırma operasyonu, 1899 yılında Harry Sharp tarafından 19 yaşındaki bir genç erkekte gerçekleştirildi ve Sharp, ABD’deki öjeni hareketinin başrolündeki kişilerden biri oldu.

 

Kobay ve sıçanlar üzerinde vazektomi deneyleri yapan Robert Oslund, gerçekleştirdiği 200’ün üzerindeki prosedüre ait çalışmalarını 1923’te yayınlayarak uygulamaların sağlık üzerinde olumsuz etkiler yaratmadığı görüşünü savundu. 1909-1924 yılları arasında yaklaşık 6,000 kişi epilepsi, suça yatkınlık gibi sebeplerden dolayı rızası dışında kısırlaştırılmıştı. İngiliz tıp dergisi Lancet’te 1945’te yayınlanan makalede ise, sadece 1941-43 yılları arasında ABD’de 42 bin kişinin kısırlaştırıldığı bilgisi yer alıyordu. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda davranış modifikasyonu ve öjeni amaçlı kısırlaştırmada toplam rakam 320 bine ulaşmıştı.

1940-60 yılları arasında mahkumlar üzerinde yapılan sayısız uygulamadan söz edilebilir: Harvardlı biyokimyager Edward Cohn tarafından Massachusettsli 64 mahkuma sığır kanı enjekte edilmiş, Chicago Tıp Fakültesi’nden Dr.Alving tarafından Illinois’deki 400 mahkum üzerinde ve Atlanta’daki 800 mahkum üzerinde sıtma deneyleri yapılmış, Pennsylvania Üniversitesi’nden Dr.Stokes tarafından 200 kadın mahkuma kasten hepatit bulaştırılmış, ABD ordusu ile yapılan anlaşma ile Pennsylvania Üniversitesi tarafından Pennsylvania’daki yüzlerce mahkum üzerinde psikofarmakoloji deneyleri, Dr.Sabin tarafından Ohio’daki 33 mahkum üzerinde çocuk felci aşısı deneyleri yapılmış, dermatoloji çalışmaları yapan Dr.Klingman tarafından Holmesburg’daki 70 mahkuma kanserojen bir madde olan dioksin enjekte edilmişti.

1932’den 1972’ye kadar süren ABD Kamu Sağlığı Hizmetleri tarafından desteklenen Tuskegee Frengi Araştırmalarında, frengi hastası 399 Afrika kökenli Amerikalı erkek çiftçi, hastalığın doğal seyrini anlayabilmek için kendilerine hiçbir bilgi verilmeksizin denek olarak kullanılarak tedaviden mahrum bırakıldı. Pek çoğu ailelerine de bulaştırdı ve hayatlarını kaybettiler. Oysa o yıllarda penisilin keşfedilmişti ve bu hastalar için tedaviler geliştirilebilirdi. Konu basına sızınca araştırma mecburen durduruldu. 1997 yılında Başkan Clinton, ABD devletinin gerçekleştirdiği bu utanç verici uygulamadan dolayı Tuskeegee deney kurbanlarından ulus adına özür diledi.

ABD’de zihinsel engelliler için devlet tarafından işletilen en büyük kurum olan Staten Island’daki “Willowbrook State School for the Retarded” zihinsel engelliler okulunda ise, çocuklara aşı bulma amacıyla kasten aktif hepatit virüsü bulaştırıldı ve yapılan çalışmaya silahlı kuvvetler tarafından fon sağlanıyordu. Dr. Saul Krugman’ın yönetiminde yapılan bu çalışmalar 1950’lerde başlayarak 1972’ye kadar devam etti ve aileleri, çocuklarının aşı olacağına dair yalan bilgilerle kandırılarak onay formları imzalatılmıştı. 1956’da, Walter E. Fernald Eyalet Okulu’ndaki zihinsel engelli çocuklara ağız ve damariçi yolla radyoaktif kalsiyum verildi.

1960’larda ABD ve İngiltere’deki tıbbi araştırmaların ve bazı tıbbi uygulamaların insan haklarını ihlal etmesi gündemdeydi. 1963’te Brooklyn’deki Yahudi Kronik Hastalıklar Hastanesi’ndeki 22 yaşlı hastaya canlı kanser hücreleri enjekte edilerek, sağlıklı hücrelerin kanserli hücrelerle nasıl savaştığı araştırıldı. Madness Network News’e göre CIA, 1953-67 yılları arasında LSD ve 1954’te üretilen thorazine ve benzer antipsikotik ilaçları incelemek üzere seçtiği doktorları görevlendirerek mahkumlar üzerinde yıllar süren deneyler yaptırdı. 1940-60 arasında ABD’de 50 bin insana lobotomi uygulandığı düşünülüyordu ve zamanla bunun yerini güçlü psikiyatrik ilaçlar aldı, bu ilaçların yan etkileri nedeniyle binlerce insanın hayatını kaybetmiş olduğu yapılan incelemeler sonunda anlaşılmıştı: ABD Ulusal Madde Bağımlılığı Kurumu, 1976-77 yılları arasında acil servislere gelen ve ilaç kullanımıyla ilgili olan 5800 ölüm vakasının çoğunun, psikiyatri ilaçlarından kaynaklandığını tespit etti. Patoloji uzmanlarının yaptığı araştırmalar, bu ilaçların öğürme refleksini bastırması sonucunda gıda aspirasyonu yani gıdanın yanlışlıkla solunum yoluna kaçmasına sebep olduğunu göstermişti ve öğürme refleksi eksikliği, psikiyatri hastalarının %40.3’ünde görülürken, ilaçların uzun süreli kullanımı da merkezi sinir sisteminde geri döndürülemeyen hasarlar yaratıyordu.[6]

Tekrar üremeye değer görülmeyen insanların zorla kısırlaştırılması yasasını 1907’de onaylayan ilk eyalet olan[7] Indiana’da, 1982 yılında ilk pasif pediatrik ötanazi vakası yaşandı. 9 Nisan 1982’de Bloomington Hastanesi’nde down sendromlu olarak doğan erkek bebek Doe’nun, yemek borusundaki deformasyonun yiyeceklerin midesine ulaşmasını engellemesi nedeniyle acil bir ameliyat olması gerekiyordu ancak aile down sendromlu bir çocuğu büyütmek istemedikleri gerekçesiyle buna izin vermedi. Doe, 15 Nisan 1982’de açlıktan öldü. Yüksek Mahkeme de 3’e 1 oyla Doe ile ilgili kararın aileye ait olduğuna hükmettiğinden, doktorlar hiçbir şey yapmamışlar ve bebek ölüme terk edilmişti. Bu olayın toplumda yankı bulması nedeniyle dönemin başkanı Ronald Reagan’ın isteğiyle bir yönetmelik hazırlandı ve yönetmelikte, “konjenital bozuklukları ne denli ağır ve yaşama olasılıkları ne denli düşük olursa olsun, doktorların tüm yenidoğanların yaşamını sürdürmek için ellerinden geleni yapmakla yükümlü tutuldukları” belirtiliyordu.[8]

Oysa ki hekimlerin hastalarını iyileştirmeleri için ellerinden geleni yapmaları ya da mesleklerini kötüye kullanmamaları için herhangi bir yasal düzenlemeye gerek bile olmamalıydı:

“…. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun, erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan sakınacağım. ……”

(Hipokrat Yemini’nden)

[1] LP: Lomber ponksiyon bir tıbbi teşhis ve bazen tedavi yöntemidir. Beyin omurilik sıvısı örneği alınarak biyokimyasal, mikrobiyolojik ve sitolojik inceleme yapılabilmesi için bir tıbbi prosedürdür. Bazen de artmış kafa içi basıncı düşürmek için yapılır. – Vikipedi

[2] American Humane Association, Human Vivisection: A Statement and Inquiry, 1900, s.6

[3] Human Experimentation: Before the Nazi Era and After – http://www.micahbooks.com/readingroom/humanexperimentation.html

[4] Straus, Dr. Eugene W-Alex, Tıbbi Mucizeler, İstanbul, 2014, s.159

[5] Lenny Lapon, Beyaz Önlüklü Katiller, 2016, s.115

[6] Lapon, age, s.99-106-163

[7] https://www.uvm.edu/~lkaelber/eugenics/IN/IN.html

[8] N. Yasemin Oğuz, Pediatrik Ötanazi, 1996, s.771

 

Yağmur Özgür Güven

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.