Hafta SonuManşet

[Arada Bir] Martının ilk uçuşu- Yaşar Özürküt

0

Gecenin güne dönüştüğü bir vakitteyim. Bu saatlerde deniz ala-buladır. Karadan, griye doğru an be an değişir deniz. Sonunda mor bir mavilik kuşatır çevreyi. Karşının, hele hele Dragos Tepesi’nin göz kırpan gece kalıntısı ışıkları da, göz kırpışlarını usul usul terkeder. Yakamozlar nöbet değiştirir. Martıların gece çığlıkları kesilmiştir. Günün ilk ışıklarıyla yeniden başlayacak olan cıyaklamalar, yerini arada bir yavrularını yoklayan ana martıların “gak-guk”larına bırakmıştır.

Penceremin karşısındaki çatıdaki doğa olayını, bu yıl gün-be-gün izledim. İlkin, çöp- çaput, ip-ot getirdiler gagalarıyla. Sonra da geçen yılki, kuluçka mekânında çevre düzenlemesi yaptılar. Derleyip toparladılar. Dişi martı bir güzel yerleşti mekâna. Ama sürekli o yatmadı yumurtaların üstünde. Arada bir nöbet değiştirdiler. Erkek martı, babalık nöbetini alıp yumurtaların soğumasını engellerken; dişi martı da kanat çırpıp denize doğru yalpa vurarak uzaklaştı sık sık. Kaç gün sonraydı hesaplamadım. İlkin ikiydi, sonra üçleşti yavrular. Geçen yıl da üç yavru vardı bu çatıda. Yavrulardan biri cılızdı. Bu yıl da öyle. İlk badi badi yürüyüşler, aile büyüklerinin gözetiminde oldu. Üçüncü yavru hep gerilerde kalıyordu. Bu yıl da öyle oldu. Üçüncü yavru diğer ikisinden daha cılız… Sürekli diğer ikisinden ayrı geziyor. Kendi başına buyruk davranıyor. Zaman zaman ana baba martıların getirdiği  ve büyük bir törene dönüşen gak’lamalardan sonra kusarak aile sofrasına sundukları yiyeceklere de yabancı kalıyor üçüncü yavru. Diğerleri büyük bir iştahla saldırıp, yiyecekleri mideye indirirken, o onları uzaktan izliyor sadece. Sonra da gelip artıkları gagasıyla toplamaya çalışıyor. Diğer iki yavru, uyumlu bir çift olarak, birlikte dolaşırken; o, hep ayrı onlardan. Kendi kafasına göre takılıyor.Öğle güneşinin dik ışıklarını diğer iki yavru martı, bacanın gölgesinde geçirirken; üçüncüsü için öyle bir sorun yok. Onun işi, çatının ucuna kadar gelerek komşu çatıdaki tek yavrunun kanat çırpışlarını gözlemek. Ya da, düştüm düşecek kadar kıyıya gelip, gagasını aşağıda ne olup bitiyor diye uzatmak. Dikkatle gözledim, böylesi durumda ana martı acı acı gaklayarak geliyor cılız yavrunun yanına. Sürekli bir aşağı bir yukarı kalkıp inen başıyla sanki kıyıya yaklaşmanın tehlikesini anlatıyor ona. Üçüncü yavru anlar görünse de, çok geçmeden yine çatının kıyısında alıyor soluğu. Bunun dışında zaten aileden kimsenin ona aldırdığı yok. Onun varlığı, ancak kıyı tehlikesiyle fark ediliyor gibi. O da bunu bilerek yapıyor. Geç doğmuş olmanın, diğer iki kardeşiyle farklı oluşun ilgi eksiğini böyle gideriyor üçüncü yavru.

Bu geç doğuş mu, ilgi eksikliği mi, beslenme yetersizliği mi bilemem; ama bu yavru sanki altı aylık da diğerleri tam dokuz aylık çocuk gibi. Giderek bu fark arttı. Palazlanan iki yavruya karşın, bu üçüncüsü yürümekte zorlanıyordu. İlk kanat çırpma provaları başlayınca, iş iyice anlaşıldı. Üçüncü yavru sadece gözlemci… Diğer ikisi, karşı çatıdaki eke yavrunun da meydan gösterilerinin etkisiyle olsa gerek; boydan boya çatıyı arşınlayacak şekilde kanat çırparak ilk uçma talimlerine başladılar. Bu süreç yavru martıların, çevreye uyumu için en tehlikeli süreç. Başarısız bir kanat çırpış, çatıdan aşağı zamansız bir inişi getirebilir. O nedenle olsa gerek, ana martı hep çatı kıyısında nöbettedir bu süreçte.

İlkin kanat provaları başlıyor. Buna, yerinde kanat sayma da diyebiliriz. Durmadan kanat çırpıyorlar. Yavaş yavaş ayakları giriyor devreye. Ayakları üstünde zıplayarak, havayla ilk temaslarını sağlıyorlar. Bu onlara cesaret veriyor. Giderek yol mesafesini çoğaltıp, enine boyuna arşınlıyorlar çatıyı.

Bu işin tehlikesi şu; güçlü ve sağlam kanat çırparak, günü geldiğinde yumuşak bir uçuşla aşağı inemezlerse, durum kötü! Ayak-kanat dengesiyle uçmayı iyice öğrenmeden, aşağıya heveslenen kanadı kırık martı yavrularıyla dolu Ada sokakları. O ilk provada, kanatlarını iyi kullanamayan yavrular, yere yaklaştığında ayak yerine kanatlarından birini yere destek veriyor. İş tamam!. Yeteri kadar güçlenmemiş olan kanat kemiği kırıldı mı, artık o martı yavrusu kedilerin oyuncağı olmaya mahkûm. Uçamazlar. Uzun sürmeyecek bir ömrü kırık kanatla geçirmek zorundalar. Bazıları şefkatli bir ada sakininin yardımıyla veterinerle tanışsa, kanat tedavisi görse de mümkünü yok. Düzelmez. Artık onların yaşamı, deniz kıyısındaki balık artıklarına, ya da ada sakinlerinin, günü birlikçilerin bıraktığı yiyecek artıklarından paylarına düşecek olan kalıntılara bağlıdır. Bir martı ömrü böyle geçer.

Bu tehlikeyi iyi bilen ana baba martılar da uçuş talimlerini büyük bir dikkatle izleyip, gerektiği yerde uyarıyorlar yavrularını. Gerçi ben anlamıyorum dillerinden. Ama öyle olmasa, onlar kanat provası yaparken, çatı oluklarının kenarına kadar gelip nöbete girmezler. Ama tüm bu gaklamalar, guklamalar üçüncü yavruya vız geliyor. Kendinden sadece iki gün önce dünyaya gelmiş olan kardeşlerine inat, onların kanat prova nöbetine ilgisiz. Sanki bir gün kanat çırpma gereksinimi olmayacak gibi tembel tembel dolaşıyor ortalıkta.

Geçen hafta bir dostuma yemek sözüm vardı. Kaburga yiyecektik. O geceyi karşıda geçirdim. Ada’ya döndüğümde ilk işim komşu çatıya göz atmak oldu. Yavrulardan biri yoktu. Çelimsiz yavru ortalıkta dolaşıyor, utangaç utangaç kanat provası yapıyordu. Palazlanmış kardeşi de boydan boya uçuş talimlerini sürdürüyor, ustaca kanat çırpıyor, çatının üstünde dakikalarca havada durabiliyordu. Üçüncü yavru yoktu. Komşu bahçeyi taradım gözlerimle, kanat kırıp düşmüş müydü? Hayır yoktu. Zaten öyle olsa, ana baba martılar; hatta tüm komşu çatının martıları bir figan koparıyorlar ki, ne gece uykusu, ne iki satır bir şey okuyamazsınız. Ta ki o yavrunun güvenliği sağlanana dek, o bahçede ya ana, ya baba; yavruyla birlikte nöbettedir.

Meraklı gözlerle taradım komşu bahçeyi. Sessiz! Sokaktan da yavru cıyaklaması gelmiyor. Ana baba martılar da mutlu mutlu dolaşıyor çatıda. Demek ki ilk yavru başarılı bir uçuşla evrendeki yerini aldı. Kıyıda yiyecek kavgasına paydaş oldu. Sıra diğerlerinde. Acaba onlar ne durumda diye düşünürken, çatının deniz tarafındaki kıyısına gelmiş olan yavru martı aniden kanat çırparak komşu çatıların üstünden, güvenli bir uçuşla uzaklaştı aileden. Gözden ırayana kadar izledim yavru martıyı. Bu olay, yavru martının doğaya uyumu açısından ne kadar tarihi bir ansa; benim için de büyük bir rastlantıydı.

Hep bir ilk uçuşu merak etmiştim. Çünkü bu ilk uçuştan sonra, yavrular geriye aynı çatıya dönmüyorlardı. İlkin yaşam savaşı, yiyecek kavgası derken; vakti saati gelince de çatı paylaşım savaşı vardı martıların dünyasında. Güçlü olan, kavgayı kazanan martı ailesinin bir çatısı oluyordu. Bir gün böyle bir çatı paylaşım kavgasını dakikalarca izlemiştim. Bu sözünü ettiğim komşu çatının paylaşımıydı. Oraya yerleşmiş olan bir çift martı, çatıyı işgale gelen başka bir çiftle kıyasıya kavga etmişti. Erkek martıların kavgasını, dişi martı gözlemiş gerektiğinde yardım etmişti eşine. Alt alta, üst üste bağırtı çağırtıyla süren kavga, neredeyse kanlı bitecekti.

Ada’da ilk günlerimdi. Martılarla fazla tanışıklığım yoktu. Merakla izledim. Belki bir yarım saat sürdü kavga. Sonra işgale gelen martı kanat çırpıp uzaklaşmak istedi. Öteki de peşinden. Komşunun terasında yeniden kavgaya tutuştular. On beş dakika kadar da orada sürdü kavga. Yakından gözlemek için dürbüne davrandım. Manzara korkunçtu. İşgalcinin kanat kemiğini gagasıyla sıkıca kavramış olan ev sahibi, bir ayağıyla da altına aldığı martının boğazına basıyor, nefesini kesiyordu.  Soluksuz kalan işgalciden, yılan ıslığı gibi fısıltı halinde sesler çıkıyordu. Dakikalarca sürdü bu manzara. Telefona davranıp, komşuyu uyarmak geldi içimden. Ama telefon numarasını bilmiyordum. İnip haber vereyim, terasa çıkıp ayırsınlar diye düşündüm. Ama geç kalmış olmalıydım. Çünkü ‘çatı sahibi’ martı, uçarak döndüğü mekânında  eşiyle sevinç  çığlıkları atarken, işgalci martı komşu terasta boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Bir katliama tanıklık etmiştim. İçim burkuldu. Ezildim. Üzüntü içinde ne yapacağımı bilemeden donakaldım. Ama gözlerimi de komşu terastan ayıramıyordum. Olay otuz metre uzakta geçiyordu. Çıplak gözle net görünüyordu. Ama daha iyi görebilmek için dürbünü kullandım.

Çok geçmeden işgalci martıda ilk yaşam belirtileri başladı. İlkin ayaklarını oynattı. Sonra kanatları ve gagası hareketlendi. Ayaklarının üstüne kalktığı an, müthiş sevindim. İşgalci de olsa, sonuçta bir canlıydı o da. Günah onun muydu? Yeteri kadar çatı olsa, hiç gelir de ‘meşgul’ bir çatıyı ele geçirmeye çalışır mıydı? diye düşündüm. İşgale gelip ev sahibi martıyla kavgaya tutuştuğu an suçladığım, sonra dayağı yediğinde acıdığım martıyı, merakla izledim. Uçacak kadar güç toplayınca arkasına bakmadan ters yöne kanat çırparak gözden ıradı. Martılar dünyası da güçlü olandan yanaydı.

Bu olayı bire bir gözlediğim için, yavru martıların ilk uçuşunu, çatı kavgasına kadar sürecek olan yaşam serüvenini hep merak etmiştim. Bir rastlantı sonucu tanıklık ettiğim bu ilk uçuşu gözleyen yalnız ben değildim. Meraklı bakışlarla ikinci yavrusunun güvenli uçuşunu izleyen ana martı ve de kardeşinin ilk uçuşunu, kendi uçuşu için de örnek olarak gözleyen tembel, üçüncü martı yavrusu da gözlüyordu olayı.

Sular aydınlandı. Güneşin ilk ışıkları karşı dağlardan uç verdi. Kabataş’tan saat 6.50’de hareket etmiş olan sabah vapuru, zarif bir gelin gibi süzülerek yaklaşıyor Büyükada İskelesine. Ben başka bir Ada’yı düşlüyorum. Uzak bir Ada’yı… Martılar gibi kanat çırpıp oralara uçmak geliyor içimden. Ama olanaksız.

Artık uyumalıyım…

 

Yaşar Özürküt

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.