Köşe Yazıları

Tarihi sokak çeşmelerimizin söyledikleri

0

Sokak çeşmeleri vardı; içlerinden sular akardı. Parası olan olmayan herkes bu sulardan içerdi. Kurdu kuşu, kedisi köpeği bu çeşmelerden ihtiyacını giderir; insanlar başlarında karşılaşır sohbet ederdi. Bu çeşmelerin suyu içilir, bir damlası heba edilmezdi. Sonra bir şeyler oldu? Çeşmelerin suyu kurudu, kuşların sesi çıkmaz oldu. Ağaçlar kesildi, yer gök betona kesti. Çeşmeler birer ikişer görünmez oldu. Muslukları söküldü, üstleri çizildi, taşları söküldü, boyandı, kırılıp döküldü. Yıllar boyunca üst üste bindirilen asfalttan döşeme taşları yüzünden yarı bellerine kadar gömüldü. Çeşmelerin suyu çevrildi, pet şişelere hapsoldu. Parayı veren suyu aldı, alamayan susuz kaldı…

Emetullah Gülnuş Valide Sultan Çeşmesi I, içinden hala su akan ve esnafın hala temizlik amaçlı kullandığı bir tarih İstanbul çeşmesi. (Fotoğraf: Akgün İlhan)

İstanbul’un suyla ilişkisi

Susuzluk İstanbul’un en büyük sorunlarının başında geliyor. Bu kentin suyla benzersiz bir ilişkisi var. O, ne Paris ve Londra’da olduğu gibi bir nehrin iki kenarına, ne de Beyrut ve İzmir’de olduğu gibi bir dağın, yani bir tatlı su deposunun yamaçlarına kurulmuş bir kent. Tarih boyunca içme suyu sıkıntısı çekmiş bu koca şehir tepelerle dolu, bir boğaz ve iki iç denizle çevrili ve içinden şimdilerde kurumuş ya da fosseptik kanalına dönüşmüş 80 civarında derenin aktığı benzersiz bir coğrafya. Jeopolitik önemi ve bir dünya ticaret kenti olması nedenleriyle hep kalabalık bir şehir olagelmiş İstanbul. Cumhuriyet Dönemi öncesi 1896 yılında nüfusu bir milyona[1] ulaşarak o zamanın rekorunu kırmış. Kentin nüfusunu kontrol altında tutan en önemli doğal baskılayıcı her zaman su olmuş. İstanbul suya karşı verdiği mücadele içerisinde tarih boyunca muazzam su yapıları ve sistemleri kurmak zorunda kalmış. Şimdi de nüfusu 15 milyonu geçmiş İstanbul suyun doğal sınırlayıcı olma özelliğini hiçe sayarak havzalararası su taşıma projelerini bir biri ardına hayat geçiriyor. Bunlar da büyük yapılar ama ne eskiden olduğu gibi doğa dostu ne de ekonomikler. İstanbul büyüyor, büyüdükçe susuzluğu artıyor. Susuzluk arttıkça da su arzını artıracak su altyapılarının sayısı artıyor. Sonuç muazzam bir ekolojik ayak izi ve ondan etkilen insanların maruz kaldığı ekolojik adaletsizlik. Murat Güvenç’in de dediği gibi İstanbul’da toplumun refahı su sisteminin devam ettirilmesiyle doğrudan ilişkili. Toplumsal refah ve politik istikrar ortadan kalktığı zaman su sistemlerinde de sorunlar yaşanıyor[2]. Tersten okunduğunda da suyun varlığı ya da yokluğu siyasi istikrarı belirleyici bir rol oynamış. Bunu en net şekilde İstanbul’un tarihini bize anlatan çeşmelerden öğreniyoruz.

Hırdavatçılar Çarşısı’nda Gülnuş Sultan’ın çeşmeleri   

Dün Muzaffer Özgüleş[3] rehberliğinde İstanbul’un Karaköy semtinde yer alan Hırdavatçılar Çarşısı etrafında bulunan 3 tarihi sokak çeşmesini (Emetullah Gülnüş Valide Sultan Çeşmeleri I, II ve III) ziyaret vardı. Salt Galata’da İşveren Sergisi’ne paralel olarak düzenlenen bu gezi ninelerimizin ve dedelerimizin mezarlarını ziyaret gibiydi adeta. Biri hariç olmak üzere içinden su akmayan bu çeşmeler mezarlık taşları gibi ıssız objelere dönüşmüştü.

Emetullah Gülnuş Valide Sultan Çeşmesi II önünde Muzaffer Ergüleş çeşmenin tarihini anlatıyor. (Fotoğraf: Akgün İlhan)

Emetullah Gülnuş Valide Sultan Çeşmesi III adeta görünmez hale gelmiş. (Fotoğraf: Akgün İlhan)

Özgüleş, sadece çeşmeleri değil her gün önünden geçip gittiğimiz Hırdavatçılar Çarşısı’nın tarihçesinde Galata’nın 17. yüzyılla başlayan dönüşümünü ve suyun toplumsal yaşamı belirleyiciliğindeki önemini de anlatıyordu. O dönemlerde gayrimüslimlerin yeri olarak bilinen Galata semti, 1696’daki büyük yangının ardından demografik ve dini bir dönüşümden geçmeye başlamıştı. Semtin en önemli Katolik yapısı olan San Francesco Kilisesi de bu yangından büyük ölçüde zarar görmüş fakat yeniden yapılmasına izin verilmediği gibi, yerine Osmanlı padişahı II. Mustafa’nın annesi Gülnuş Valide Sultan[4] tarafından Galata’nın ilk ve tek valide sultan camisi Yeni Cami 1698’de inşa edilmişti. Bu inşaatla,  o dönemde Kutsal İttifak Devletleri’ne karşı alınan yenilgilere bir cevap verilmiş olurken, Galata semti Müslümanlar için de çekici bir hâle getirilmeye çalışılıyordu. Bu süreçte cami kadar ve hatta belki daha fazla önem verilerek inşa edilen bir başka yapı da Emetullah Gülnüş Valide Sultan Çeşmesi’ydi. Sultan, Galata’yı suyun gücüyle Müslümanlaştırmak için sonraki yıllarda caminin çevresine yine kendi ismiyle anılan iki çeşme daha yaptırdı ve hepsine yeni su yollarıyla su sağladı[5].

Galata Hırdavatçılar Çarşısı’nın tepeden görünümü (Fotoğraf: Akgün İlhan)

Yanan katedralin yerine yapılan Yeni Cami 1936 yılına gelindiğinde bakımsızlıktan yıktırıldı. Böylece onun yerine günümüzde de faaliyette olan Galata Hırdavatçılar Çarşısı (1959) kurulmuş oldu. Yüzlerce hırdavat dükkânının bulunduğu bölge pek çok belediye başkanının zaman zaman boşaltmaya çalıştığı ve kentsel dönüşüme tabi tutulmak istenen bir yer haline geldi. Sokak çeşmelerinin sağladığı iyi yaşam koşullarıyla bugünlere gelen bu bölge rengârenk dükkânları, esnafı, eski sokakları ve kesintisiz tarihiyle İstanbul’un kesinlikle gezilip görülmesi gereken yerlerinden biri. Ve binaların arasına sıkışmışlığına, susuz kalmışlığına ve yağmalanmışlığına inat bu tarihi çeşmeler zamana meydan okuyor.

Çeşmeler sadece tarihi anlatmakla kalmıyor…

Sokak çeşmeleri suyu zengin fakir ayrımı olmaksızın herkese ve hatta kentteki diğer canlılara taşıyan yapılardı. Zira bu çeşmeler tüm canlıların en temel gereksinimi ve hakkı olan suyu alınıp satılan bir metaya dönüştürmeden, yani ekonomik döngünün dışında bir yerden sağlıyordu. Günümüzdeki su tedariki ise tam tersi şekilde işliyor. Kullanım suyu ve içme suyu olarak iki kaleme ayrılmış olan suyumuz, evdeki musluklardan, pet şişelerden ve damacanalardan sağlanıyor. Suyumuzu sağlamakla görevlendirilmiş belediyeler ve ambalajlı su şirketleri sokak çeşmelerinden akan suyun kaynaklarını tamamıyla kontrol altına almış durumda. Gerek kullanım suyu gerekse içme suyu için sürekli büyüyen ekonomik bedeller ödüyoruz. Üstelik İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok büyük kentinde evdeki musluklarımızdan akan su içilmeyecek kalitede akıyor. Su borularımız asbestli, suyun kaynağı akarsularımız ve göllerimiz kirli. Su borularımız patlak ya da çatlak; su kayıpları %55’lere çıkıyor. İstanbul’a su yetmez olmuş; 200 km öteden Melen Çayı’ndan su taşınıyor. Tüm bunların maliyeti yine bizden çıkartılıyor. Su faturasını ödeyemeyenin suyu kesiliyor; en temel yaşam hakkı olan su hakkı ihlal ediliyor.

Su sıkıntısının nüfus yoğunluğuyla birlikte yükseldiği İstanbul’da çeşmeler “İstanbul’un toprağın altında ve üstünde kurduğu su ağının, su yüzüne çıkan ipuçları olarak, insanla buluşma noktalarıydı. Onlar bir kültür ve mimarlık kanıtı olmanın yanı sıra arkalarında Mimar Sinan öncülüğünde gelişmiş, doğa dostu ve ileri bir teknoloji saklardı”[6].  Günümüzde ise kendi su varlıklarını ambalajlayıp dünyanın öbür ucunda onlarca ülkeye satmakla övünen bir belediyenin[7] doğa dostu işler yapmadığı ortada. İstanbul susuzlukla boğuşur, Marmara bölgesinin kuzeyi boyunca var olan hemen tüm tatlı su varlığını barajlar, kanallar ve su yolları ile kendine akıtırken, bu su ihracı sadece suyumuza, toprağımıza değil su ticareti yoluyla yarattığı karbon emisyonlarıyla iklime de zarar veriyor. Bizi ambalajlı suya mahkum eden bir su hizmetleri anlayışıyla, ekolojik ayak izi şebeke suyundan kat be kat fazla olan bu ambalajlı su sektörü iyice palazlanıyor. Oysa su altyapılarının yenilenmesi, gri suyun yeniden kullanımı ve yağmur hasadı gibi roket bilimi gerektirmeyen kolay adımlarla suyumuzun kalitesi ve sudan yararlanma oranımız artarken ambalajlı suya gerek kalmaz. İşte su meselesine ekonomik ve doğa dostu kolektif bir çözüm olarak sokak çeşmelerine bakmak bu nedenlerle çok önemli.

Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kurtarılmalıdır Kampanyası

 

Bereketzade Çeşmesi (Galata)

Sokak çeşmeleri tarihin tozlu sayfalarında birer fotoğraf ya da gravür olarak kalmasın, günümüze kadar kalanları da sadece bir mimari süs objesi olarak görülmeden içinden tekrar sular aksın denilerek yola çıkan Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kurtarılmalıdır Kampanyası’nı anmadan bu yazıyı bitirmek olmaz. 1984-1986 yılları arasında gerçekleşen bu proje, dönemin Milliyet ve Güneş gazetelerinin katkılarıyla basın, kamu, belediye, özel ve sivil toplum kuruluşları işbirliği ve finansmanında 1 yılda 50 tarihi çeşmenin onarımını ve suya bağlanarak tekrar canlanmasını amaçlıyordu. Bu sürecin mimarlarından Avniye Tansuğ projenin sonunda halkın da katkılarıyla 70’in üzerinde tarihi çeşmenin restore edildiğini ve içlerinden su akmaya başladığını söylüyor[8]. Maalesef proje yerel yönetim değişikliği başta olmak üzere çeşitli nedenlerle günümüze kadar süremedi.

Ancak bu girişimden alınacak çok ders var. Çeşmeler sadece geçmişimizi anlatmada değil, bugünümüzü ve yarınımızı şekillendirmede de bize kılavuzluk etmeye devam ediyor. Koşulsuz olarak en temel yaşam hakkımızı bize sunan çeşmeler, susuzluğu doğa dostu ve ekonomik çözümlerle ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu bize hatırlatıyor. Sokak çeşmelerinden ve evdeki musluklarımızdan temiz, içilebilir kalitede ve lezzette su aksın istiyoruz. Ve su sadece parasını ödeyen değil, herkes ve her canlı için aksın istiyoruz.

Suyumuz petşişelere değil, geleceğimize aksın istiyoruz…        

Son notlar

[1] Kemal Karpat (2003). Osmanlı Nüfusu (1830-1914). Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul.

[2] Murat Güvenç (2016). Sunum: İstanbul’un Su Yolları ve Çeşmeleri. Yaşam için Su Yaz Kampı (19-21 Ağustos 2016). https://www.youtube.com/watch?v=S1pb9bOm57Q

[3] 2014 ile 2015 yılları arasında Khalili Araştırma Merkezi’nde (Oxford Üniversitesi) doktora sonrası araştırma projesini yürüten Muzaffer Özgüleş “The Women Who Built the Ottoman World: Female Patronage and the Architectural Legacy of Gülnuş Sultan” adlı kitabını 2017’de yayımlandı. Çeşitli yayınevleri ve dergiler için mimarlık tarihi ve çocuk yazını alanında yazarlık, çevirmenlik ve editörlük yapmakta olan Özgüleş Gaziantep Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesidir.

[4] Emetullah Gülnuş Sultan, Sultan IV. Mehmed’in başhasekisi Gülnuş Sultan II. Mustafa ile Sultan III. Ahmed’in de annesidir. Gülnuş Emetullah Sultan, IV. Mehmed’in hasekisi olarak başladığı harem kariyerini onun tahttan indiği 1687’ye dek sürdürmüş, 1695’te büyük oğlu II. Mustafa’nın tahta geçmesiyle bu kez valide sultan olarak saraya dönmüştür. 1703’teki Edirne Vakası’yla büyük oğlunun tahttan indirilişine ve küçük oğlu III. Ahmet’in tahta çıkışına tanık olmuştur. İkinci valide sultanlığı ise 1715’teki ölümüne dek sürmüştür.

[5] Muzaffer Özgüleş (2014). “Belgeler Işığında Gülnuş Emetullah Sultan’ın Galata’da Yaptırdığı Çeşmeler”. Tasarım + Kuram 17: 27-38.

[6] Avniye Tansuğ (2013). İstanbul Ansiklopedisi- NTV Yayınları, Madde: “İstanbul Çeşmeleri”. https://tarihiistanbulcesmeleri.blogspot.com.tr/

[7] Bir kamu iştiraki olan Hamidiye Su A.Ş. İstanbul’un Avrupa Yakası’nda kalmış tek ormanı olan Belgrad Ormanı’ndan çektiği suyu aralarında Avustralya, Hollanda ve İngiltere’nin de olduğu 24 ülkeye ihraç ediyor. http://www.hamidiye.istanbul/index.php/d-s-ticaret/sat-s-temsilciliklerimiz

[8] Avniye Tansuğ’un Su Hakkı Kampanyası tarafından 2 Kasım 2013 tarihinde düzenlenen “Su adaleti olmadan demokrasi olmaz! Ortak varlıklarımızı ve su hakkımızı savunuyoruz” adlı panelinde yaptığı “Çeşmelerin hayat bulması için – Mahallenin suyu mahallenindir!” başlıklı konuşmanın videosu için bakınız: http://www.suhakki.org/2014/01/video-avniye-tansug-cesmelerin-hayat-bulmasi-icin-mahallenin-suyu-mahallenindir/#more-9102

Akgün İlhan

You may also like

Comments

Comments are closed.