ManşetTarım-Gıda

Endüstriyel tavuk çiftliklerindeki halk sağlığı krizi ve ABD hükümetinin aymazlığı

0

Mother Jones’da  Sam Fromartz imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Cem Sabuncu’nun çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Yeni çıkan bir kitapta endüstriyel tavukçuluğun antibiyotik direncini nasıl arttırdığı anlatılıyor.

ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (Centers for Disease Control and Prevention)’nin verilerine göre, antibiyotik direncine sahip enfeksiyonlar (gastrointestinal hastalıklar, tekrarlayan idrar yolları enfeksiyonları, stafilokok ve daha bir çoğu) günümüzde halk sağlığını en çok tehdit edenler arasında. Yılda 2 milyon insan bu sebepten dolayı hastalanıyor ve en az 23,000’i yaşamını yitiriyor. Hükümet  herhalde bu yüzden, birçok enfeksiyonun meydana geldiği hayvancılık endüstrisinde kullanılan antibiyotik miktarlarını, halk sağlığına daha fazla zarar vermeden sınırlamaya başladı.

Bu size bir başarı öyküsüymüş gibi gelebilir, nitekim öyledir de. Halk sağlığı savunucuları ve tüketicilerin yürüttüğü kampanyalar, büyük şirketlerin satın alma temsilcilerinin çözüm talep etmeleri bizi bu noktaya getirmiş olabilir. Ancak, Maryn McKenna’nın Tavukçuluk Endüstrisi: Antibiyotikler Modern Tarımı Nasıl Yarattı ve İnsanların Beslenme Biçimini Nasıl Değiştirdi? (Big Chicken: The Incredible Story of How Antibiotics Created Modern Agriculture and Changed the Way the World Eats) adlı yeni kitabında açıkça ifade ettiği üzere, bu kazanımlar uzun ve menfur bir süreçten geçilerek elde edilmeye başlandı. Bilim insanları hayvancılık endüstrisinde aşırı antibiyotik kullanımının dirençli enfeksiyonlar meydana getirdiğini on yıllardır dile getiriyorlar. Tarım ve ilaç endüstrileri, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu gerçeği hiçbir zaman kabul etmediler ve birçok şirket hala kabul etmiyor. Ancak, McKenna’nın çığır açan kitabında ortaya koyduğu üzere, Beyaz Ev, ABD Kongresi ve Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) gibi güç sahibi devlet kurumları, halk sağlığının tehlikeye atılmasına göz yumarak, ucuz ete olan olağanüstü talebi karşılamak adına on yıllardır hayvancılık endüstrisinin hiçbir engellemeyle karşılaşmadan büyümesini sağladılar. McKenna, bu konuya birçok kez değindi, ama bu kitap et endüstrisinin antibiyotikler kullanılarak olağanüstü hızla büyümesini anlatması bakından bir ilk oldu.

Antibiyotiklerin keşfinden bu yana hastalıklarla mücadeledeki muazzam başarısı aşırı ve yanlış kullanım sonucu ortaya çıkan dirençli enfeksiyonların göz ardı edilmesine yol açmıştır. 1950’li yıllarda et işleme tesislerinde tavuk karkasları haftalarca “taze” kalabilmesi adına antibiyotikli bulamaçlara batırılıyordu, o zamanki deyimiyle “akronize ediliyordu” (ing: acronizing). (not: Acronize, o günlerde kullanılan klortetrasiklin cinsi antibiyotiğin ticari ismidir.) Bu afili terim hasta hayvanlardan elde edilen kötü durumdaki etlerin sterilize edilmesi anlamına geliyor. Diğer bir taraftan, hayvan yemlerinde yaygın olarak kullanılan antibiyotiklerin hayvanların çok daha hızlı kilo almasını sağladığının keşfedilmesiyle birlikte, giderleri azaltıp verimi arttıran bu ilacın kullanımı da hızla arttı.

Henüz 1956 yılında, insanlarda görülen antibiyotik direncine sahip enfeksiyonlarla tarımsal uygulamalar arasındaki ilişki açığa çıkartılmıştı. McKenna, Seattle Halk Sağlığı Dairesi’nin isteği üzerine mavi yakalı işçiler arasında görülen bir stafilokok salgınını inceleyen bir doktorun uzun zaman önce unutulmuş hikayesini anlatıyor bize. İlk başta dirençli enfeksiyonların dağılımının rastlantısal olduğu düşünülüyor, ancak daha sonra hastaların hepsinin aynı fabrikada çalıştığı ortaya çıkıyor. Bu fabrikada kanatlı kümes hayvanları işleniyor, ve vücutları apse ve iltihaplarla dolu “düşük kalite” tavuklar antibiyotikli bir çözeltiye batırılıyor. Bu uygulama dirençli stafilokok türleri hariç diğer bütün bakterileri öldürüyordu. Sonra bu dirençli bakteriler işçileri enfekte ederek vücutlarında antibiyotikli tedavilere bağışıklık kazanmış ciddi lezyonlar oluşmasına sebep oldu.  

20 yıl sonra Massachusetts’de, et endüstrisinin finanse ettiği bir çalışmada antibiyotik verilen tavukların iki hafta içinde dirençli bakteriler ürettiği ortaya konmuştur. Bu bakteriler tavukların bakımını yapan insanlara geçmiştir. Bu çalışmada yer alanlar kendi evlerinin bahçesinde çiftçilikle uğraşan bir ailenin bireyleriydiler. Ancak McKenna’nın dikkat çektiği üzere, özenle kurgulanmış bu deney hak ettiği ilgiyi asla görmedi, çünkü aile bireyleri dirençli bakteri türlerini taşımalarına rağmen hasta olmamışlardı. Endüstri de “O zaman sorun yok!” gibi bir yaklaşımda bulundu.

Ancak pek çok başka yerde insanlar hastalandılar ve enfeksiyonlar yayılmaya devam ettiler. Özellikle Birleşik Krallık’ta bu ölümcül dirençli enfeksiyonların çok yaygınlaşması sebebiyle hükümet bir takım önlemler almak durumunda kaldı. 1997’de Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) komiseri Donald Kennedy, halk sağlığını tehdit ettiği için, Birleşik Krallık’ta alınan önlemleri örnek alarak, çiftlik hayvanların daha hızlı büyümesini sağlayan antibiyotiklerin Amerikan tarımından tamamen çıkartılmasına karar verdi. Ancak, hayvan yemi üreticileri ve hayvancılık yapanların ABD Kongresi’ne yaptıkları baskı sonucunda Kongre, FDA’yı bütçesini azaltmakla tehdit etti. Böylece Kennedy kararından vazgeçti. Bir kongre üyesi daha da ileri giderek bir bütçe yasası (ing: appropriations bill)’na bir takım maddeler ekleyerek antibiyotiklerin hayvancılıkta kullanımının herhangi bir şekilde sınırlandırılmasını, kendisi halk sağlığı riskleri konusunda ikna olana dek engelledi. Mississippi’li kongre üyesi cumhuriyetiçi Jamie Whitten hiçbir zaman ikna olmadığı için de 1995’te emekli olana dek yer yıl bu maddeyi yeniledi.

Kongre üyeleri ve başkalarının karşı çıkmasına rağmen antibiyotik kullanımının meydana getirdiği sağlık sorunları hakkında kanıtlar çoğalmaktaydı. 1984’te yapılan bir çalışma çiftliklerdeki antibiyotik kullanımını dirençli enfeksiyonlar ve gıda kaynaklı ölümcül hastalıklarla ilişkilendirdi. Enfeksiyonlar hayvanlardan insanlara, daha sonra da insandan insana geçiyordu. Daha önce yapılan araştırmalarda bakterilerin birbirlerine küçük DNA parçaları verdiği, böylece bir ilaca bağışıklılığı bulunan bakterilerin çok hızlı bir şekilde birçok ilaca direnç kazandığı gösterilmişti. İlaçların bir bir etkisiz kalması doktorları dirençli enfeksiyonlarla mücadele konusunda neredeyse çaresiz bırakmıştı. Bilimsel kanıtların birikmesine rağmen, FDA ancak 2000 yılında bir tür antibiyotiğin hayvancılıktaki kullanımını engellemeye yeltendi. İlaç endüstrisi FDA’ya derhal dava açtı.

İleri sarıp Obama dönemine gelirsek, FDA nihayet antibiyotik kullanımını sınırlamaya yönelik önlemler aldı. On yıllar sonra gelen bu karar geç kalınmışlık hissi uyandırdı, ve bu yanlış da sayılmaz. McKenna’nın anlattığı üzere, Perdue ve Bell & Evans gibi ileri görüşlü üreticiler zaten antibiyotiksiz bir üretime doğru ilerliyorlardı. Antibiyotikler bir zamanlar olduğu gibi verimliliği müthiş derecede arttırmıyorlardı. Tarımsal uygulamalarda birçok gelişme yaşanmıştı. Hayvanların tutulduğu yerler çok daha temizdi artık. Civcivlerin bakımı endüstriyel çiftliklerde bile çok daha iyi durumdaydı. Yani kısaca, bu ilaçların kullanılmasındaki asıl neden olan hayvanların hızlı kilo alması artık geçerli değildi. Avrupa’lı üreticiler de bu durumun farkındaydılar.

Hayvancılık endüstrisinin çok büyük bir kısmında hala kilo almayı tetikleyen antibiyotikler kullanılıyor. Ancak gelişmiş ülkelerdeki eğilim aşikar. Tüketiciler, ve onlara hizmet eden şirketler, antibiyotik kullanmadan üretilmiş et talep ediyorlar. Endüstri de sistemi değiştirme başladı.

Burada dikkat edilmesi ve ders çıkartılması gereken nokta, hükümetin her daim bilimsel verileri takip etme açısından çağın gerisinde kalmış olması. Antibiyotiklerin hayvancılıkta kullanımı konusunda sınırlandırmaların olmayışı ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) gibi kurumların binlerce insanı düzenli olarak hasta eden ve öldüren enfeksiyonları adeta kahramanca tespit edip temizlemeleri anlamına geliyordu. Ancak bu çalışmalar kriz anında alınan geçici çözümlerdi sadece. Endüstri bu alandaki politika değişikliklerinin sürekli biçimde altını oydu. Bu da CDC’yi son savunma hattı olarak görev yapmaya mecbur etti.

Bu noktada söyle bir soru ortaya çıkıyor: Acaba bu ve diğer halk sağlığı konularında, ve tabii ki iklim değişikliği meselesinde, hükümetlerin önlemler almasını beklememiz yersiz midir? Neticede tüketicinin talebi ve endüstrinin inovasyonu muhtemelen en etkili kaldıraç durumunda.

 

Haberin İngilizce orijinali

Muhabir: Sam Fromartz

Yeşil Gazete için çeviren: Cem Sabuncu

 

(Yeşil Gazete, Mother Jones)

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.