Köşe Yazıları

Kulak temizlemenin doğal yaşamdaki önemi nedir? – Can Kazaz

0

“Akşamleyin, ormanın ötesinden gelen bir inek böğürtüsü çok melodik ve tatlı geldi kulağıma. Önce tepe ve vadilerde dolanan ozanlardan birinin zaman zaman duyduğum serenatlarından biri sandım ama ses uzayarak ineğin doğal ve adi sesi şeklinde ayırt edilince, keyifli bir hayal kırıklığı yaşadım. O gençleri eleştirmek için değil, aksine şarkı söylemelerini takdir ettiğimi ifade etmek için söylüyorum. Şarkıları inek sesine benziyor, ikisi de doğanın dile getirilmesi.” diyor Thoreau, Walden kitabının sıklıkla romantikleşen “Sesler” kısmında.

Doğal yaşam ya da kimisi için doğaya uyumlu yaşam, doğaya bakışın derinleşmesini gerektirir. Ortak kanı o ki, doğa karmaşık örüntülerden oluşuyor ve neyin, nasıl, neden ve ne zaman olabileceğini algılayabilmenin yolu da bu örüntüleri okuyabilmekten geçiyor. Bu beceriye ister yeni-köylü olun, ister bir elinde baltayla odun yarıp diğer eliyle kılıç bileyen badass çiftçi olun, bir şeyler yapmak istiyorsanız ihtiyacınız var. Kendim de dahil doğaya mümkün olduğunca uyumlu yaşama çabasında olan insanların, sesle ve müzikle farkında veya olmadan kurduğu ciddi bir ilişki gözlemliyorum. Bu ilişkiyi “yahu müzik işte, aç ordan bir şey dinleyelim” gibi yüzeysel bırakan da, dinleme pratiklerini irdeleyerek daha derin bir noktaya götüren de vardır muhakkak. Şahit olduğum kadarıyla bu iki ucun arası da var.

Doğaya uyumlu yaşayanların bu beceriyi geliştirmesi gerekir. Çünkü örüntü okuma dediğimiz becerinin çok önemli bir parçasını kulaklarımızdan dalgalar halinde girip beynimizde elektrik sinyalleri oluşturan şeyler; yani sesler oluşturuyor. Kulağımıza; havada, suyun içinde ya da katı bir cisme kulağımızı dayadığımızda titreşen moleküller çok karmaşık bir halde ama belli bir örüntüye sahip olarak giriş yapıyorlar. Bedenimizin süper kabiliyetli filtreleri sayesinde, o sesi tanımlayabiliyoruz. Filtre dediğim şey işte kulak mesela. Laf kalabalıksız bir özetle; kaynağından ayrılan ses dalgaları, hava gibi bir iletici bir ortamdan kulağa girer ve beyinde elektriksel sinyal halinde algılanır. Tabii tüm bu geçişler arasında bir çok mekanik ve biyolojik aktarım oluyor ki bu aktarımların detayları yazımın konusu değil ama devamı için bu temel bilgi önemli.

Kulak, günümüzde bir diğer filtremizin önem sırasına göre arkasında kalıyor. O filtre de gözlerimiz. O kadar çok gördüğümüz şeylere dayalı hareket ediyor ve iletişim kuruyoruz ki sesleri tanımlamak, algılamak ve hatta duymak konusunda doğuştan gelen becerilerimizi kaybediyoruz. Bir nevi sağırlaşıyoruz. Bu durum tıpkı çok gürültülü ortamların, ses çıkaran makinelerin, yakında bir yerde uçan bir kuşun kanat sesini duyamamamıza yol açması gibi. Gürültü eşiğimiz çok yüksek ve bu gürültü, sadece fiziksel değil aynı zamanda iç sesimizin gürültüsünün yol açtığı algısal bir bariyer de olabiliyor. Bunun gibi sebeplerden ötürü detayları duymak ve tarif etmek konusunda vasatız. Tanımlayıp aktaracak ortak bir dile sahip değiliz. Tam da bu yüzden Thoreau’nun bu alıntısıyla yazıya başlamayı uygun gördüm. Kitabın aynı bölümünde sesleri ifade ederken geliştirdiği dil, içinde bulunduğu ses manzarasını bize oldukça başarılı bir şekilde aktarmasını sağlıyor. Ses manzarası demişken aslında İngilizcesi soundscape olan kavramı kastediyorum. Ses manzaralarına yalnızca kayıt cihazlarıyla erişmek durumunda değiliz, her zaman o lükse de sahip olamayabiliriz. Bu dili geliştirmek için sesle olan ilişkimizi geliştirmeliyiz. Bunun yolu kulağa kolay gelecek ama; dinlemek.

Akustik Ekoloji topluluğu Sonospheria’nın Adalar kayıt çalışmalarından sağanak yağmurlu bir fotoğraf.

Toplum olarak dinleme eylemi konusunda çok başarısız bir haldeyiz. Bunu müzik dinlemekten, karşımızdakini dinlemeye kadar, çevreyi dinlemekten, kafamızı dinlemeye kadar genişletebilirim. İç sesini dinleyemediği için müzik açanlar, karşısındakini dinlemediği için ve dinlenmeyeceğini bildiği için bağırarak derdini anlatanlar, yanlış anlayanlar, yanlış aktaranlar, bağıranlar, yüksek sesle yürüyenler, temizlik yapanlar, günün her saati tadilat ve inşaat yapanlar, hep bağırarak nutuk atanlar, bulundukları mekanın akustik problemlerini yok sayanlar bu iddiamın ispatı gibidir. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sesi sesle bastıran yüksek sesli topluluklar ve fertleri, derinde bir yerde ya da bariz şekilde saldırgandırlar. Fakat tüm bunların temelinde yine karşımıza ses ve onunla olan ilişkimiz çıkıyor. Onunla olan en doğrudan ilişkimizin, eylemimizin adı da; dinlemek.

Seslerin oluşturduğu ekosisteme müzik diyebiliriz aslında. Bu sayede doğadaki tüm seslerin bir ekolojisinden bahsetmek mümkün. Grammy ve Pulitzer gibi ödülleri olan besteci John Luther Adams, “Müziğin Ekolojisinin Arayışında” isimli makalede “Bir besteci olarak benim inancım, müziğin ekolojik anlayışımıza katkı sağlayabileceği yönünde. Dünya’yla olan bağlantılarımızın farkındalığını derinleştirerek müzik, insan bilinci ve kültürünün yenilenmesinin sesli bir modelini sağlayabilir.” diyor.

Bu müzik örüntüsünü okumanın yolu, sesin nasıl bir fenomen olduğunu temel düzeyde de olsa kavramak. “Titreşim” derken, “frekans” derken neyden bahsettiğimizi iyi bilmek önem kazanıyor. Seslerden oluşan örüntülerin alıcısı kulaklarımızı önce temizlemeli, sonra da eğitmeliyiz. Ve yine sadece fiziksel bir temizleme ve fiziksel bir eğitimden bahsetmiyorum yoksa Dünya’yı tüm bu sorunlardan kulak-burun-boğaz uzmanları kurtarabilirdi. Bahsettiğim, Murray Schafer’in “Kulak Temizleme” kitabındaki gibi bir yöntemler bütünü.

Sessizlik, gürültü, doku, form, melodi, armoni, ritm, ses manzarası gibi kavramları doğada karşımıza çıkabilecek ve çıkamayacak halleriyle öğrenmek bu kulak temizliğini gerçekleştirmenin güzel bir yolu. Bunları sanatsal bir çerçevede ele almalı ve sürekli o gözle yorumlamalıyız demek istemiyorum. Akustik Ekoloji konusunun önde gelen isimlerinden Hildegard Westerkamp, “Ses Manzarası’nın İçinden Konuşmak” isimli sunumunda “Bir ses manzarasının müzikal ve sanatsal yanları hakkında konuşmamı isteyenler olmuştur. Üzerinde ne kadar fazla düşünürsem, ses manzarasında bulunan şeylerden o kadar fazla bahsedemez hale geldiğimi farkettim, tabi eğer kendini ses manzarasının dışında, gözlemci ya da yorumcu olarak değil, içindeki bir parçası ve katılımcısı olarak konumlandıran ekolojik bilinçliliğe karşı dürüst kalmak istiyorsam.” diyor. Aynı sunumun devamında da benim de bu yazıda dikkat çekmeye çalıştığım dinleme konusunda şunları belirtmiş:

“Bebekken dinlemek aktif bir öğrenme süreciydi, etrafımızla ve bize en yakın insanlarla ilgili yaşamsal bilgiyi edinmenin bir yolu. Ne duyarsak ve dinlersek, sesle taklit etme ve ilk kez ifade etme girişimlerimizin, ses çıkarmamızın bir malzemesi haline geldi.”

Yani belki topraktan ürün almaktan ya da sert koşullarda doğada barınmaktan daha zoru olan insanla ilişki kurmak bile, dinleme ve dinleyerek öğrenme becerilerimizi bebeklikten bu yana köreltmeyerek kolaylaşacaktır. Daha önce de referans verdiğim besteci J. L. Adams “Antroposen’de Müzik Yapmak” makalesinde, “etrafımızdaki tüm seslerin çeşitliliğini daima dinlemek, onların yarattığı muazzam armoniyi duymayı öğretir. Bu armoniyi duyarak, insani seslerimizin onun içerisindeki yerini anlama noktasına geliriz.” diyor. Yine kendisi ilk alıntıladığım makalesinde “Ne zaman dikkatle dinlersek, müziğin her zaman etrafımızda olduğunu duyabiliriz. Gürültü, artık istenmeyen ses değildir. Dünya’nın nefesidir.

Eğer tonal tabanlı müzik Dünya’ya mesaj göndermenin bir yoluysa, gürültü tabanlı müzik de Dünya’dan mesaj almanın bir yoludur. Gürültü bizi kendi benliğimizin dışına çıkarır. Bizi görüş birliğine davet eder, bizi çevremizdeki her şeyle bağlayan örüntüleri kucaklamaya yönlendirir. Gürültüyü dikkatle dinlediğimizde, tüm dünya müzik halini alır. Bir kendini ifade aracı olmaktan ziyade, müzik bir farkındalık modu olur.” diyor ki burada bahsettiği gürültü doğada insan yapımı olmayan gürültüler. Şelalenin çağlaması, okyanusun dalgaları, ormandaki rüzgar ya da sağanak yağmur gibi… Yani insan yapımı gürültülerle, doğadaki gürültüyü bastırma halimiz ve bunun farkında bile olmayışımızın üstesinden gelmemizi sağlayacak farkındalığın yolu dinleme becerimizi geliştirmekten geçiyor. Pauline Oliveros’un derin dinleme deneyimlerindeki gibi bir kez odaklı bir dinleme kapısını açtığımızda ve alışkanlık edecek kadar düzenli hale getirdiğinizde mesela, sessizlik diye bir şeyin hiç bir zaman var olmadığını, en sessiz olmasını bekleyeceğiniz yerlerde bile mutlaka gürültü olduğunu farkedeceksiniz. Kendi sunumlarım ya da derslerimde üzerinde durup, deneyimletmeye çalıştığım da bu oluyor genelde.

Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nde gerçekleşen “Müzik Okulu”nda iki sene üstüste şimdilik adını “sessiz kahvaltı” koyalım, bir oyun kararlaştırmıştık. Önceki günden kararlaştırılan bir sabah uyanan herkes, konuşmadan anlaştığı bir düzen içerisinde kahvaltıya oturup, yemeğe başladıktan bir süre sonra çaldığımız çan sesinden itibaren konuşmakta serbest. Dolayısıyla çan sesine kadar, 10-15 kişilik bir grup, sabah uyanınca hiç konuşmuyor. Sonuçları bence eğlenceli ama bir yandan da bazı durumlara dikkat çekmek gerekir. Konuşmamayı, küsmüş gibi davranmak zannedenler bile var. Surat asık, bedenle veya bakışla iletişimden imtina edenler var. Ya da şaka yollu öksürerek ortamdaki konuşmazlığı bozmak isteyenler var. Durumu anlamaya çalışıp, güler yüzle kahvaltılarını edenler ve gözlem yapanlar, ya da gerçekten çevresini aktif olarak dinleyenler ebeveynleriyle gelmiş olan ortamdaki çocuklardı. Gerek sosyokültürel gerekse bireysel sebeplerden dolayı geliştirmemiz gereken bu özelliğimizi kaybediyoruz.

Son olarak; daha fazla ve daha doğru dinlemek, sessizliği sıfır noktası kabul ederek gürültüyü dinlemek ve ayrıştırabilmek, var olan seslerin bir parçası olduğumuz halin farkındalığı üzerinden doğadaki armoniyi kavrama alışkanlığı, temiz kulaklara sahip olduğumuzun emareleridir.

In Search of an Ecology of MusicJohn Luther Adams

Making Music in the AnthropoceneJohn Luther Adams

Speaking from Inside the SoundscapeHildegard Westerkamp

Ear Cleaning R. Murray Schafer

Deep Listening 

Çamtepe Ekolojik Yaşam Kültürü Merkezi / Yaşam Okulu – Müzik Okulu 2016 / Ses Manzaraları

Sonospheria

 

 

Can Kazaz

You may also like

Comments

Comments are closed.