Köşe Yazıları

İklim değişikliği tehdidiyle ilgili laf salatasını hemen kesin. O, şimdi ve burada – Bill McKibben

0

Yazar ve 350.org iklim kampanyasının kurucusu Bill McKibben‘in Guardian’da yayınlanan yazısını Açık Radyo için İpek Akyel çevirdi

***

Harvey Kasırgası, İrma Kasırgası, bir anda parlayan yangınlar, âni kuraklıklar: Bütün bunlar bize tek bir şey söylemekte – nasıl yaşayacağımız konusunu bir an gecikmeksizin gözden geçirmek zorundayız.

Harvey Kasırgası sonucu oluşan sel Teksas’ın güneydoğusunu 31 Ağustos’ta bu hale getirdi (Fotoğraf: UPI / Barcroft Images)

Herşeyi kontrol altında tutabilmek adına, şimdilik meseleyi tek bir kıta ve tek bir haftayla sınırlı tutalım: Son yedi gün zarfında Kuzey Amerika’yı ele alalım.

Houston’da, ekonomistlerin belki de ABD tarihinin gelmiş geçmiş en pahalı fırtınası olarak niteledikleri, ayrıca meteoroloji uzmanlarının, ülkede bugüne dek ölçülegelmiş en yoğun yağış olduğunda fikir birliği ettikleri olayın romantizmden yoksun ve çetin bir iş olan yaralarının sarılması işine girişildi. Yayıldığı alanın  büyük kısmında 25 bin yılda bir görülen türde bir fırtınaydı bu: yani İsa’nın doğumundan bu yana geçen sürenin 12 katı! İstisnai bazı bölgeler için ise 500 bin yılda bir görülebilecek bir fırtınaydı, ki bu da bizim ağaçlarda yaşadığımız zamanlara tekabül eder. Bu sırada, San Francisco şehri de gelmiş geçmiş en yüksek sıcaklık rekorunu kırıyor, üstelik bununla kalmayıp, bu rekoru 3 C ile ezip geçiyordu ki bu da 150 yıldır (yani 55,000 gündür) düzenli kayıtların tutulduğu bir yer için istatistiksel olarak neredeyse imkânsız bir şeydi!

Aynı sıcak hava furyası batı sahilinde boylu boyunca –korkunç orman yangınları nedeniyle oluşan kesif duman perdesinin güneşi gölgelediği bazı yerler hariç– tüm rekorları kırdı. Bir orman yangını da o ulu Columbia nehrini her nasılsa aşarak Oregon’dan Washington’a sıçramayı başardı. Kuzeybatı Pasifik sahili sakinlerinin aktardığına göre bu yangında küller göklerden öylesine yoğun bir biçimde yağmaktaydı ki, bu insanlar St Helens Yanardağı’nın 1980’de indifa ettiği o günü hatırlamadan edememişlerdi.

Aynı hararet, kıyıdan biraz daha içerilere girildiğinde, Kuzey Dakota – Montana boyunca ülkenin buğday kuşağı olan bölgede “ani kuraklıklara” yol açıyordu:  Rekor seviyedeki sıcaklıklardan kaynaklanan buharlaşma tahılı daha sapının üzerindeyken öylesine kurutup büzüştürmüştü ki, bazı çiftçiler hasata girişme zahmetine bile katlanmadılar.

Elbette Atlantik’te de İrma kasırgası Karayib adalarını silip süpürmekle meşguldü (St Maarten adası sakinlerinden biri, “sanki gökyüzünde biri elinde çim biçme makinesiyle adanın üstünden geçiyordu” diyordu şaşkınlıkla). Küba’yı yüz yıldır vuran ilk beşinci kategori şiddetindeki fırtına şu satırların yazıldığı sıralarda Florida’nın batı sahillerini vurmakta. Keys bölgesinde şimdiye kadar ölçülen en düşük barometre basıncı rekorunu kırdıktan sonra, Harvey’e ait olan on günlük taptaze iktisadi felaket rekorunu da kolaylıkla kırabilir; İrma fırtınasının Florida’nın önümüzdeki on yıllardaki hayat psikolojisini değiştirdiği ise hiç şüphe götürmez.

Ha, İrma fırıl fırıl burgaçlanırken, Jose Kasırgası da bir majör kasırga olarak onun ardında sırasını beklemekteydi. Bu arada, Meksika Körfezinde de Katia Meksika anakarasına vurmazdan önce bambaşka bir korkunç fırtınaya dönüşmekteydi ve üstüne üstlük bunu, yarımadanın yüz yıllık zaman dilimindeki en şiddetli depremin düzinelerce can aldığı noktasının tam karşısında karaya vurarak yapıyordu.

Depremi bir yana bırakacak olursak, tüm bu olayların her biri, bilim insanları ile çevrecilerin küresel ısınmadan bu sonuçları beklememiz gerektiğini anlatmak için 30 yıldır nafile yere dil döktükleri şeylerle tam tamına örtüşmektedir. (Aslında, iklim değişikliğinin daha fazla sismik faaliyeti tetiklediğine dair epeyce inandırıcı kanıt da mevcut ama hadi pişmiş aşa su katmayalım şimdi.)

Bir kıtadan bir hafta içinde gelen bitmek tükenmek bilmeyen haberler (ki bunlar aslında başka haftalarda başka kıtalar için de pekala geçerli olabilecek şeyler – örneğin güney Asya’da son günlerde meydana gelen sellere bir göz atmak yeterli) ısınan dünyamızın portresini net bir şekilde piksel piksel bize vermekte. Çünkü biz çok fazla petrol, doğalgaz ve kömür yaktık; havaya muazzam karbondioksit ve metan gazı bulutları saldık; bu moleküllerin yapıları ısıyı hapsettiği için de gezegenimiz ısındı; gezegen ısındığı için daha ağır sağanak yağışlar oluyor, daha sert rüzgârlar esiyor, ormanlar daha kuru, araziler daha kurak oluyor. Bunda hiçbir gizem yok. Şanssızlık, uğursuzluk falan da değil. Sebebi Donald Trump da değil (doğrusu bu konuda pek yardımcı olduğu da söylenemez ama gene de sebep o değil). Bizi cezalandırmak amacıyla göklerden yollanan bir cehennem ateşi de değil bu. Sadece fizik kuralları böyle.

Belki de bilim insanlarının uyarılarının insanları harekete geçireceğini ummak, çok fazla şey beklemek anlamına geliyordu. (Şunu demek istiyorum, tam 28 yıl önce bu hafta –ben 28 yaşındayken– bütün bunlara ilişkin ilk kitap olan Doğa’nın Sonu adlı kitabımı yazdım. O zamanlar hâlâ şöyle bir teorim vardı: “İnsanlar kitabımı okuyacaklar ve ondan sonra da değişecekler.”) Hani bize “daha az patates cipsi  yiyin, daha az kola için” diyen bütün o sağlık uyarıları gibi bir şeydi bu da belki – göbeğimizin büyüklüğüne bakarsak çoğumuzun pek de ciddiye almadığımız aşikâr olan o uyarılar gibi. Ta ki belki bir gün doktora gidersin, o da sana “Hoop, ahbap, başın belada!” der. Şimdi bu, “abur cubur yemeğe devam edersen başın derde girer” demek gibi bir şey değil. Tam tersine, “Tam da şu anda başın fena dertte. Hatta, bana öyle geliyor ki bir-iki küçük inme geçirmiş bile olabilirsin,” demesi gibi birşey doktorun. Harvey ile İrma kasırgaları da işte o geçici iskemik ataklara denk gelen şeyler. Yani şöyle der gibi: “Evet, evet, yüzünün sol tarafında tuhaf bir sarkma var ama sen biraz daha böyle devam edebilirsin. Belki. Haplarını almaya, doğru beslenmeye, spor yapmaya başlar, hayatına çeki düzen verirsen.”

Şu anda içinde bulunduğumuz evre tam da bu işte: Sigara paketinin üstündeki uyarı falan değil, o hırıltılı öksürükle birlikte ağzından gelen kan. Sigara içmeye devam edersen ne olur peki? Daha da kötü olursun – ta ki bir noktayı geçip, ondan sonra artık devam edemeyinceye kadar. Biz bugüne dek Yeryüzünün hararetini 1 dereceden biraz fazla bir miktarda artırmayı becerdik, ki bu kadarı bile hal-i  hazırda tanık olduğumuz o korkunç felaketleri açıklamaya yetecek, fazladan bir ısınma. Ve artık her ne yaparsak yapalım, sisteme entegre edilmiş olan ivme yüzünden, 2 dereceye yakın bir yere varacağız. Şu anda bulunduğumuz noktadan hatırı sayılır derecede daha kötü olacak bu, ama hayli pahalıya patlamakla birlikte, belki de buna katlanabileceğiz.

Ancak sorun şu ki, içinde bulunduğumuz “böyle gelmiş, böyle gider” gidişat senaryosunun yörüngesi bizi yaklaşık 3.5 derece daha sıcak bir dünyaya doğru sürüklemekte. Demek istediğim, Paris’te vermiş olduğumuz sözleri yerine getirmiş olsak bile (ki Trump bunları reddetti zaten) öylesine sıcak bir gezegen inşa etmiş olacağız ki, üzerinde uygarlıkların barınması mümkün olmayacak. Yapmamız gereken, tam da içinde bulunduğumuz ânı –kırılgan ve ürkmüş halde olduğumuz şu ânı– fırsat bilmek ve yolumuzu, yönümüzü radikal bir şekilde yeniden belirlemek üzere kullanmak. Son üç yılın her biri, ölçülegelmiş en sıcak yıl rekorunu kırdı. Bu demektir ki, kırmızı uyarı ışığı “hadi artık kendine gel, aklını başına topla!” diye yanıp sönmekte. Paris anlaşmasınnda öngörüldüğü üzere yörüngeyi bir şekilde eğip bükmek değil, aynı anda hem fosil yakıtların frenini köklemek, hem de güneş enerjisi gaz pedalını topuklamak (ve tabii bir de içten yanmalı motorlara dayanmayan yeni metaforlar bulmak) zorundayız.

Bunu başarabiliriz. Teknolojik açıdan imkânsız değil – yapılan sayısız araştırma gösteriyor ki,  %100 yenilenebilir enerjiye makul maliyetlerle erişebiliriz ve üstelik güneş panelleri ile yeldeğirmenlerinin fiyatları sürekli düşüş halinde olduğundan bu her an biraz daha kullanışlı bir çözüm haline gelmekte. Elon Musk da gitgide daha düşük “şok fiyatlar”la elektrikli araba üretmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Asya ve Afrika’nın uzak ve ıssız köşelerindeki köylüler fosil yakıtları atlayıp doğrudan güneşe yönelmeye başladılar bile. Danimarkalılar son petrol şirketlerini de elden çıkarıp buradan elde ettikleri para ile daha çok yeldeğirmeni kurmaya giriştiler. Umutsuzluğun ne kadar korkakça bir kaçamak yol olduğunu gözler önüne serecek epeyce örnek var elimizde. Ama şu da var ki, herkes her yerde aynı hızla hareket etmek zorunda, çünkü bu tam anlamıyla zamana karşı bir yarış. Küresel ısınma, belli bir zaman sınırı ile birlikte karşımıza çıkan ilk kriz: Ya kısa zamanda çözersin, ya da hiç çözmezsin. Yavaş yavaş kazanmak, kaybetmenin bir başka biçiminden başka birşey değildir.

Bir anlamı olacak kadar hızlı kazanmak, herşeyden önce fosil yakıt endüstrisine, yani şu âna kadar Yeryüzündeki en büyük kudrete sahip olan güce karşı durmak demektir. Bu da, diğer insan faaliyet ve girişimlerini ertelemek ve öteki harcamaların yönünü buraya çevirmek anlamına gelir. Yani, sanki savaştaymışçasına bir davranış biçimi benimsemek gerekir: Düşmana ateş etmek değil, halkların ve ülkelerin genellikle yalnızca kendilerine ateş açıldığında benimsedikleri o özel odaklanış tarzını benimsemek.Ve evet, birileri bize ateş ediyor. Ormanlarımız cayır cayır yanıyorken, sokaklarımız sular seller altındayken, binalarımız başımıza çökmekteyken, başka ne olduğunu sanıyoruz ki biz?

İngilizce aslından çeviren: İpek Akyel

 

Bill McKibben

Yazar ve 350.org iklim kampanyasının kurucusu

You may also like

Comments

Comments are closed.