Hafta SonuManşet

Sema: Özünü dinlemek ve Dergah – Yağmur Mercanoğlu

0

Yaşamımın büyükçe bir kısmını mana arayarak geçirdim. Hayatı, her şeyi, düşünsel olarak anlamakla yükümlü olduğum bir yer olarak tasavvur etmişim. Anlamayı dert edinmişim, haliyle anlamlandırmak için çabalamış durmuşum bunca zaman. Fakat kendime hiç bakmamışım. İçimde neler olup bittiğine, neler hissettiğime gözlerimi çevirmemişim. Manayı dışarıdan ummuş, içsel hazineme körelmişim. Düşüncelerle, anlamla bezeli bilgileri, özüme ait sandığım bir yaşamın içinde olduğumu fark ettim üç yıl önce. Uzun sorgularımın sonucunda anlamlandırmaya yönelik bu dışsal bilgiler kendini başkaca bir hale bıraktı. Ne hissediyorum, ne duyumsuyorum, içimde neler olup bitiyor soruları ile içsel bir farkındalık canlandı bende. Çok kıymetli sorulardı bunlar;  çünkü yanıtları dışarıda değildi. Böylece  yepyeni bir şey keşfettim :  kendimi dinlemeyi. Özümün bana sunduğu içsel bilgeliğe açtım ruhumu.

Hayatımın son üç yılı kendimi dinleyebileceğim, özümü duyabileceğim , içsel deneyim yaşayabileceğim yerleri ziyaret ederek geçti. Kendimi dinlemeye olanak tanıyan ilk mekan ,  hiç durmayan müzik ve sema ile ruhumu büyüleyen , Yalova’nın Gökçedere İlçesi’ndeki Mehmet Rasim Mutlu Kültür Merkezi oldu. Biz orada olup gönül gönüle olmayı tattığımızdan gönülden deneyimleri bize açan bu kolektif alana “dergâh “ diyoruz. Dergâh, Yrd. Doç. Rahmi Oruç Güvenç önderliğinde her yıl, yılda iki kere  düzenlenen , belirlenen gün süresince hiç durmadan devam eden müzik ve semanın yanı sıra ; zikir, tasavvuf sohbetleri, katılımcıların düzenlediği çeşitli workshopları içeren etkinliğe ev sahipliği eden yer. Etkinliğin gün sayısı, her yıl,  İslamî- tasavvufî bir kaynağa göre belirleniyor. Örneğin geçtiğimiz yıllarda, Allah’ın 99 isminden yola çıkılarak 99 gün 99 gece sema etkinliği yapılmıştı. Bu yıl devam etmekte olan 114 gün 114 gece sema etkinliği , Kur’an-ı Kerim’deki sure sayısından (114) ilhamla belirlenmiş. 114 gün boyunca müziğin ve semanın durmadan, nöbetleşe devam etmesi etkinliğin yegane amacı. Etkinliğin belirlenmiş bir ücreti yok ama yemek, elektrik, su gibi ortak kullanılan giderler için bağış kabul ediliyor.

Dergâh, dünyanın her yerinden insanı ağırlayan,   Hz. Mevlana’nın “ Ne olursan ol gel “ sözüne hizmet eden, hoşgörülü ve şefkatli bir yer. Haliyle farklı kültürlerden gelen insanların, aile ortamında birliği deneyimlemelerine alan açılıyor burada. Tüm işler gönüllük temelinde kolektif olarak yapılıyor. Yemek beraber hazırlanıyor, sofra beraber kuruluyor, temizlik gibi rutin işler ortaklaşa yapılıyor.  Tasavvufta, birlik temelli bu işleyişe “hizmet” deniyor. Ben tasavvufla ilgilenen biri olduğumdan bu deneyimi içsel olarak değerlendiriyorum, hizmet bilinci bana iyi hissettiriyor. Ancak, tasavvufî açıdan duyumsamayabilir herkes. Bu noktada başka açılardan yaklaşabilmek oldukça mümkün aslında. Topluluk olma bilinci, kolektif düzen, dostluk gibi sosyal bakış açılarının  yanı sıra spiritüel bir deneyim ya da İslamî geleneğin bir çeşit ritüeli olarak da bakabiliriz hizmete. Ayrıca, bir şey yapmak zorunda hissetmediğiniz bir yerde olmanın güzelliğine bırakabilirsiniz kendinizi. Özgürlük ve hoşgörü dolu bu mekanda olmanın hafifliğini hissederek yalnızca varlığınızın tadını çıkarabilirsiniz de. Kendimize böylesi bir  izin vermenin de  hizmet olduğunu hatırlatayım. Tasavvuftaki hizmete ilişkin öğrendiğim en etkileyici şey , ne haldeysen , neredeysen oradaki güzellikleri görmenin ve tadını çıkarmanın büyük bir hizmet olduğu.

İbnü’l Arabî’ye göre, alem ve tüm yaratılmışlar, Allah için ayna gibidir. Allah, kendini bilmek için bu aynaya bakar ve hayrete düşer. Kendini bilen insan aleme bakar, diğer tüm yaratılmış güzelliklere bakar ve o da hayrete düşer. İbnü’l Arabî, tıpkı Allah’ın seyri gibi insanın da evrenin ve tüm canlıların güzelliğini seyretmesinin, bu güzelliğe şahitlik etmesinin büyük bir hizmet olduğunu vurgular. İbnü’l Arabî’ye göre, hepimiz birer hayret aynası taşıyoruz. Hatta hepimiz birer hayret aynasıyız.

Kendimizin seyrinde nice büyük keşif var. Dünyada deneyimlediğimiz her anda, gittiğimiz her yerde , bulunduğumuz her halde çok sayıda şey keşfediyoruz. Benim  İbnü’l Arabî’den anladığım,  tasavvufî yolculuğun tam anlamıyla böyle bir keşif yolculuğu olduğu. Çünkü keşifte hayret var, güzelliğe tanıklık etmek var. Böyle bir noktadan bakınca, özün seyri ve keşif için bambaşka bir hayret aynası olduğunu düşündüm dergahın. Bu güzel keşif yolculuğumda dergâhtaki paylaşımın, müziğin ve semanın içimde uyandırdığı hayreti pek sevdim ben. 

Paylaşım

Dergâhta beni en çok etkileyen şeylerden biri de insanların paylaşıma verdikleri değer. Katılımcı dostların birçoğu burada kendi vakıf oldukları alana dair seminer ya da workshop düzenliyorlar. Müzik terapi seminerleri, nefes egzersizleri, yoga gibi çok çeşitli şifa çalışmalarına ya da farklı etkinliklere katılma imkanı var. Aynı çatı altında farklı birçok etkinliğin gerçekleşmesi beni çok şaşırtmıştı. Dergâha ilk gidişimde “baksı dansı”nın ne olduğunu öğrenmiştim mesela. Onlarca tanımadığım insanla baksı dansı yapmak çok eğlenceliydi ve başka bir yerde deneyimleme fırsatı bulamayacağım bir şeydi belki. Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olarak benim için bir ders niteliği taşıyordu üstelik. Öğretmenlik yaptığım dönemde sözlü  edebiyat geleneğini anlatırken baksılara değiniyordum . Ne kadar yavan geliyor şimdi o anlatımım.

Türk eğitim sisteminin yazılı bilgiye, ezbere dayalı yönteminin tekdüzeliği içinde yetişiyoruz. Öğrenim yaşamı boyunca bilginin aslında ne olduğunu deneyimlemek için fırsat verilmiyor bize. Dahası bizler, böylesi deneyimlere kendimizi açabilecek  mekanların varlığından haberdar değiliz. Özellikle edebiyat gibi  sanatsal dallarda deneyimsel yerlerden bakabilmenin, sanatı içsel olarak duyumsamanın son derece ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Dergâh , gazellerin icrasını dinleyebildiğim, Yunus’un şiirinin, ezgilerle ruhuma işleyişini duyumsadığım, deneyimsel bir alanı sundu bana.

Başka birçok konuda da çoğaldıkça çoğaldım. Ritim çalmak, şarkı söylemek, İranlı dostlardan Farsça şiirler dinlemek, Hintli dostlardan mantralar öğrenmek (…) gibi. Harika arkadaşlıklar edindim bu güzel yerde. Her birinden çok şey öğrendim. Kiminin halinden, kiminin hareketinden, kiminin heyecanından, kiminin tuttuğu sessizlik orucundan, kiminin bilgeliğinden, kiminin sesindeki büyüden, kiminin sema dönüşünden, kiminin sohbetinden … Dergâhta tanıdığım tüm canlara şükranlarımı sunuyorum. Her birinin kendi hikayelerine, anılarına şahitlik etmek son derece keyifli ve gönül esneten türden bir lütuf oldu benim için.

Müzik…

Dergâhtaki tüm müzisyenler hayranlık uyandırıcı bir icra ile ruha dokunuyorlar. Bana böyle hissettiren muhtemelen dergâhın enerjisinin müzisyenlere verdiği o eşsiz ilham. Gözlerim kapalı, akıp giden leziz ezgiyle ben olmayan her ne varsa bırakmaya niyet ediyorum, ruhumu dinliyorum semahanede. İçime dönüp derinlerdeki semazeni çağırıyorum. Tüm bunları yaparken Klasik Türk Müziği’nden  türkülere, ilahilere birçok farklı dilden , farklı türden etnik müziğe uzanan geniş bir müzik kültürünün kucağında buluyorum kendimi.

Sema…

Dergâhta üst kat semahane olarak adlandırılıyor. Semanın kelime anlamlarından biri de işitmek, duymak. Kendine, özüne, Allah’ a kulak kesilmek ; ruhunu açmak, can kulağını sunmak. Semanın etkisi, şifası tam buradan başlıyor, duymaktan, dinlemekten. Semahanede bu dinleme haline saygı duyulduğundan konuşulmuyor. Hepimizin diline sus değiyor. Böylece bambaşka bir keşif başlıyor. Dinlemenin biçimi gönül ve öze dönüyor. Daha bir hafta önce bir arkadaşım bana heyecanla cebinde gezdirdiği bir gazete haberini göstermişti. Habere göre, öldükten sonra bir süre daha duyabilmek mümkünmüş. İşlevini en son yitiren duyumuz işitmekmiş. Şaşkın bir bakışma oldu aramızda, önemli bir aydınlanma yaşamışçasına gülümsedik birbirimize. İşitmek kadar güçlü bir duyuya odaklanarak sema dönmek , dinleme eylemine bambaşka bir biçim veriyormuş, semaya dair ilk farkındalığım bu olmuştu.

Dergahta gerçekleşen semanın, “Klasik Mevlevî Geleneği”den farklı bir anlayışı olduğu hemen anlaşılıyor. Sema deyince  canlanan bir görsel oluyor ister istemez. Beyaz tennureli, başında sikke olan semazenler ile belirli bir ritüele uygun hareket sırası olan bir sema geliyor gözümün önüne. İşte semahanede sema dönebilmek için zihnimizde canlanan semazenler gibi özel bir kıyafete, belli bir mizansene ya da belli bir eğitime gerek yok. Edep kuralları dahilinde, makul kıyafetlerle, içinden nasıl geliyorsa sema dönebiliyorsun. Aslında bu sema, Hz. Mevlana’nın esas aldığı semadır, derdi değerli  hocamız Rahmi Oruç  Güvenç. Kendisi müziğin ve  semanın şifasına ilişkin çeşitli çalışmalar yapmış ve bizlerle bu kıymetli bilgilerini paylaşmıştı. Oruç Hoca’nın, “Sema herkes içindir, yapabildiği ölçüde ve şekilde herkes sema dönebilir” cümlesi çok etkilemişti beni. Semanın şifasından nasiplenebilelim diye dileyenin dilediğince sema yapmasına teşvik ediliyor dergâhta. Eğer biri sema dönmek istiyor ama çekincedeyse semazen dostlar gönülden destek oluyorlar.

Sema dönmek benim için de ürkütücü bir şeydi ilk zamanlar. Ya düşersem , ya başım dönerse kaygıları dönüyordu içimde. Kendime içsel telkin verdim sık sık. Hz. Mevlana’dan aldığım ilhamla kendimle söyleştim. Dünya dönüyor, kanım hücrelerimde dönüyor, nefesim dıştan içe , içten dışa dönüyor. Ben niye dönmeyeyim, dedim kendime.

Telkin daha ilk seferinde işe yaradı. Bir cesaret attım kendimi sema alanına, başladım dönmeye. Sema yaparken etrafın dönmesinin olağanlığına alıştım. Bu alışma hiç de uzun sürmedi. Her yerde birden olmak gibi bir şey deneyimledim ben. Kendiliğinden bir hal. Renklerin, ışığın, insanların birbirine karıştığı bir hal. Aslında mekansızlığı keşfettiğim bir andı. Mekansızlığın huzur verdiği o anda bir süre kalmak , demlenmek , benim için semanın özeti bu. Peki başım dönmedi mi ?  Fark ettim ki semaya kendimi bıraktığımda bambaşka biri oluyorum. Daha doğrusu hiç olmadığım kadar kendim oluyorum,  özüm ile buluşuyorum. Burada baş döndürücü bir şey olduğu kesin ancak; anladım ki,  fiziksel hissiyatın ötesine geçen bir halmiş yaşadığım.

Semahanede sema dönmek zorunda değil gelenler.  Oturabilir, uzanabilir, uyuyabilirler, yalnızca müziği dinleyebilir, enstrüman çalıyorlarsa eşlik edebilir, ya da semazenlerin dağıttığı şifaya ortak olabilirler. Gönülden geçeni yapmak için semahanede fazlasıyla seçenek var.

Ben sema dönmek kadar semazenleri seyretmeyi de seviyorum. Hatta sema ile ilgili öyle büyülü seyirlerim  var ki… Semahanede gözümün değdiği ilhamlı anlardan birini paylaşayım. Üç yıl önce, ilk gidişimin heyecanıyla üst katta semahanede oturuyorum. Yine semazenleri seyre dalmışım. Kırklarında kızıl bir semazen gözüme değiyor. Beyaz bir tennure giymiş , döndükçe etrafında beyaz bir hare oluşuyor. Nefesin döngüsünü, dünyanın turlayışını tek bedende görebiliyorum. Acılarının başını okşuyor sanki sema dönerken. Öyle derin bir duyumsama yaşıyor ki halinin ışığı bana yansıyor. Kızıl bir derviş diyorum kendime, kim bilir neler hissediyor, neler duyuyor…  Bazen çok hızlanıyor bazen de oldukça sakinleşiyor. Tüm bu ritminin içine bir anda 4-5 yaşlarında bir kız çocuğu dahil oluyor. Semazeni eteğinden tutuyor. Derviş yavaşlayıp kızı kucağına alıyor. Sol kolunu yana doğru açıyor. Kızın kafasını omzuna sabitliyor kendi boynuyla. Ayaklarını da sol avcunun içine alıyor. Ve beraberce dönüyorlar. Sol kolundan yatak yapmış bir babanın çocuğunu sema dönerek uyutuşunu izliyorum. Daha sonra öğreniyorum ki, kızıl derviş kızını hep böyle uyutuyormuş. Çok ruhlu bir kısa öykü okumuşum ya da bir film sahnesini hayranlıkla izlemişim gibi hissettiğim bir andı. Sema dönerken kızını uyutan kızıl dervişi ve o anın büyüsünü hala unutamıyorum. İçimde hala  aynı canlılıkla dönüyorlar.

Yaşadıklarımdan, anlattıklarımdan kendi deneyiminize uzanmak isterseniz hala biraz vakit var. Yakın zamanda sonsuzluk diyarına uğurladığımız Sevgili Rahmi Oruç Güvenç’in bizlere miras bıraktığı etkinlik, 23 Ağustos 2017’de sonlanacak. Huzurla içsel bir yerde demlenmek isterseniz,  kollarını sonuna kadar açmış böylesi bir mekanın varlığından artık haberdarsınız. Gelin, yepyeni keşiflerimiz olsun, hayret aynalarımızdan birbirimize yansımanın güzelliğini birlikte yaşayalım.

 

Yağmur Mercanoğlu

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.